Delikanlı

04:003/07/2024, Çarşamba
G: 3/07/2024, Çarşamba
Mustafa Kutlu

Uzun bir dersten çıkmıştı. Hava soğuk ve pusluydu. Puslu da değil düpedüz kirliydi, kurum yağıyordu sanki havadan. Trafik yine tıkanmıştı, arabaların camlarından kederli insan yüzleri sabit nazarlarla dışarı bakıyordu. Bir ahmak ıslatan biteviye yağıyordu. Ellerini ağabeyinden kendisine intikal eden gocuğun cebine soktu, sırtını kamburlaştırdı. Beyazıt’a doğru yürümeye başladı. Hoca uzun bir “okunacak kitaplar listesi” yazdırmıştı. Bu listedeki kitapların bir kısmını kendisi daha önceden keşfetmişti.


Uzun bir dersten çıkmıştı.

Hava soğuk ve pusluydu. Puslu da değil düpedüz kirliydi, kurum yağıyordu sanki havadan. Trafik yine tıkanmıştı, arabaların camlarından kederli insan yüzleri sabit nazarlarla dışarı bakıyordu. Bir ahmak ıslatan biteviye yağıyordu.

Ellerini ağabeyinden kendisine intikal eden gocuğun cebine soktu, sırtını kamburlaştırdı. Beyazıt’a doğru yürümeye başladı.

Hoca uzun bir “okunacak kitaplar listesi” yazdırmıştı. Bu listedeki kitapların bir kısmını kendisi daha önceden keşfetmişti. Kıymetli yazarlarımızın kıymetli eserleri. Lakin biri hariç ötekileri alamamıştı.

Onu da sergiden edinmişti, üçte bir fiyatına.

Derin bir nefes aldı, içini geçirdi. Kitaplara ulaşmak gittikçe zorlaşıyordu. Güç bela sığındığı bir arkadaş evinde kalıyordu. Şehrin kıyıcığında, kendisi gibi Anadolu’dan gelmiş birkaç arkadaş, bir göz oda bulmuşlardı zorlukla. Islak odunlar, tüten bir soba, yıkanmamış çamaşırlar, yemek nöbeti, kuru-pilav.

Kuru neyse de pilav yapmayı öğrenememişti bir türlü, her seferinde lapa oluyordu ve bir gürültüdür kopuyordu odada.

Bir kot pantolon bir milyona fırlamıştı. Ayakkabıcı vitrinlerinde ne botlar vardı oysa. Botlar da milyonun üzerinde.

Gel gelelim “fukaralık edebiyatı” yapmak bir kararname ile yasaklanmıştı. Kimseye derdini açamıyordu, hele eve yazmak. O, hiç...

Bir yandan paralı eğitim tartışılıyordu. Bu cepheden olanlar devletin eğitim yükünün altından kalkmasının artık mümkün olmadığını söylüyor, üniversitelerin özelleştirilmesini istiyor, eğitime ancak bu şekilde bir kalitenin getirilebileceğini savunuyordu.

Hocaların da canına tak demiş olmalı ki, yürümeye başlamışlardı işte. Bir taksi hayli yakın geçti, üzerine kara-sıvaşık su sıçrattı. Taksinin ardından sövmek, bağırıp çağırmak geçti içinden. Bir an. Takati yoktu. Başını iki yana sallamakla yetindi. Yaşlı, gün görmüş insanlar gibi hissetti kendini.

Midesi kazınıyordu. Şöyle sıcacık bir çorba içebilse, bir soba başına oturup biraz ısınabilse.

Otobüs durağında kızlı-erkekli bir küçük kalabalık, neşeli devinimlerle kıpırdıyordu. Bakımlı saçlar deri çantalar, gün yüzü görmemiş yüzler, muhallebi çocukları. Şimdi onlar buradan doğru Beyoğlu’na çıkar, sıcak salonlarda sıcacık salepler içer, AKM’ye veya tiyatroya gider, birlikte son açılan sergileri gezerlerdi.

Paralı eğitime karşı çıkanlar bunun fırsat eşitliğine aykırı olduğunu, parası olanlara avantaj sağlayacağını, diplomaların parayla satılacağını ileri sürüyorlardı. Ara yerde kalanlar ise öğrencilerin katkı paylarının artırılmasını, ödeyebilecek olanlardan bu payın alınmasını, ödeyemeyenlere ise devletin burs vermesini istiyordu. Bir de vakıf üniversiteler meselesi açılmıştı. Şu anda devletin bunlara katkısından söz ediliyordu.

Ulan, şunlardan birine kapağı atabilsek, diye düşündü delikanlı. Sonra birden meyus oldu.

Doğum yerini, anasını-babasını, bitirdiği mektepleri, bildiği lisanları falan soracaklardı elbette. Mülakata girecekti.

Yarışa yüz metre geriden başlamıştı o. Geçilecek kulvar hakkında da bilgisi yoktu.

“Okumak senin neyine be oğlum” dedi, “herkes okuyacak diye bir kaide yok ya, bir iş bulup çalışaydın...”

İyi de, nerde o iş?..

Üniversiteyi kazanıp büyük şehre okumaya giderken, mahalle arkadaşları, işte o “senin neyine okumak” diye yarışı terk edenler, ardından gıpta ile bakıyor “Vay be gidiyorsun ha, yakında dönüp gelince bizi tanımazlıktan gelme sakın ha!” diye takılıyorlardı.

Onlar orada ne yapıyor şimdi acaba?..

Küçük esnaflık, berber kalfalığı, belediyede temizlik işçiliği veya talihi yaver gidenler için Rusya’da, Orta Doğu’da inşaat işçiliği... Çarşıkapı’nın kalabalığına katıldığında yağmur hızlanmıştı.

Ayakkabıları su çekiyordu.

Delikanlı ömrü de işte öyle geçip gidiyordu. Birden oralardaki vakıf medreselerden birinin duvarı üzerinde bir hana takıldı. “Üniversite Meselesi” tartışılıyordu içeride. Islak saçlarını eliyle düzelterek girdi.

Ohhh. Sıcacık... Gerilerde, kalorifer yanında bir sandalye buldu, oturdu. Önce omzunu, sonra sırtını dayadı kalorifere. İçi ısındı, gözkapakları ağırlaştı. Kürsüde biri bağıra çağıra bir şeyler anlatıyordu. “Anlat” dedi içinden “uzun uzun anlat...”

Bu sezonun son yazısı. İnşallah sonbaharda görüşürüz.

#Aktüel
#Hayat
#Mustafa Kutlu