Ağırlıklı anket sonuçları, yoğun sosyal medya algı operasyonları, başta Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Biden olmak üzere dış ülkelerden verilen bariz destekler, Batı ana akım medya organlarının yürüttüğü yayın politikaları ve muhalefete yakın gazete ve televizyonların söylemleri, muhalif seçmene tek ve “kesin” sonucu işaret ediyordu: “CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı seçilecek, Millet/Emek ve Özgürlük İttifakı ortaklığı Türkiye Büyük Millet Meclisi milletvekili dağılımında açık ara önde olacak.” Ancak 14-28 Mayıs tarihlerinde ortaya çıkan sonuca göre -muhalefet adına- topyekûn yürütülen kampanyanın seçmen nezdinde bir anlam ifade etmediği ortaya çıktı. Millet tercihini istikrardan yana kullandı.
Yapılan propagandalar doğrultusunda yanlış yönlendirilen muhalif seçmen haliyle büyük bir öfkeye kapılmış, gönül verdikleri partilerinin başındaki lider kadronun gereğini yaparak istifalarını beklemişlerdir. Şüphesiz bu durumdan en fazla etkilenen Cumhuriyet Halk Partisi olmuştur. Altılı masanın paydaşlarından olan ve CHP listelerinden seçime giren Deva Partisi, Gelecek Partisi, Saadet Parti ve Demokrat Parti ittifak olarak kaybetmelerine rağmen kurumsal olarak kazanmışlardır. Özellikle CHP sayesinde kazandıkları milletvekillikleriyle Meclis grubu kurma görüşmeleri gerek parti tabanında gerekse CHP’li bazı siyasilerde büyük tepki doğurmuştur.
Yunanistan’da geçtiğimiz hafta yapılan seçimlerde büyük bir oy kaybına uğrayan ana muhalefet Syriza lideri Aleksis Çipras, yetkili kurullardan çıkacak kararları beklemeden parti liderliğinden istifasını duyurmuştu. 2015 yılında İngiltere’de yapılan genel seçimlerde başarısız olan üç parti lideri (Ed Miliband/İşçi Partisi, Nick Clegg/Liberaller ve Nigel Farage/UKIP) istifa etmiştir. Bugün, benzer kararların Türkiye siyasetinde de alınmasını bekleyen “öfkeli” bir seçmen grubu bulunmaktadır.
Öte yandan başarısızlığı perdelemek ya da gündemi değiştirmek adına Rusya ve Fransa’da son günlerde yaşanan olayları Türkiye üzerinden yorumlayarak, özellikle sosyal medya üzerinden bir algı yürütüldüğü de gözlerden kaçmamaktadır. Paris yönetiminin ırkçı politikaları yüzünden patlak veren olayları Ankara’nın insani göç politikası ile ilintilemek son derece yanlış ve iyi niyetten uzak bir yaklaşımdır. Hakeza Rusya’da paralı asker grubu Wagner’i, Türkiye’deki SADAT ile emsal göstermek her açıdan alakasızdır. SADAT, dünyada 100’e yakın örneği olduğu üzere Uluslararası Savunma Danışmanlık kapsamında hizmet veren ticari bir şirkettir. Black Water, DynCorp, Wagner gibi paramiliter yapılardan değildir.
Seçim sonrası CHP bünyesinde büyük bir hareketliliğin yaşanacağına dair emareler çok daha önceden ortaya çıkmaya başlamıştı. “Değişim” söyleminin ilk işaret fişeğini de henüz sandıklar açılmamışken İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu atmıştır: “Seçimlere bir son diye bakmamak lazım, yarın itibarıyla yeni başlangıçlara sizleri uğurlarlar. Buradan hangi mesaj çıkarsa çıksın sorgulanması, ders çıkartılması gerekir. Milletimizin geleceğine en faydalı işleri nasıl yapabiliriz diye mutlaka irdeleyeceğiz. Sonuç ne olursa olsun güçlü bir başlangıcı dilemekle yükümlüyüm. İnanın çok pozitif bakıyorum günümüze ve yarınımıza.” Seçimden hemen bir gün sonra yapmış olduğu konuşmada ise tam 16 defa “değişim” kelimesini kullanmıştır.
Sonrasında söylemlerini daha da ileri boyuta taşıyan İmamoğlu, Kılıçdaroğlu’nun koltuğu bırakması gerektiğini ima ederek “gerekirse genel başkan gitmeli”, “seçim kaybetme tecrübem yok” çıkışlarında bulunmuştur. İmamoğlu’nun yeni dönemde Kemal Kılıçdaroğlu özelinde tasarladığı yeni pozisyonu kestirmek için derin analizler yapmaya gerek yoktur: “CHP Onursal Genel Başkanı”
Seçim yenilgisi akabinde “değişim” isteyen isimlerden bir diğeri de Özgür Özel oldu. Sözcü yazarı Aytunç Erkin’in iddiasına göre İmamoğlu ve Özel seçimin ikinci turundan iki gün sonra İstanbul’da gizlice bir araya gelmişti. Bu buluşma CHP’deki iç kavganın boyutunun geldiği noktayı göstermesi açısından önemlidir. Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır’ın da Özgür Özel lehine beyanatta bulunması ayrıca dikkat çekicidir. Muhtemelen bu görüşmeden haberdar olan Kılıçdaroğlu’nun, Özel’i CHP Grup Başkanı olarak belirlemesi, çeşitli mecralarda “sus payı” olarak yorumlanmıştır. Bir dönem partinin ağır toplarından olan Kemal Anadol da yenilginin baş aktörü olarak nitelediği Kemal Kılıçdaroğlu’nu istifaya davet etmiştir. “Sayın Kılıçdaroğlu 13 yılda 12 seçim kaybetti. Çağdaş, demokratik hiçbir ülkede tüm bunlara karşın koltuğunu koruyan başka bir ana muhalefet lideri bulunmuyor. Kılıçdaroğlu’nun istifasını istemek asla ona hakaret anlamına gelmez.”
Diğer yandan “değişim” başlığı altında Kılıçdaroğlu karşıtı çıkışların önünü kesmek adına, partinin yetkili isimlerinden ardı ardına iğneleyici açıklamalar gelmesi kurultay sürecinin oldukça hareketli geçeceğini göstermektedir. Bu noktada İmamoğlu’na “işini yap” diyerek ilk tepki parti sözcüsü Faik Öztrak’tan gelmiştir. Diğer yandan Canan Kaftancıoğlu da Ekrem İmamoğlu’na açıkça cephe almış durumdadır. Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan olmaması durumunda, Ekrem İmamoğlu profilinde birisinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olamayacağını dile getiren Kaftancıoğlu’na, Murat Ongun’un verdiği imalı yanıt, karşılıklı kılıçların çekildiğinin bir diğer göstergesidir.
CHP kurultayına doğru, açıklamaların dozajının daha da sertleşeceğine dair bir hava hâkim durumdadır. Kılıçdaroğlu’nun kaybetmesi durumunda 2028 seçimlerinde İmamoğlu isminin ön plana çıkacağı çeşitli çevreler tarafından öne sürülmekteydi. Ancak oluşan yeni şartlar çerçevesinde, İYİ Parti lideri Meral Akşener’in daha önce olduğu gibi Ekrem Bey’in arkasında durup duramayacağı büyük bir soru işaretidir. Olağan kurultayda Akşener’in yeniden Genel Başkan seçilmesi bu soru işaretini tam anlamıyla gidermiş değildir. Zira seçim yenilgisi nedeniyle İYİ Parti’de homurdanmaların devam ettiği aşikardır.
Tüm tartışmaların, kulislerin, hareketliliklerin ve iç kargaşanın dışında bir realiteyi göz önüne almak gerekmektedir. Seçim yenilgisinin sadece Kemal Kılıçdaroğlu’nun hanesine yazılması hakkaniyetli bir tavır değildir. Kampanya sürecinde diğer parti liderlerinin yanı sıra hem Ekrem İmamoğlu hem de Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş sahaya inip birçok ilde mitingler düzenlemiştir. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sadece Kılıçdaroğlu’nu değil İmamoğlu ve Yavaş’ı da (elbette ki geniş kapsamlı ittifakın diğer paydaşlarını) yenilgiye uğratmıştır.
Hülasa, kampanya sürecinde çizilen ve “sahte” olduğu her haliyle açık olan “baba-oğul” imajı yerle yeksan olmuştur. Önümüzdeki günler, koltuk kavgasının ne yöne doğru evirileceğini daha önemlisi etekte biriktirilen taşların ne şekilde döküleceğini gösterecektir. İlk sınav delege seçimlerinde verilecek. “CHP, hiç kimseye altın tabak içinde Genel Başkanlığı sunmaz” diyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun mevcut delege üstünlüğünü koruyup koruyamayacağını, koruyamazsa nasıl bir strateji izleyeceğini öğrenmemize ise kısa bir süre kaldı…