Son yıllarda sivil alanda STK'ların dışında bir kurumlaşma daha girdi: düşünce kuruluşları. Özellikle ABD'de çok yaygın olan bu kurumlar Türkiye'de de giderek artıyor. Bazı STK'lar aynı zamanda düşünce kuruluşu işlevini de yerine getiriyor. Bu kurumlar, ilgi alanlarına bağlı olarak kamusal eylemler yerine raporlar hazırlayarak, toplantılar yaparak siyasilere vizyon sunmaya çalışıyorlar.
Bu hafta Söyleşi -Yorum'da böyle bir düşünce kuruluşunun, Ekonomi ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (Ekopolitik)'in Genel Koordinatörü Tarık Çelenk var. Ekopolitik özellikle son bir yıl içinde Kürt sorununun çözülmesi konusunda yaptığı toplantılarla gündeme geldi. Geçtiğimiz hafta Hakkari ve Van'da iki toplantı gerçekleştiren Ekopolitik, sadece Kürt sorunu ile ilgilenmiyor. Onların vizyonu geleceğin çok parlak bir 'Türkiye'sine odaklı. Bütün bunları Tarık Çelenk ile konuştuk.
Hakkâri Türkiye'de politize olmuş Kürt siyasi hareketinin en tecessüm bulmuş halidir. Ama biz ülkücü camiada bilinen bir isim olan Musa Serdar Çelebi'yi 500 tane duygusal ve öfkeli genç karşısına çıkarabildik ve o da onların karşısında konuştu. Kürtçe merhaba dedi. Aslında biz aynı toplantıyı Hakkari'de 14 Haziran'da Sayın Cezmi Bayram (İstanbul Türk Ocağı Başkanı) ile de yapmıştık. Musa Serdar Çelebi, Türkiye'nin büyümesinin, Kürt siyasi hareketinin Türkiye'ye onurlu entegrasyonu ile olacağını artık biliyor. Türkiye büyürse milliyetçiliğin anlamı olacaktır. Şu da var gençler orada çok politize olmuşlar. Üniversite kuruyorsun, sosyal imkanlar yok. Tüm bunlara rağmen toplantılarımız büyük bir olgunlukla geçti. Hakkari politize olsa da çözüm istiyor ve Türkiye ile birlikte yaşamak istiyorlar. Hakkâri'de Öcalan'nın basın sözcüsü Cengiz Kapmaz çıkınca çılgınca alkışladılar. Van'daki manzara Hakkari'den daha farklı. Ciddi bir orta sınıf var. Kürt gençleri, Kürt siyasi elitlerinin yaptıklarını sorgulayabiliyorlar.
Ekopolitik Kürt meselesine dair kurumsal bir görüş beyan etmiyor. Ekopolitik'in buradaki tek iddiası, bu konunun dışarıdan finanse edilmeden konuşabileceği bir platform olmasıdır. Bu platformda herkesin kendini ifade edebilmesidir. Kendisini farklı hisseden insanların, grup temsilcilerinin Türkiye'de Türkiye'nin kendi inisi-yatifiyle buluşması. Kendi aramızda 'sorun nedir'i tartışmaya çalışıyoruz, sonra da değerlendirmelerimizi karar vericilerle paylaşıyoruz.
Türkiye'nin Büyük Çatısı Ülkesel Çekirdek Ekip katılımcılarının isimleri şöyledir: Altan Öymen, Altan Tan, Avni Özgürel, Ayhan Bilgen, Ayla Yazıcı, Ayşe Betül Çelik, Cengiz Çandar, Cengiz Kapmaz, Cevat Öneş, Cezmi Bayram, Deniz Ülke Arıboğan, Ferhat Kentel, Melda Onur, Mete Yarar, Muhsin Kızılkaya, Murat Belge, Musa Serdar Çelebi, Nuriye Atabey, Osman Bostan, Özdem Sanberk, Raif Türk, Ruşen Çakır, Turan Sarıtemur, Ümit Fırat, Vedat Bilgin, Yavuz Arslan Argun. Yerel Çekirdek Ekiplerimiz de çalıştayı gerçekleştirdiğimiz şehirlerin sivil inisiyatiflerinden ve kanaat önderlerinden oluşmaktadır. Türkiye'nin Büyük Çatısı başlığı altında Ülkesel Çekirdek Ekip ve Yerel Çekirdek Ekip mensuplarının katılımı ile İstanbul, Mersin, Malatya, Hakkari ve Van'da olmak üzere toplam 10'un üzerinde kamuya ve medyaya kapalı çalıştay gerçekleştirdik.
Kürt sorunu Türkiye'de şu anki haliyle -ama kangren olursa bilemem- hiçbir şekilde ayrı bir devlet kurma, bir federasyon olma sorunu değildir. Kürt sorunu, ulus-devlete demokratik bir ayar yapma sorunudur. Bugün Kürtlerin büyük bir kısmı psikolojik olarak onurlarının incindiğini, kırıldığını hissediyorlar. Kürt vatandaşlarımızın demokratik haklarının onlara onurlu bir şekilde verilmesi gerekiyor. Bugünkü hükümet çok şey yapıyor. Tazminatla ilgili yasa, hapishanede Kürtçe yasağının kalkması, TRT Şeş'in açılması, toplumla kucaklaşabilen valilerin atanması ve bu konuların açıkça konuşulabilmesi. Kısaca demokratik açılım başlattı ama gene de o bölgelerde oyu düştü.
Türkiye bazı şeyleri inandığı için değil mecbur olduğu için yapıyor. Bence artık bir şeylere mecbur olmadan önce inanmamız ve kararlı olmamız lazım. Ama hep kafamız karışık. Kafamız bu konuda daha netleşmiş değil. İkincisi hükümetimizin kriz yönetiminde bazı sorunlar var. Bu süreçlerde mümkün olduğunca psikolojik faktörlere dikkat etmesi ve psikolojik-akademik danışmanlık lazım. İş sadece kanun yapmak değil. Eşit ilişki kurmak gerekiyor. Mesela biz Orta Asya'da başarısız olduk bazı açılardan. Çünkü bir ağabeylik pozisyonuna girdik. Kürtlere biz, kardeşim deyince bozuluyorlar ama arkadaşım deyince daha iyi bir ilişki kurabiliyorsunuz.
Evet. Türkiye'de bu hiper gerçeklik algısıyla gerçek gerçeklik algısı arasındaki farkın kapatılması ve bunun psikolojik olarak iyi yönetilmesi iyi danışmanlık alınması çok önemli. Kürt sorununu çözerken batıdaki insanların hassasiyetlerini anlamamız lazım. Bir Türk sorunu yaratmamalıyız. Gerekirse Hakkâri'den insanları batıya götürüp konuşturmalı ve karşılıklı yüzleşme sağlamalıyız. Biz bunu kendi kısıtlı imkanlarımızla yapmaya çalışıyoruz.
Biz Cumhurbaşkanı'na 4 defa çıktık. Ama hiç birinde medyaya yansıdığı gibi maddeler halinde bir rapor sunmadık. Böyle bir şey de bizim için ağır olur açıkçası. Bizim Cumhurbaşkanı'na sunduğumuz, yaptığımız toplantıların transkripsiyonları. Ki onlarda bizim www.ekopolitik.org adlı web sitemizde var. Herkes ulaşabiliyor. Bu haberleri yapanlar, bu konuşmalardan kendi hassasiyetlerine uyanı seçmişler ve biz onları Cumhurbaşkanı'na rapor sunmuşuz gibi haber yaptılar. Bizim Cumhurbaşkanı'na sunduğumuz bilgi notları-öneriler toplantılarımızdaki konuşmacıların kendi görüşleridir. İçinde çok ulusalcı, milliyetçi arkadaşların önerileri de var, dindar arkadaşlarınki de. Birbirine ters düşen öneriler de var.
Bu süreçte yapılacak olanlar artık sembolik düzeydedir ama önemlidir. Mesela Muğlalı Kışlası'nın adı hâlâ değişmedi, çok basit bir şey. Köy ve yer isimleri verilebilir. Tunceli'nin ismi değişebilir en basitinden. Suça karışmamış insanların tutuklanmasında daha hassas davranılabilir. Koruculuğun kaldırılmasına ilişkin adımlar atılabilir. Anayasa değişikliğinin ilkeleri konusunda mesajı verilirse hükümet kazanır.
Ondan önce şunu ifade edeyim. Bugün Kürt sorunu artık biraz da örgütlenmenin biçimi, düşünce ve ifade özgürlüğü olarak karşımıza çıkıyor. Kürt siyasiler açıklama yapıyor hemen dava açılıyor. Bu konuda yargı da hassas davranmalı ve çözüme katkı sunmalıdır. Bu konuda yargının açılım sürecindeki rolü tartışmalıdır. İkincisi de, eğer biz dağda olan ve suça karışmamış olanları topluma onurlu entegre edeceksek, onların döndükleri zaman siyasete girmelerine, dernek kurmalarına kısaca normalleşmelerine hukuki zemin sağlamak durumundayız. Çünkü süreç biraz da bu insanların Türkiye'ye onurlu entegrasyonudur. Bırakalım bunu siyaset üzerinden yapacaklarsa yapsınlar. Şiddet kullanmadıkları sürece sorun yok.
AK Parti niye yükseliyor? AK Parti muhafazakâr dindar olduğu için değil, toplumdaki değişim, refah, demokratikleşme ve dönüşüm taleplerine hitap eden tek parti olduğu için. Eğer MHP ve CHP toplumdaki değişim taleplerini anlamamakta direnirlerse iktidara gelme şansları olmaz. Zaten milliyetçi düşünceyi benimseyen insanların büyük bölümü MHP dışında kaldı bunu görmeleri lazım. MHP 21. yüzyıl Türkiye Milliyetçiliği'nin partisi olmak istiyorsa Türkiye'deki ve dünyadaki değişimi görme ve hangi süreç 'Türklük'ü büyütür hangi süreç parçalar bunu anlaması gerekiyor.
BDP'ye sosyolojik bir gerçeklik olarak İmralı diye bakmak lazım. BDP'nin kendi inisiyatifi yok. Sorunun ana gövdesi İmralı'nın nasıl konsolide edileceği ve yapısının normal bir siyasete nasıl entegre olacağı sorunudur.
Bizim çalışmalarımız gelecek vizyonu olan bir Türkiye'yi hedefli-yor. Türkiye'deki en büyük sorun yaratılan bir ulus devletten sonra ortak bir gelecek tasarımımızın olmaması. Hep günü kurtararak yaşıyoruz. Amerika'nın başardığı "one nation"u ne yazık ki Türkiye başaramadı. Ama işte bulunduğumuz yer tam da bunu aşma noktası. Eğer sorunlarımızı aşabilirsek büyük ülke olabileceğiz. Ki bunu başaracak bizim 'soft-power' dediğimiz araçlarımız var.
Türk dizileri mesela. Türk dizileri bugün Balkanlar'da Ortadoğu'da ilgiyle izleniyorlar ve insanlar Ermenistan'da bile Türkçe öğreniyorlar o dizilerden. Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş. Bu takımların Balkanlar'da, Ortadoğu'da sempatizanları var. Biz bütün bu imkanların önemli olduğunu ve kullanılması gerektiğini düşünüyoruz.
Toplum içindeki psişik gerçeklikle gerçek gerçeğin farklı olması. Bu farkı kapatabilirsek o zaman toplumsal olarak gelecek ile ilgili kaygılarımızdan, birbirimize olan öfkemizden daha rahat sıyrılabiliriz.
Mesela 30 yıl önce dindar çalışan bayanlar kapıcıydı, başörtülü hizmet ediyorlardı ama şimdi üniversitelere girdiler: Siyasi hak talep ediyorlar, milletvekili olmak istiyorlar. Bunlar normal şeyler. Ama toplumun bir kesimi işte Türkiye bölünür, irtica gelir gibi vehimlerle birbirimize karşı önyargı üretiyoruz. İşte bu önyargılar bunu duyanlar için psişik gerçekler, gerçek gerçekler değil. Yine Aleviler için. Ne olur bunların cemevleri ibadethane kabul edilse. Din derslerinde kendilerini yeterince anlatsalar. Birileri bunlar olursa ulus-devlet dağılır diyor. Bir insanın anadilini öğrenmesi, konuşması eğitiminin alınması kötü bir şey değil ama bu hak verilirse ülke bölünür. İşte bütün bunlar psişik gerçekle, gerçek gerçek arasındaki mesafeden kaynaklanıyor. O yüzden Ekopolitik için politik psikolojinin önemi burada. Türkiye'nin bu konuda bir yüzleşemeye ihtiyacı var.
Balkanlar'daki ve Orta Asya'daki oligarşinin farklı bir yönü. Maalesef biz Doğu toplumları, Batı'nın yaşadığı siyasi sosyal evrimlere bir 50 yıl sonradan geli-yoruz. Araplar geç uluslaşma sürecini yaşıyor. Ancak Arap ülkelerinde tabana yayılmış bir demokrasi talebi çok fazla yok. Bu yüzden Tunus'ta olan ülkenin demokratikleşme sürecine dönüşmez. Sadece iktidarlar değişir. Ben Kuzey Afrika ve Arap ülkelerinin demokratikleşmesinin toplumsal taleplerden çok dış dinamiklerin etkisinde (Türkiye-Suriye gelişen ilişkilerinin örneği )olacağını düşünüyorum. Bu değişim Batı tipi gibi olmayabilir de..
Ekopolitik'ten başlayalım. Nedir, kimdir, neler yapar. Öncelikle Ekopolitik kendi çapında bir düşünce kuruluşudur. 21. yy'a girerken düşünce kuruluşları, post-endüstiri döneminin dünyayı dönüştürme planının araçları olarak dünyada ön plana çıkıyor. Anglosakson ve kıta Avrupası'nda düşünce kuruluşlarının algılamasında farklılık olsa da; düşünce kuruluşları dünyanın geleceğine ilişkin yönelimlerin belirlenmesi konusunda ara kurumlar haline geliyorlar. Ben 1990'lardan itibaren 21. yy'a hazırlanırken düşünce kuruluşlarının önemine inandım. Ancak o yıllarda bunu gerçekleştirecek imkan bulamadık. Kısmet 2005'e imiş. Genç üniversiteli arkadaşlarla başladık işe hâlâ genç insanlarla devam ediyoruz.
O da bizim kendimizi saklama ve anlaşılamamaktaki başarımız diyelim. Ama önemli olan yaşımız değil, yapmak istediklerimiz ve yaptıklarımız.
Düşünce kuruluşunda anlaşılmaktan ziyade anlamak ön plana çıkıyor. Bizim de derdimiz anlamak. Dost düşman olmak yerine olgusal olarak toplumu, tarihi nasıl anlayabiliriz? Buna cevap aradık ve ilk çalışmamızı Amerika üzerine yaptık.
Evet. Dünyada yaşananları anlamak istiyorsak bunların başında Amerika'yı anlamak gerekir diye düşündük. 6 yıl önce başladığımız çalışma 10 ay sürdü. Her yönü ile Amerika'yı anlamaya çalıştık. Ama ne yazık ki, bu projenin önemi konusunda çevremizdekileri fazla ikna edemedik ve bir anlamda araştırmayı bitirdik. Çevremizden, gençler Amerika'yı değil, Osmanlı'yı anlasın, Osmanlıca öğrensin, mezar taşlarımızı okuyabilsin gibi akademik dostlarımızın dirençlerleriyle karşılaştık.
Bu çalışmada bizim anladığımız Amerika'yı Amerika yapan şey büyük ölçüde Amerikan İç Savaşı. Bu savaştan "one nation"u yaratarak çıkmış. Savaştan bütünlük üretti. İkincisi, Amerikan aydınlanmacılığının (Masonluk'un) özgün yapısı. Prütenlerin getirdiği gerek ticaret gerek eğitimdeki çok özgün gelişmeye açık, ahlaki ve dini değerlere bağlı gerekse dünyayı kavrayıcı yapısı.
Türkiye şu anda bir geçiş döneminde. Ve bu geçiş dönemindeki türbülanstan bütünleşerek ve ortak rüyasını üreterek çıkmak durumundadır. Toplumsal düzlemdeki farklılıkların ortak bir rüyaya engel olamayacağının kabul edilmesi. Farklılıklar arasında eş düzeyli, eşit vatandaşlık bağının ortak gelecek tasavvuru ile üretilmesi çok çok önemli. Kısaca Türkiye'nin kendini 21. yüzyıl şartlarına göre revize etmesi lazım. Değişimi kendi örgütlemeli aksi halde arada kalan dinamikler kaotik ortamlarda kanayacaktır ya da başkaları bizim adınıza örgütleyecek ve bizden hak etmediğimiz bedelleri isteyecektir.
Dünya özellikle ekonomik krizinden sonra yeni bir dönüşümün eşiğine geldi. Bu aslında 2000'li yıllarda başladı. Artık dünyada tek bir hegemonik güç yok. Tek bir hegemonun kalmadığı dünyada birden fazla bölgede bölgesel hegemonlar ortaya çıkıyor. Bir tanesi Amerika'nın bölgesi, doların hâkim olduğu bölge. Diğer bölge Uzakdoğu (Pasifik) yuan-yen ve AB euro zonu. Fakat Türkiye'nin içinde bulunduğu zon, boş bir zon. Eğer bu bölge bir otorite tarafından doldurulmazsa hem ekonomik hem siyasi açıdan bu bölgede büyük savaşlar, iç çatışmalar ve kaos potansiyelinin süreceğini düşünüyoruz.
Türkiye, Rusya, Ortadoğu, Kafkaslar ve Kuzey Afrika'nın olduğu bir zon burası. Ve merkez Türkiye. Eğer bu zonda hegemonik yapı oluşmazsa, bölgede iç çatışmalar ve istikrarsızlık sürecektir. Bu bölgede istikrarı sağlayan hep Anadolu merkezli yapılardır: Bizans'tan bu yana bu böyledir. İçinde olduğumuz dönemde bu bölgede bir ekonomik, siyasi örgütlenmeyi yapabilecek bir güç gerekiyor. Eğer gerçekleşebilirse bu bölgeyi AB örneğinde Almanya-Fransa örneğinde olduğu gibi, Türkiye Rusya'nın desteğini alarak eş düzeyli liderlik yapabilir. İşte bu hegemonik dönüşüme paralel olarak da doların dünyada tek rezerv para olma şansı azalıyor. Yuan gibi euro gibi alternatif para birimleri de rezerv para olacaktır. Tam bu noktada Anadolu merkezli yeni güç merkezi yeni bir rezerv para önerisi ile ortaya çıkabilir. Bu projenin merkezi İstanbul'dur. Bizans'ta da öyleydi. Özellikle Anadolu dışında siyasi ve ekonomik aktörler iktidarlarını karşı düşmanlık ve gerginliklerle sürdürüyorlar.Tabana yayılı sermaye (KOBİ'ler ve OBİ'lerle) ve demokrasinin bu doğrultuda güçlenmesi siyasi ve ekonomik aktörlerin iktidar karşılığının ancak işbirliğinden geçtiğini gösterecektir, modelimiz bunu amaçlamaktadır.
İkisi de olmayabilir. Ki öncelik bu değildir. Öncelik bunun finansal enstrümanlarının yaratılmasından önce yatırım araçlarının devlet dışında örgütlenmesidir. Biz Ekopolitik olarak buna talibiz. Bununla ilgili çalışmalarımızı Sayın Davutoğlu'na, Merkez Bankası Başkan Yardımcısı'na, (Sayın Dışişleri Bakanı'nın ta-limatıyla), TEPAV'a, TOBB'a sunduk. Ancak bu yerler bize gerekli destek ve yeterli ilgiyi gösterebilirlerse (özellikle TOBB) çalışmalara başlayabiliriz. Biz Ekopolitik olarak, bütün bunları takdir edilmek için yapmıyoruz. Bizden 50 yıl sonra torunlarımız, bizler hakkında ne düşünecekler o bizim için önem arz ediyor. Bu doğrultuda tabii ki Sayın Cumhurbaşkanımız gibi üst düzey karar vericilerimizi, Başbakanımız'ı, siyasi parti liderlerini bilgilendirip kritiklerini ve manevi desteğini almak isteriz