İstanbul’dan önce fethedilen Üsküp’te, Osmanlı’nın zengin mimarisinden geriye ne yazık ki sadece birkaç yıkıntı kaldı. Osmanlı simgesi eserlerin birçoğu ise bugün yalnızca kartpostallarda yaşıyor.
İstanbul’dan önce fethedilen Üsküp’te, Osmanlı döneminde, zengin bir eski konut mimarisi bulunuyordu. Evliya Çelebi Seyahatname’sinde, Üsküp’ün konut mimarisini şöyle anlatır: “Kentte, kâgir malzemeden yapılmış, olağanüstü güzellikte on bin altmış kadar tek katlı ve çift katlı ev bulunmaktadır. Bunlar iyi durumda, gerçek saraylardan farksız yapılardır, üzerleri kırmızı kiremit kaplıdır.”
Ne yazık ki bu değerli konutların sadece birkaçı ayakta kalıp, günümüze ulaşmıştır. Vardar nehrinin güneyindeki kent merkezinde yer alan Bey Kulesi bunlardan bir tanesidir. Bey Kulesi’nin başrolde yer aldığı bu kartpostala bakınca, aklımıza sayısız soru geliyor: Ne zaman inşa edildi? İçinde kimler yaşadı? Kule niçin tasarlandı? İç mekânı neye benziyor? İçinde neler var?
‘Feodal kule’ olarak da adlandırılan bu yapı, ilk bakışta, burada bulunan yıkılmış bir kaleden geriye kalan bir bölüm olduğu izlenimi uyandırmaktadır. Geçmişin bir emaneti olarak günümüze gelen bu anıt, Kuzey Makedonya Orduevi’nin hemen yanı başında bulunmaktadır. Şehrin en hareketli noktalarından birisinde olmasına rağmen, bu kuleyi, çok az Üsküplü duymuştur.
İkamet amaçlı kuleler inşa edilmiş
Osmanlı Devleti’nde Beyler, idareleri altındaki yerlerin valisi idiler. Beylerin, ikamet amaçlı olarak, kendilerine ait kuleler inşa ettikleri bilinmektedir. Kulelerin çevresinde, bey çiftliği ve kendileri için çalışan çiftçilerin evleri yer alırdı. Buralarda genellikle tarımsal faaliyetler yürütülürdü. 1918-20’li yıllara ait bu kartpostalda kule önünde bulunan keresteler, ilerleyen yıllarda, ticari faaliyetlerin de yapıldığını düşündürüyor.
Bey Kulesi, Albay rütbesindeki Türk askeri unvanına sahip, bir beye aittir. Ancak içinde kimin yaşadığına dair, net bir bilgi bulunmamaktadır. Konut olmasının yanı sıra, savunma özelliğine de sahip olan özel bir mimaride inşa edilmiştir. Duvarlarındaki mazgalların, tüfek açıklığı olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Bugün yapılar arasında kaybolmuş
Zeminden üst katlara doğru, kuledeki pencerelerin sayısı artmaktadır. Üç katlı yapının son kat duvarlarında, balkon işlevi gören, ‘teferici’ isimli ahşap çıkmalar bulunmaktadır. Kulenin üzeri kiremit kaplı kırma çatı ile örtülüdür. İnşa edildiği dönemde bulunduğu bölgeye hâkim bir yapı olsa da, şimdilerde çevresindeki diğer yapılar arasında kayboluyor.
Şehrin kar altındaki görüntüsü, haliyle, bu yapının nasıl ısıtıldığı sorusunu akla getiriyor. Kulenin ilk iki katı, duvarlara yapılmış olan ocaklar sayesinde ısıtılıyor. Üçüncü katın ısıtması ise tuğladan yapılmış olan bacalarla sağlanmaktadır.
Üsküp’ün yüzyıllar boyunca devam eden gelişimi ve barış ortamı, İtalyan General Piccolomini’nin şehri ateşe vermesiyle bozuldu. 1689’daki büyük yangın, Üsküp’ü neredeyse tamamen yok etti. Geriye sadece birkaç cami, hamam ve bu kule kaldı.
Kulede, bir dönem, hediyelik eşya dükkânı ve Rahibe Teresa isimli bir STK bulunuyordu. Ancak çok uzun süredir kullanılmıyor. Bir gün yeniden hatırlanıp, eski güzel günlerine dönmeyi bekliyor.