İstanbul’un yedi tepesinden üçüncüsüne kurulmuş bir mahalledir Süleymaniye. Sokakları İstanbul’un en güzel manzarasına açılan Süleymaniye’de bugün in-cin top oynuyor. Geçtiğimiz aylarla Fatih Belediyesi tarafından yürütülen sözlü tarih çalışmasında Hatice Güzide Karslı’nın anlattıkları bu yüzden çok kıymetliydi. Annesi dönemin önemli kadın hattatlarından olan kendisi ve ablası ise çocuk yaşta yaptıkları hat eserleriyle İbnülemin Mahmut Kemal’in Son Hattatlar kitabında zikredilen Hatice Güzide Karslı 1942 yılında Süleymaniye’de dünyaya gelmiş ve evleninceye kadar da bu semtte yaşamış. İlk gençlik ve çocukluğu Ayşekadın Hamamı Sokak’taki 22 numaralı konakta geçen Karslı’nın doğup büyüdüğü ev bugün Suffa Vakfı olarak ayakta. İş adamı Hacı Nazif Çelebi’nin kızı olan Karslı babası sayesinde evlerine gelip giden dönemin önemli kültür sanat ve siyaset dünyasından isimlerle çocuk yaşta tanımış. Eşi Muharrem Karslı ise ilk bankamatikler olmak üzere pek çok yeniliği ülkemize getiren finans sektöründe çok önemli bir isim. Aynı zamanda Türkiye’nin siyaset dünyasında da yer almış eski milletvekillerimizden. Güzide Karslı’yla Acıbadem’deki evlerinde buluştuk ve birlikte Süleymaniye’ye doğru tarihi bir yolculuk yaptık.
1942 yılında Süleymaniye’de bir konakta doğdum. Ayşekadın Hamamı Sokak’ta bulunan bu konak eski Osmanlı mimarisindendi. Çocukluk ve gençliğim bu evde geçti, güzel anılarım oldu. Evimizin büyükçe bir bahçesi ve bahçesinde çeşitli meyve ağaçları vardı. Dut, incir ve hurma ağaçlarımızdan meyve toplardık. İki katlı evimizin bir de bodrum katı bulunuyordu. Mutfak kısmının kapısı bahçeye açılıyordu. Konağın bahçesinde daha fazla vakit geçirir, oyun oynar, ağaçların tepesine çıkardık.
Biz yedi kardeştik, Ben üç numaraydım. Bizimle oynamaya mahalleden birkaç arkadaşımız da bahçemize gelirdi. Konakta bizimle yaşayan ve özellikle çocuklarla ilgilenen Fatma Ablamız vardı. Daha sonra Süleymaniye Camii’nin türbedarıyla evlendi. Çok sevdiğimiz bir ablamızdı halen daha çocuklarıyla görüşmeye devam ederiz. Yine yemek yapmaya bir yardımcı gelirdi.
Süleymaniye Camii bahçesine çocukken annem oyun oynamaya götürürdü. Biz bahçesinde oyunlar oynarken annemin de bahçede ağaçların gölgesinde dinlendiğini hatırlıyorum.
Üniversitenin kampüsü eskiden halka açıktı. Özellikle Beyazıt’a ya da Kapalıçarşı’ya gidip gelirken güzergah olarak bu kampüsü kullanırdık. Kampüste ağaçların altında oturup dinlenmeyi severdik.
Evin alışverişini yapmayı severdim, annem de bu yüzden 11-12 yaşlarımdan itibaren alışverişe beni gönderirdi. Günlük alışverişimizi mahalledeki Kemeraltı’ndaki bakkaldan, kasaptan yapardık daha çok. Eskiden ayrıca her gün belli saatlerde kapımızdan zerzevatçılar geçerdi.Onlardan da sebzemizi alırdık. Kapalıçarşı’dan ise giyim kuşam alışverişi yapılırdı. Hazır kıyafet alınmazdı o yıllarda. Kapalıçarşı’dan kumaş alınır ve terziye kıyafet diktirilirdi.
Dikiş kursuna gittiğim için kardeşler arasında en iyi ben öğrendim ama diğerleri de dikişten anlar. Özellikle evlendikten sonra kardeşler olarak hep birlikte çocuklarımıza kıyafet dikerdik. Güzel kıyafetler çıkardı ortaya, beğenilirdi.
Akranlarımız okula gittiler ancak beybabam bizi okula göndermedi konukta eğitim gördük. Süleymaniye’de evimize yakın bir ilkokul vardı. Babam okul müdürüyle görüşmüş, müdür bey her gün evimize gelir bize de evde özel ders verirdi. Daha sonra sınava girip diplomalarımızı da aldık.
Beybabam önce annemi hafızlık eğitimi için teşvik etmiş. Annem iki küçük çocuğu varken hafızlık eğitimine başlayıp bu eğitimini başarıyla tamamlamış. Hafızlık duası Süleymaniye Camii’nde yapılmış. Daha sonra büyük ablam hafız oluyor. Onun da duası Süleymaniye Camii’nde yapılıyor. Ben de hafızlığı 1960 yılında bitirdim benim duam da aynı camide yapıldı. İki yıldan biraz fazla hafızlık eğitimim sürdü. Yapılan hafızlık törenleri çok güzel olurdu, unutamam.
Beybabamdan ilk dersi aldık. Bize her gün dört satır Osmanlıca metin ödevi verirdi akşam da yazdığımız metne bakar tashihlerini yapıp altına imza atardı. Beğenirse de yıldız koyarak bizi teşvik ederdi. Osmanlıca’ya “Eski yazı” değil “Eskimez yazı” derdi. Özellikle annemizin Osmanlıca tuttuğu günlüğünü günümüz Türkçesine aktardığımızda Osmanlıca bilmemiz ablamın da benim de çok işine yaradı.
Hayır basılmadı. 1946 ile 1990 yılları arasında Osmanlıca olarak tuttuğu bir günlük. Onu kitaplaştırmak istiyoruz ama henüz bir şey yapmadık.
Ben çocukken babam dönemin hat hocalarından Halim Özyazıcı’dan hat dersi almamızı istiyor. Böylece ben ve iki ablam birlikte hat dersine başladık.
Her hafta Hattat Halim Bey evimize gelirdi. Bazen hocamız geldiğinde evde arkadaşımız da olurdu. Hemen hocamız o çocukları da yazmaya teşvik eder, “Defter getirin size de meşk yazayım siz de hat öğrenin” derdi. Herkesin hat öğrenmesini isterdi. Ancak kendisi 1964 yılında elim bir trafik kazasında vefat edince hat dersimiz de yarım kaldı.
Hamit Aytaç Hoca’dan derslere devam ettik. Yine beybabamızın teşvikiyle Hamit Aytaç hoca evimize bu defa haftada bir gelmeye başladı. 1975 yılına kadar bu dersler hamit Hoca’yla devam etti.
Bazen hocamız eve gelemezse beybabamız “meşk almadan olmaz” der bizi toparlar arabaya bindirir hep birlikte hocamızın evine giderdik. O nefis üzüm bağından ikram ettiği üzümleri hatırlıyorum. Daha sonra annem de bizim hat derslerimize katılmaya başladı. Ancak biz kardeşler sonraki yıllarda annem kadar hat üzerine eğilemedik. Annem ise yazmaya devam etti, bu alanda öğrenciler de yetiştirdi.
Bütün bunlar beybabamın teşvikiyle olmuş yoksa o yıllarda yaygın değildi. Üstelik beybabam sadece biz çocuklara hafızlık ve hat dersi aldırmakla kalmamış annemi de evlendikten sonra hem hafızlık hem de hat dersleri için teşvik etmiş. Hatta annem hafızlık dersi alırken her sabah namazından sonra beybabamla birlikte dışarı çıkar yürüyüş yaparlarmış. Annem bu yürüyüş sırasında ezberini okur beybabam da elindeki Kur’anı Kerim’den annemin ezberini dinler, yanlışlarını düzeltirmiş.
Beybabam ilimle ilgili bir yol haritası çizmiştir. Beybabamın bir fotoğrafı vardır: Yanında yirmiye yakın çocukla oturuyor. İşte o çocuklar İstanbul’a kimi hafız olmak için kimisi de okumak için gelmiş. O yıllarda yurt yok camilerde, kurslarda kalıyorlarmış. Beybabam da her bayram bu çocukları toplar çarşıya götürür elbisesinden ayakkabısına her türlü ihtiyaçlarını karşılarmış. Sonra da o çocuklarla camiye gelip birlikte namaz kılarmış. Dindar bir gençliğin yetişmesi için çok emek verdi diyebiliriz.
İlim Yayma Cemiyeti Fatih Çarşamba’da babam ve arkadaşları tarafından kuruldu, onu hatırlıyorum. Açılış törenine rahmetli dayım, babam ve biz çocuklar da dahil ailece gitmiştik. 1951 yılı gibi aklımda kalmış.
Evet Ayasofya Camii ibadete kapatılınca bu önemli hat eserleri de indirilip kapıdan dışarı çıkarılmak istenmiş ancak boyutları büyük olunca kapıdan çıkarılamamış ve bu defa bir kenara atılmış. Adeta çürümeye yüz tutmuş. Babam, mimar arkadaşı Ekrem Ayverdi Bey ve daha kimler var bilmiyorum ama birkaç kişinin girişimiyle Ayasofya müze olunca duvara yeniden asılsın diye dönemin müze müdürüyle görüşülerek levhaları yerine astırmışlar.
Beybabam herkesle görüşürdü. Mesela Celal Bayar’ın bizim evimize geldiğini hatırlıyorum. Necip Fazıl Kısakürek her hafta evimize gelirdi, babamın samimi arkadaşıydı. Bazen sabah erken gelirdi hatta. Beybabam da beni gönderirdi yanına “Misafirle sohbet et ben geliyorum” diye. Necip Fazıl’ın yanına çıkıp onunla beybabam gelinceye kadar sohbet ettiğimi ancak onun çok fazla konuşmadığını hatırlıyorum. Sonra beybabam yanımıza gelir ve birlikte konaktan ayrılırlardı. Yine dönemin yazarlarından
Cevat Rıfat Atilhan evimize gelirdi, babamın yakın arkadaşıydı o da.
Celalettin Ökten ve ailesi vardı.Çarşıkapı tarafında oturuyordu onlar da. Arapça dersine üç kardeş olarak onların evde Celalettin Ökten’den almaya başladık. Hatta Celalettin Ökten “Oğlum da Arapça’ya başlamak istiyordu, sizin kızlarla birlikte ders alabilir mi” demiş. Biz ve oğlu Saadettin Ökten olmak üzere hep birlikte Arapça’ya başladık ama altı ay sürdü devamı gelmedi.
Babamın yakın dostuydu bize gelip giderdi. Mercan tarafında bir konakta yaşardı. Değişik biriydi. Fıstıklı baklavayı özellikle severdi. Bir seferinde evde yine baklava yapılmış yardımcımız Fatma Abla ile İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın konağına hava karardıktan sonra götürdük. Onun da misafirleri mi ne vardı bilmiyorum ama geç kaldık diye kapıda azarladığını hatırlıyorum.
Evimize gelmişti ve biz üç kardeşi çağırtmış önünde hat yazmamızı istemişti. Onun önünde yazdık diye hatırlıyorum.
Ben çok rahat örtündüm. Ama ablam biraz zorlanmıştı. Güzel bir pardösü ve hazır eşarpla örtündüm.
Evet hazırdı. Özellikle beybabam Avrupa’ya gititğinde oradan çok güzel hediye eşarplar getirirdi bize. Hala durur o eşarplarımız. Beybabam Şule Yüksel Şenler’in örtünmesini çok beğenirdi o yıllarda. Onu bize örnek gösterirdi. Bizim biraz önden saçımız görünürdü o ise tamamen kapatırdı. Beybabam da onun gibi örtünmemizi isterdi.
Bizim mahallede evleri vardı. Onunla da güzel bir ahbaplığımız olmuştu, güzel vakit geçirmiştik. Hatta onun ünlü Huzur Sokağı romanı Birleşen Yollar adıyla sinema filmi olunca bir bölümü de bizim Süleymaniye’deki konağımızda çekildi.
Hangi sahneler çekildiğini hatırlamıyorum çünkü ben evlenip ayrılmıştım konaktan. Annem, babam, beybabam, erkek kardeşim ve kız kardeşim oturuyordu o zaman konakta. Hatta erkek kardeşimin çocuğu daha küçüktü. Yeğenimiz de o zaman çocuk rolüyle Birleşen Yollar filminde oynamış.
Annemin her pazartesi misafir kabul günüydü. Mutlaka o gün misafirler gelirdi annemler de ablamlarla misafirliğe giderlerdi.
O yıllarda Akşam Sanat okulları vardı. Ben yemek kursuna Cağaloğlu’ndaki Akşam Sanat Okulu’nu gittim yine Pasta, Dikiş kurslarına gittim orada arkadaşlarla çok güzel vakitler geçirdik.
Benim kayınpederimle dayım hacda birlikte imiş. Bu tanışıklıktan sonra aile Nazif beyin kızları var mıdır diye akıllarına gelmiş. Bu hac yolculuğu sonrası bir gün kayınvalidem ile büyük görümcen bizlerle tanışmaya konağa geldi.
Yok ilk yolculuklar değil. Hacın ilk yolculuklarından birini beybabam ile arkadaşı Fahri Kiğılı Bey birlikte yapmış. Yürüyerek hudutları geçerek Kutsal Topraklara varmışlar. Ama hangi yıllar bilmiyorum. Daha sonra babam uçakla Hollanda üzerinden Türk hacıları götürdü. Dayım ise ayrıca haca gittiğinde eşimin ailesiyle tanışmış.
Beybabam düğün salonlarından çok hoşlanmadığı için bizimki konağın bahçesinde oldu. Düğünden sonra da Erenköy’de bir daire tutuldu oraya yerleştik. 10 ay kadar bu evde yaşadık. O evde ilk kızım Neslihan dünyaya geldi. Oradan da Acıbadem’de tutulan bir konağa taşındık. Orada da kızım Aslıhan dünyaya geldi. Kayınvalidem ve kayınpederim ile bir süre o konakta birlikte yaşadık.
Sahibini hatırlamıyorum ama bir paşanın konağıydı. Paşanın Fahira Hanım diye bir kızı vardı onu hatırlıyorum sadece. Şimdi oturduğumuz apartmanın arsasını kayınpederim o yıllarda aldı ve buraya bir apartman dikti 1964-65 yıllarında bu apartmana taşındık. Son kızım Yasemin de burada dünyaya geldi hala aynı aparmanda oturuyoruz. Bu arada eşim Muharrem Bey de müfettiş oldu. Böyle olunca biz eşimin görevi nedeniyle altı ayımızı her yıl İstanbul dışında geçirmeye başladık.
Çok yer gezdik. Mardin, Siirt, Diyarbakır, İzmir, Aydın. Her yıl altı ay Anadolu’da oluyorduk. Her ay bir şehirde kalıyorduk. Ben biraz titiz insanım. İki tane küçük çocuğum vardı. Gittiğimiz her şehirde önce kaldığımız otelin odasını çok iyi temizlerdim sonra odaya ayakkabı ile girilmesini istemezdim. Bir ay o otelde kalırdık ve bizim evimiz orası olurdu. Bir seferinde Uşak’ın Çivril ilçesine gitmiştik. Gittiğimiz ilçedeki misafirhanede yüksek karyolaları hatırlıyorum. Tuvalete ise paslı bir konserve kutusunu koymuşlar, sular kesik. Ben burada kalamam dedim akşam eşim gelince. Bunu duyan ilçe halkı da bize sahip çıktı bir aile çocukları için hazırladıkları daireyi bize açtı orada kaldık. Çok güzel anılarla döndük.
Evet güzel dostluklarımız oldu. Bir banka müdürü vardı Sedat bey. Eşi Güner hanımla çok güzel bir dostluğumuz olmuştu mesela. Aynı zamanda oyuncu Meltem Cumbul’un anne ve babası oluyor.
Biz müdür eşleri toplanıp günlere giderdik. Ev misafirlikleri dışında hafta sonları yine topluca piknik yapılırdı. Yakın yerlere geziye gidilirdi.
Dindar bir aileden gelmeniz, başınızın örtülü olması, ibadetlerinize dikkat etmeniz bu ortamlarda sorun oluyor muydu?
Valla ben o ortamlarda bu yüzden biraz zorluklar çektim.
Şöyle: İş Bankası’nda çalışanlar arasında eşi eşarplı hiçbir hanım yoktu bir kere. Yemekli toplantılarda hiçbir zaman başımı açmadım ama hep saçım önden görünerek küçük eşarplar takarak idare etmek zorunda kaldım.
Evet önce Paris’e gittik. Üç çocuğum vardı. 1971 yılıydı sanırım. Hatırladığım ilk anılardan birisi o yıllarda çocuklu ailelere Parisliler ev vermek istemiyordu. Böyle bir sıkıntıyla karşılaştık ve doğru dürüst ev bulamadık. Neyse bu sırada bir Ermeni hanım bizi beğenmiş ve evini bize verdi. O dairede iki aile olarak kalıyorduk. Mutfağını banyosunu iki aile birlikte kullandık.
O aile de Türk müydü?
Evet ilahiyat hocalarından Şerafettin Gölcük’ün ailesiyle aynı eve paylaşmıştık. Zaten o yıllarda Paris’te tuvaleti, banyosu olan bir ev bulmak çok zordu. Apartmanın alt katında ortak kullanılan tuvalet ve banyo vardı. Banyo için kovayla su taşıyorduk. Oralara Paris mi denir bilemem. Bu sıkıntılar dışında Paris’i de Paris’e yakın ülkeleri de gezdik.