Yemek hayatın kendisidir aslında. Yediğimiz şeyi yaşadığımız coğrafyadan, ata, dede kültürümüze, dinimize, inançlarımıza göre seçeriz. Kimi yiyecekler bize yasaklanmıştır. Aslında daha sağlıklı ve çok daha iyi bir insan olabilelim diye. Bireyin kimliği, kişiliği olduğu gibi halkların da kimlikleri vardır. Ve sofra, bir halkın tarihini, geçirdiği savaşları, göçleri, inandıklarını ve reddettiklerini, acılarını, mutluluklarını yansıtır. Kim kiminle akraba, kim kime yabancı, sofralarından bilirsin halkların. Binlerce yılda şekillenir çünkü sofralar. Bugün, bir düşmanlık almış başını gider olsa da, ille “yabancı” dedikleri yabancı değildir aslında. Aynı asma yaprağı, Filistin’den Edirne’ye aynı şekilde dolma olur, aynı şekilde pişer. Binlerce yıl önce nasıl Tel Halaf, Göbeklitepe’ye kuş uçuşu birkaç saat ise, bugün de Şanlıurfa Şam’a öyle yakındır. Aynı buğdayı aynı una dönüştüren eller, bugün de aynı dondurmayı yer, aynı kahveyi içer, “bizim” derler. Çünkü mutfaklar arasında, önümüze konan haritalardaki kırmızı, kalın çizgiler yoktur ve sofralar söyler, kim kiminle akraba, komşu. Bahsettiğim kahve türküdeki gibi “Yemen’den gelir”, dondurmayı Kahramanmaraşlı bir genç, Halepli ustasından öğrenir. Kebaba hepimiz “kebap” deriz. Bayıldığımız künefe Suriye kökenlidir.
Bugün adı ne olursa olsun ve arada ne kadar yüksek duvarlar olursa olsun, binlerce yıldır aynı evin evladı olmuş halklarız biz. Şam fıstığı, Antep fıstığıyla kardeştir yani. Kim ne derse desin kardeştir. İçli köfteden çiğ köfteye, muhammaradan humusa, karpuzdan acura. Filistin’den Bosna’ya kardeşiz. Yüzlerce türküyü ve yüzlerce yemeği bölüşürüz biz. Şanlıurfa’dan Filistin’e yol alan Hz.İbrahim’in, o dillere destan, cömert sofrası, ne kadar Filistinliyse, o kadar Urfalıdır. Sembolünü, İbrahim Peygamber’in “halil” ruhuyla bulan, bizi bir araya getiren binlerce yıllık kardeşlik, sofrada başlar. Gelin, hem Türk hem Mezopotamya mutfağında bulunan bu yemeklerin bazılarına bir bakalım. “yabancı” dediklerimizin usulüne göre nasıl pişiriliyor, özellikle bakalım ki, hakikaten kim kime yabancı anlayalım. Mutlu, sağlıklı pazarlar.
2 su bardağı nohut
2 çay bardağı tahin
4 diş sarımsak
Bir çay bardağı zeytinyağı
Bir limon
4 su bardağı su
Bir çay kaşığı tuz
Yarım demet taze nane
Kimyon, kırmızı biber, karabiber
Nohutu bir gece önceden ıslatalım. Haşlayalım ve kabuklarını alalım. Mümkünse ellerimizle yoğurarak ezelim. Sarımsakları soyup dövelim. Haşlanmış ezilmiş nohuta tahin, dövülmüş sarımsak, zeytinyağı, limon suyu ve tuzu ekleyelim. 15 dakika dinlendirelim. Servis tabağına koyup üzerinde zeytinyağı gezdirelim ve karabiber, kimyon, kırmızı biber serpelim. Afiyet olsun.
1 kg yoğurt
1 yumurta
1 yemek kaşığı un
1 çay bardağı pirinç
1 yeme kaşığı nane
Yarım kg orta yağlı koyun eti
1 çay kaşığı tuz
2 diş sarımsak
1.5 lt et suyu
2 yemek kaşığı kuyruk yağı
Eti bol su ile haşlayalım. Pirinci ıslatalım. Sarımsakları ezelim. Yoğurt, un, yumurta, tuz ve naneyi karıştıralım. Ocağa alıp haşlanmış eti ilave edelim. Üzerine yavaş yavaş et suyunu ekleyelim. En son kızdırılmış kuyruk yağını gezdirip servise alalım. Afiyet olsun.