Evlatlarımızın eğitim hayatlarının başarılı olmasını istiyorsak onların öncelikle sağlıklı beslenmelerine dikkat etmek zorundayız. Bu noktada annelere çok önemli iş düşüyor. Anneler çocuklarına mevsimine uygun yemekler hazırlanmalı, sağlıklı beslenme alışkanlığını onlara küçük yaştan itibaren kazandırmalıdır. Çocuklarımızı sabah okula gönderirken mısır gevreği, tost, sandviç yedirmek yerine mutlaka tarhana, sebze, paça veya mevsimine uygun diğer envaı çeşit çorbalarımızdan içirmeliyiz. Alışkanlığı yoksa istemeyebilir, bizler anne babalar olarak bu konuda çocuklarımızı teşvik etmeliyiz. Sabah kemik suyuyla iyi bir tarhanadan yapılan bir kâse çorbayı içen çocuk, eve gelene kadar gün boyu tüm vitaminini almış olur. İyi beslenen çocuk derslerinde de başarılı olur.
Yine eve gelince her gün önüne konulan köfte pilav yerine mevsimine uygun malzemelerle yapılan bir yemeği yiyen çocuğun zihni parlak olur, vücudu şifa bulur. Nitekim her şey mevsiminde şifalı ve lezzetlidir. Sağlıklı bir yaşam sürmek, yediklerimizden lezzet almak istiyorsak her şeyi vaktinde ve kararında tüketmeye özen göstermeliyiz. “Peki ete, köfteye, tavuğa, yumurtaya ne oldu?” dediğinizi duyar gibiyim. Onlar zaten her koşulda çocuklarımıza yedirmeye gayret ettiğimiz besinler. Hatırlatmak istediğim, ihmal edilenler…
Biliyorum, şimdi kimi okuyucularım “çocuğum yemiyor” serzenişlerinde bulunuyor. Özellikle bazı hanımlar çok kızıyor bu konuda bana. Çocuğum yemiyor mazeretine katılmadım hiçbir zaman. Birilerinin bu gerçeği söylemesi gerekiyor; yapmıyorsun ki, alıştırmamışsın ki, direnmemişsin ki yesin... Sonra da gençler fast food yiyor, pizza yiyor, efendim şunu yemiyor bunu yemiyor diye söyleniyoruz. Peki bunda bizim hiç mi kabahatimiz yok?
Türk mutfağında 300’den fazla geleneksel, mevsimsel çorba çeşidimiz var. Buna rağmen nereye gidersek gidelim karşılaştığımız, evlerimizden eksik etmediğimiz mercimek, tavuk suyu, ezogelin... Yeni yetişen nesillerimiz mutfağımızı sadece bu üç-beş çorbadan ibaret sanıyor. Mercimek çorbasının değerine, lezzetine bir lafım yok. Bizim kültürümüze ait bir anane. Başımız üzerine, eyvallah... Ama öylesine zengin çorba çeşitlerimiz içinde sadece birkaç çeşide takılıp kalarak mutfağımıza büyük haksızlık ediyoruz. Değerlerimizi tanıtmak, yaşatmak, gelecek nesillere aktarmak toplumumuzdaki her bireyin önemli bir vazifesi.
Osmanlı döneminde bütün temel ihtiyaçları devlet tarafından karşılanan ordu için beslenmenin direği sayılan çorbalar, simgesel bir nitelik kazanmıştır. Savaş sırasında, çorbanın kaynadığı kazanın düşman eline geçmesi, bir yeniçeri ortası için büyük şeref kaybı sayılırdı. Yeniçeri ortalarının üst subaylarına “çorbacı” denirdi.
15 ve 16’ncı yüzyıllarda sarayda yapılan kırktan fazla çorba çeşidinin kaydı bulunur. 18 ve 19’uncu yüzyıllarda ise çorba çeşitleri altın çağını yaşar. Tutmaç, oğmaç, maşiye, mukliye, ciğer, badem, bakla, çerkes, düğün, ferringiye, tavuk suyu, mantı, buğday ve ayran çorbaları her dönem rağbet görmüştür. Bunların dışında irmik, kulak, bozca, erişte, çorbaları en çok bilinen çorbalar arasındadır.