İnsanlık tarihinin en acı dolu sahnelerinden birisi Gazze’de yaşanmaya devam ediyor. 7 Ekim’den bu yana devam eden İsrail saldırıları, daha doğrusu İsrail’in, Siyonizm’in geçmişi neredeyse 250 sene öncesine dayanan planı, mazlumlara en şedid günlerini yaşatıyor.
Bütün dünyanın izlediği, başta ABD olmak üzere pek çok batılı devletin, insanlık ve evrensel hukuk kurallarının yerle yeksan edildiği günlerde bu katliama dur demek yerine İsrail’i vahşice desteklediği bir süreçten geçiyoruz. Ortaya çıkan yüzlerce yalana, bu soykırımı meşrulaştırma çabalarına rağmen dünyayı ikna etmekte başarısız oldukları, İsrail’in Gazze’nin yiğit halkı karşısında belki de nesiller boyu devam edecek bir Yahudi karşıtlığını kendi elleriyle büyüttüğü bir noktaya doğru gidiyor mesele.
Bu süreçte İsrail’in bütün askeri, ekonomik ve siyasi desteğe rağmen galebe çalamayan yalanları, değil Müslümanları ve Orta Doğu’yu, dünyanın ortak vicdanını ikna edemedi. 7 Ekim’de Kassam Tugayları’nın saldırısıyla başladığını iddia ettikleri bu sürecin devamında, katliamlarını meşrulaştırabilmek adına Kassam Tugayları’nın bebeklerin başını kestiğini, sivilleri hedef aldığını ve daha ispatını yapamadıkları türlü yalanı kullanmaya çalıştılar.
Oysa hayır, hiçbir şey 7 Ekim’de başlamadı. Bugünkü katliamın kökenlerini 7 Ekim kaynaklı lanse etmek, bu suçlara gönüllü olarak iştirak etmektir. Çünkü bu meseleye vicdani, ahlaki, bilimsel ve insancıl bir perspektifle bakıldığında, durum çok farklı. Sene 1798’de başladı oysa her şey. Evet doğru duydunuz. Napolyon, 1798 yılının Temmuz ve Ağustos aylarında Mısır’ı ele geçirdikten bir yıl sonra, 1799’da aklında Filistin topraklarını sömürgeleştirmek vardı ve orada bir Yahudi yerleşimi inşa etmekten bahsediyordu. Bu fikir 1840’ta İngiltere’de de benimsenmeye başladı. Modern siyonizmin kurucusu Theodor Herzl 1897’de İsviçre’deki bir konferansta, kurulacak yeni devletin esaslarını duyurmuştu bile. Tarihler 1902’yi gösterdiğinde ise Herzl, bu devleti betimlerken asıl niyetini, modern siyonizmin esas amacını izhar etmişti. Sözde bu Yahudi devleti, “barbarlık karşısında, Doğu’da bir ileri karakol” görevi üstlenecekti.
Müteakip süreçte dünyanın dört bir yanındaki Yahudiler için “meşru vatan” olarak ilan edilen Filistin’e Yahudiler böylelikle göç etmeye başladı. Osmanlı’nın bütün çabalarına rağmen Yahudilerin, temelleri Napolyon ve Herzl tarafından atılan göçleri devam etti. İngiltere 1917’nin sonunda, Aralık ayında Kudüs’ü fiili olarak işgal etti ve Birinci Dünya Savaşı sonrası yenik düşen Osmanlı’dan kopardı. 1840’tan itibaren fikirsel altyapısı İngiltere’ye nakşedilen bu işgalin ardından başlayan İngiliz mandası, 1917’de böylelikle fiiliyata döküldü. İngilizlerin gelişiyle Yahudiler Filistin’e daha çok göç etmeye başladı ve bugünkü durumun bir diğer müsebbibi olan Balfour Deklarasyonu ile, İngilizler İsrail’in kuruluşunun temelini hazırladılar.
14 Mayıs 1948’de İsrail Filistin topraklarında bağımsızlığını ilan etti, katliamlarına başladı, bir milyona yakın kişi (1948’de dönemde Filistin nüfusunun yüzde 65’inden fazlası) yerinden edildi ve zorla vatanlarından ayrılmak zorunda bırakıldı. Dahası da var. 1967 savaşı, bir diğer adıyla 6 Gün Savaşları sonrasında Doğu Kudüs, Gazze Şeridi ve Sina Çölü İsrail tarafından işgal edildi.
Şu an ABD ve İsrail başta olmak üzere siyonizmin destekçileri bütün bu olanları unutup bugün Gazze’deki katliamı 7 Ekim ile ilintilendirmeye çalışıyor. Bu tarihsel gerçekliklere rağmen hem de. Sanki İsrail Gazze’deki Filistinlileri, El Ariş’e 6 Gün Savaşları sonrası, 1971’de sürgün etmeyi planlamamış, 7 Ekim’e kadar Gazze’deki Filistinliler duvarların arasına hapsolmamış, Filistin işgal edilmemiş, Gazze ambargolara maruz kalmamış da tek taraflı bir saldırıya karşı bu zulme girişmişler gibi anlatıyorlar.
Sanki 2000’li yıllarda Gazze açıklarındaki enerji yataklarının keşfiyle beraber İsrail Süveyş Kanalı’na alternatif olarak Ben Gurion Kanalı projesini hazırlamamış gibi yapıyorlar.
Kökenleri 250 seneye kadar giden bu siyonist ideolojinin, Herzl’in, 1917’nin, 1948’in ve 1967’nin adını dahi anmıyorlar. Şu an savaştıklarını iddia ettikleri Hamas ve silahlı kanadı olan Kassam Tugayları’nı Gazze’den kendi güvenlikleri gerekçesiyle silmeleri gerektiğini söylüyorlar. Ama Hamas’ın 1987’de, silahlı kanadı olan Kassam’ın 1991’de kurulduğunu, 1917’den 1987’ye kadar yaptıkları zulmün adını dahi anmıyorlar.
Yani onlar anlatıyorlar, yalan söylüyorlar, teolojik atıflar yapıyorlar, ve bize bu işgali, zulmü meşru kabul edin diyorlar.
Açık hava hapishanesine çevirdikleri Gazze’de insanlar yıllardır acı çekerken ambargo üzerine ambargo açıklamaya, uygulamaya devam ediyorlar. Sonra bu insanlarla alay eder gibi duvarların arkasında, onların yanı başında konser düzenliyorlar. Onlarca yıldır devam eden bu zulme karşı, uluslararası hukukun kendilerine verdiği silahlı mücadele hakkını kullanan insanlara terörist diyorlar. Bu insanlar sivilleri hayatta kalabilmek adına esir alıp, esirlerin de ifadelerinde belirttiği gibi onlara merhametle muamele ediyor, esirleri koz olarak kullanarak kendi esir halklarını özgürleştirmeye çalışıyorlar. İsrail’in ise konser alanındaki sivilleri bizzat kendisinin katlettiği ortaya çıkıyor. Buna rağmen hedef Gazze, hedef masumlar, hedef siviller. İsrail on binlerce Filistinliyi, neredeyse dörtte üçü kadın, çocuk ve bebek olan masumları katlediyor, Kassam’a koz vermemek için kendi vatandaşlarını dahi öldürüyor ama ‘terörist’ olan Gazze halkı, ‘meşru müdafaa’ hakkı olan İsrail oluyor.
Yazarken başlı başına bana çılgınlık gibi görünen, anlatsalar inanılmayacak bu senaryo şu an Gazze’de bizzat yaşanıyor. Esir takası yapılıyor, İsrail serbest bıraktığından fazlasını Batı Şeria’da (Hamas olmayan) esir alıyor ve hastaneleri, sivil yerleşim alanlarını, okulları, BM’ye bağlı oluşumları dahi bombalamaya kaldığı yerden devam ediyor.
Artık kimse inanmıyor. Rahmetli Aliya’nın sözünden mülhem; Gazze ve Filistinliler ölüyor ama İsrail ve Siyonizm de kazanamıyor. Bilakis, bu deliliğe karşı halen direnen, Müslüman dünyasının birkaç istisna dışında yapayalnız bıraktığı Filistin halkı ve Gazze, dünyanın dört bir yanında, dünyanın en büyük yalanlarına karşı, doğusundan batısına kadar büyük bir kamuoyu oluşturuyor. Halklarının sesine ve vicdanına karşı direnmekte zorlanan İsrail sempatizanı, siyonizm destekçisi bütün ‘liderler’ geri adım atıyor. Çünkü artık İsrail’e, Netanyahu’ya, İsrail’in isimleri değişen ama ideolojisi asla değişmeyen sağcı faşist siyasetine sadece Müslümanlar değil, batı toplumları da inanmıyor.
Zorbalığın ve zulmün karşısında doğruluğu dünyaya çığlıklarıyla öğretiyor Gazze.
İngiltere Başbakanı Rishi Sunak’ın eşinin sahibi olduğu firmanın anlaşma yaptığı küresel petrol şirketinin Gazze açıklarında petrol arayacak olması (İsrail ile anlaşma yapması), İsrailli inşaat firmalarının Gazze sahilinde enkazlar üzerinde inşa edeceğini duyurduğu villalar, İsrail’in Süveyş’ten Ben Gurion Kanalı’na doğru ticari güzergahını değiştirme çabası, Gazze açıklarında batılı ülkelerin göz koyduğu yüz milyarlarca dolar değerindeki doğal zenginlik ve daha nicesi… Bu zülme, soykırıma, İsrail’in her yaptığına destek verenlerin gerekçelerinden sadece bazıları bunlar.
1948’te, Nekbe esnasında Filistin genelinde yerinden edilen masumların iki katı küçücük Gazze’de, 2023’te yerinden edildi. On binlerce sivil dünyanın gözleri önünde bu yazıda bahsettiğim yalanlar uğrunda katledildi. Enkaz altında belki bir o kadarı daha sıkıştı ve kaldı. Yani hiçbir şey 7 Ekim’de başlamadı ama 7 Ekim ile beraber pek çok gerçek ortaya çıktı.
Bunlardan da büyük bir gerçek ise artık içimize ve tarihe nakşedildi. O da şu ki: sözde mağdurun (İsrail’in), katil oluşuna artık kimsenin şüphesi kalmaması. ABD ve bu katliama destek veren batılıların yine İsrail öncülüğünde, kendilerine karşı nesiller boyu sürecek bir nefretin temelini kendileri atması.