2020 yılı tüm dünya için sağlık ve ekonomi temelli sorunların yol açtığı krizlerle boğuşmakla geçerken İsrail özelinde ise bu krizlere yönetişim sorununun da eklemesi İsrail iç siyasetini çözümsüzlüklerle bezeli bir düğüme dönüştürmüştür. Aralık 2018 tarihinde İsrail Evimiz Partisi lideri Avigdor Liberman’ın Netenyahu’nun liderliğindeki sağ hükümetten ayrılması ile seçim çıkmazına sürüklenen İsrail, iki yıldır devam eden hükümet tesis edememe ve devam ettirememe sebebiyle de istikrarsız bir siyasi atmosfere sahip olmuştur. İsrail’in hükümetsiz kalması, Başbakan Bünyamin Netenyahu’nun yolsuzluk davaları sebebiyle toplum nezdinde büyük protestolara ve eleştirilere maruz kalması, toplumsal mutabakat zemininde çözülemeyen seküler-dindar ayrışmasının politik çözümsüzlüklerin merkezine oturması ve en nihayetinde de Kovid-19 Pandemisi nedeniyle ekonomik göstergelerin zarar görmesiyle 2020 senesi, şüphesiz ki, İsrail’in savaş yılları haricinde geçirdiği en sorunlu yıl olmuştur.
Öte yandan, dış politikada Trump-Kuşner desteği sayesinde önemli kazanımlar elde eden İsrail ABD’nin koruyucu şemsiyesi altında, iç politikadaki kaosun tam tersi bir şekilde, kendisi açısından başarılı ve istikrarlı bir dış politika izlemiştir. ABD’nin İran ile imzalanan nükleer enerji anlaşmasından çekilmesi, Kudüs’ün ABD tarafından başkent olarak tanınması, Golan’ın işgalinin meşru görülmesi, Sözde Yüzyılın Barış Anlaşması ve Batı Şeria İşgalinin zeminin hazırlanması, Arap-İsrail Normalleşmesi ve son olarak da ABD’de İsrail lehine casusluktan 35 yıldır gözetim altında olan Jonathan Pollard’ın salıverilmesi gibi Trump destekli dış politik kazanımlar İsrail’in 2019-2020 yıllarına damga vuran ve etkileri 2020’nin ikinci yarısında daha bariz ortaya çıkan, gelişmelerden bazılarıdır. Pek tabii, Evanjelik motivasyonlarla bezeli Hristiyan-Siyonizm’in kredi limitini yükselten Donald Trump’ın İsrail’in çoklu dış politik manevralarındaki başarısının altında yatan en büyük güç olduğunu gözardı edemeyiz. “Peki, bu durum Joe Biden döneminde de devam edecek mi?” sorusu ise 2021’de karşımıza çıkacak olan İsrail dış politikasını anlamlandırmamızda yardımcı olacaktır.
2021 yılına Kovid-19 Pandemisi dolayısıyla başlayan aşılama çalışmaları ve uygulanan üçüncü karantina süreci ile birlikte daha stabil bir toplumsal düzen çerçevesinde girecek olan İsrail, bir yandan Mart 2021’de gerçekleşecek olan dördüncü erken seçime hazırlanırken öte yandan da Arap-İsrail normalleşme sürecini daha da genişletme arzusundadır. Trump yönetimi sayesinde Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve Fas ile ilişkilerin normalleşmesi yönünde tarihi adımlar atan Netanyahu yönetimi, Biden döneminde de Suudi Arabistan ile diplomatik ilişkilerin tesisinde kararlı olduğunu çeşitli medya organlarından duyurmaktadır. Biden döneminde olası bir ABD-İran anlaşmasına karşın bölgesel bağların güçlendirilmesi, seçimlerden hangi sonuç çıkarsa çıksın kurulacak yeni hükümetin de yakalayacağı tarihi fırsatların başında olacaktır. Birkaç yıl öncesinden başlayan bölgesel entegrasyon projeleri bağlamında Ürdün ve Mısır ile, devam eden dostluk anlaşmalarının da yardımıyla, ikili ekonomik göstergelerde ilerleme kaydeden İsrail, ticari ve kültürel iş birlikleri sayesinde İran’a karşı yeni bir cephe tesis etmeye kararlı bir pozisyonda olacaktır.
Bölgesel politikalarını üç ana kulvarda kurgulayan İsrail, Akdeniz hattında AB ve Kuzey Afrika ülkeleri ile yapmış olduğu iş birlikleri sayesinde batı tarafını hem güvenlik hem de ekonomi politikaları açısından güvence altına almış durumdadır. Öyle ki, 2020’nin son çeyreğine kadar Lübnan ile sınır ihtilaflarını çözmek üzere kurulan diyalog bile aşırıcı Filistin politikalarına rağmen, hesapsız ABD desteğinin İsrail’i ne denli avantajlı bir konuma getirdiğini görmemiz için yeterlidir. Doğu hattında İran’ı baskılamak için Körfez ve Kafkasya ittifakına yönelen İsrail, Azerbaycan’ın Ermenistan’a karşı vermiş olduğu mücadeleye aktif destek sağlayarak Ortadoğu’nun yeni entegrasyonu içerisinde meşruiyetini arttırmıştır. Son olarak ise Batı ve Doğu aksındaki hamleleri kuzey hattında kendisine yönelecek olan İran vasisi tehlikelere odaklanmasını sağlayacaktır. Burada bir parantez açmak gerekirse; 2021 yılı Türkiye-İsrail ilişkilerinin de şekilleneceği bir sene olacaktır. Doğu Akdeniz’deki enerji politikalarında Rum ortakları ile boru hattı projelerine imza koyan İsrail, 2020 yılının oluşturduğu ekonomik problemler çerçevesinde bu projeleri hayata geçirebilecek durumda değildir. Ekonomik anlamda daha makul enerji nakil projeleri gerçekleştirebileceği, güvenlik bağlamında Azerbaycan ile arasındaki coğrafi boşluğu doldurabilecek pozisyondaki Türkiye, 2021 İsrail dış politikası açısından daha cazip bir partner olarak belirginleşecektir. Pek tabii sadece müşterek dış politik menfaatlerin şekillendirmeyeceği bir ilişki olan Türkiye-İsrail ilişkileri, İsrail seçmeninin önüne 2021 Mart’ında konulacak olan sandıkla da yakından ilişkilidir.
Joe Biden, başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın dört bir yanında Trump öncesi ABD jandarmalığını ve NATO motivasyonlarını tekrar devreye sokacağına ilişkin güçlü sinyaller vermektedir. Bu gerçeği gözardı etmeden Trump dönemi kadar olmasa da İsrail’in ABD desteğine mazhar olacağını söyleyebiliriz. Bu destek tek taraflı olarak İsrail sağının “hepsi bizim olsun” mantığından ziyade Ortadoğu’da İran’a karşı “havuç ve sopa” stratejisini ortaya koyacak toplu bir iş birliği şeklinde olacaktır diyebiliriz. Biden’ın iki devletli çözümü Trump’a nazaran daha müspet bir şekilde yorumlayacağı ve Filistinlilerin daha görünür bir pozisyonda tutacağını söylememiz de yanlış olmayacaktır. Dahası, Doğu Akdeniz’de Rusya’yı karşısına alacak olan Biden yönetimi, İsrail’i, bölgedeki potansiyel menfaatlerine de uyum sağlayacak olan, Türkiye’nin “Mavi Vatan” doktrinine uyması konusunda teşvik edeceğini düşünmekteyim. İki ülke arasında devam eden istihbarati görüşmelerin aşikâr olduğu 2020 Aralık ayında, İsrail hükümetinin ana ortağı olan Likud’a yakın Israel HaYom gazetesinde yer alan “Mavi Vatan” doktrini ve İsrail açısından avantajlarına dair makale ise iç istikrarın sağlanması halinde normalleşme zincirleriyle İsrail’in bölgedeki meşruiyetini arttıracak gelişmelerden birisidir. Unutmadan eklemek gerekir ki; İsrail’in dış politikada tüm dış desteğe rağmen yeterli meşru zemine kavuşamama problemi de mevcuttur. Realist devlet çıkarları ve devletleri yöneten iktidarların kararları, İslam toplumlarının vicdanında Filistin’in mağduriyetini örtmemektedir. Türkiye’nin de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan nezdinde dikkat çektiği bu nokta; İsrail’in Ortadoğu’da gözardı edilemez bir gerçeklik ve potansiyel bir ortak olmasının Filistin’e uyguladığı tutumla yakından ilişkisi olacağıdır. Hükümetler ve liderler ile yapılan anlaşmaların toplum nezdinde kalıcı olmasının yegâne şartı da budur.