Miraç gecesi tüm İslam alemi için bu gece idrak edilecek. Miraç gecesine kavuşan Müslümanlar, bu geceyi hem dualarla hem de ibadetlerle geçirecekler. Bununla birlikte binlerce Müslüman Miraç gecesinde yaşananlar ve faziletleri hakkında detayları da merak ediyor. Ümmete hediyelerle geri gelen Peygamber Efendimiz Miraç gecesi neler yaşadı merak ediliyor. Miraç, kelime anlamı olarak, yukarı çıkmak, yükselmek ya da göğe çıkış demektir. İslâm inancına göre ise Efendimizin (s.a.v), Allah’ın (cc) dâveti üzerine yedi kat semâyı aşıp O’nunla görüşmesi mûcizesidir. Peki, Miraç gecesinde ne oldu? İşte, Miraç gecesi yaşananlar ve Miraç Gecesi hakkında bilinmesi gerekenler...
MİRAÇ GECESİNDE NE OLDU? İŞTE O GECE YAŞANANLAR
Miraç gecesi yaşananlar arasında en bilineni ümmet için Efendimizin getirdiği beş vakit namazdır. Peki, Miraç gecesi neler yaşandı? İşte detaylar...
“Resûlullah (sav) İsrâ gecesi götürüldüğünde kendisine birinde şarap diğerinde süt olan iki bardak getirildi. Resûlullah onlara baktı ve sütü aldı. Bunun üzerine Cibrîl,
"Seni fıtrata (insan tabiatına) uygun olanı almaya yönlendiren Allah"a hamdolsun. Eğer şarabı alsaydın ümmetin azgınlaşırdı."
dedi.” (N5660 Nesâî, Eşribe, 41)
Kavmi tarafından iyice sıkıştırılan Hz. Peygamber, Rabbi tarafından âyetlerinin bir kısmını kendisine göstermek ve böylece daha metin olmasını sağlamak için, mucizevî bir yolculuğa çıkarıldı. Buna dikkat çekmek isteyen Yüce Allah, Kur"an"da şu ifadelere yer vermiştir:
“Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed"i) bir gece Mescid-i Harâm"dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksâ"ya götüren Allah"ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”
Mekke"de bunalan Hz. Peygamber"i bu yolculuğa hazırlamak için Cebrail geldi. Hz. Muhammed"e merkepten büyük, katırdan küçük, Burak adı verilen beyaz bir binek getirildi. Burak, adımını gözünün gördüğü son noktaya basmaktaydı. Mescid-i Harâm"dan Burak"la başlayan kutsal yolculukta, Hz. Peygamber Beytü"l-Makdis"e gelip orada iki rekât namaz kıldı. Sonra kendisine birinde şarap diğerinde süt olan iki bardak getirildi. Resûlullah onlara baktı ve sütü aldı. Bunun üzerine Cibrîl,
"Seni fıtrata (insan tabiatına) uygun olanı almaya yönlendiren Allah"a hamdolsun. Eğer şarabı alsaydın ümmetin azgınlaşırdı."
dedi.”
Kendisine özel bir anlatım örgüsü içerisinde takdim edilen bu olağanüstü yolculuk esnasında hem Hz. Peygamber"in kişisel durumuna hem de getirdiği dinin temel özelliklerini yansıtan birtakım unsurlara özel olarak dikkat çekilmiştir. Süt ve şarap ikramında sütü seçmesi ve Cebrail tarafından fıtratı seçmekle müjdelenmesi, şarabı seçmiş olsaydı ümmetinin azacağının belirtilmesi7 bunlardan biridir.
Beytü"l-Makdis"e kadar olan ve Kur"an"da gece yürüyüşü anlamına gelen “İsrâ” kelimesiyle karşılanan yolculuk, semaya yükselişle yani “Mi"rac” ile devam etti. Yine Allah Resûlü yedi kat semanın her katında, peygamberlerden biriyle buluştu. Bu buluşmalar, hem şahsı ve hem de davet taktiği açısından, ifadeye dökülenlerden daha fazla anlam içermektedir. Zira yaşanan bu tecrübe, Allah"tan vahiy alan peygamberlerin, görevi açısından birlikteliğini ortaya koymakta; dolayısıyla müntesiplerini asgarî müşterekte birleştirmeyi hedeflemektedir.
Birinci kat semâda Hz. Âdem’le,
İkinci katta Hz. İsa ve Hz. Yahya,
Dördüncü katta Hz. İdris,
Yedinci katta Hz. İbrahim ile görüştü.
Melekleri, cennet ve cehenneme kadar bütünüyle âhiret hayatını müşahede etti. Bütün mülk ve melekût âlemlerini dolaştı.
Bu yolculuğun sonunda Hz. Peygamber, mânâ âleminde Yüce Allah"ın huzuruna çıkmış; O"ndan bazı emirler almış ve birtakım ödüllerle de huzurdan ayrılmıştır. Allah Resûlü, zaman ve mekândan münezzeh olan Rabbi ile buluşmayı insanın idrakine sunarken de şüphesiz dilin imkânlarını kullanmıştır. Bunu insanî eylemlerle karıştırmamak gerekmektedir. Sadece zaman ve mekânla iliştirildiği takdirde anlama imkânı bulunan insana, anlatmanın bir aracı olarak yani idraki kolaylaştırmak için söz konusu figürlere başvurulmuştur. Nitekim Ebû Zer, Resûlullah"a, “Rabbini gördün mü?” diye sormuş, Hz. Peygamber de,
“O bir nur, O"nu nasıl göreyim!”
buyurmuştur.8 Huzura çıkan Elçisi"nin Rabbini görüp görmediği merak edilmeye ve tartışılmaya başlanınca, Hz. Âişe, “Her kim Muhammed Rabbini gördü derse yalan söylemiştir. Zira Allah,
9 buyurmaktadır.” açıklamasını yapmıştır.10
Âyet-i kerimelerde yedi kat sema ifadesi kullanılmış; semanın her katı Hz. Âdem"le başlayan ve Hz. Muhammed"le biten tevhid geleneğinin önemli isimlerinden biriyle buluşmaya sahne olmuştur. Öncelikle kabul edilen sema algısı ortaya konulmalıdır. Bu amaçla âyet-i kerimelere baktığımızda, her şeyin yaratıcısı olan Allah Teâlâ, semayı yedi kat olarak11 tanzim etmiştir.12 Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar da Allah"ı tesbih etmektedir.13 O, yedi göğü tabaka tabaka yaratmış, onların arasında herhangi bir uyumsuzluk olmadığına dikkat çekerek şöyle buyurmuştur:
“Rahmân"ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun?”
14
Rivayetlerdeki anlatıma göre insanlığın atası Hz. Âdem"le birinci kat semada karşılaşılır. Cebrail Hz. Peygamber"le birlikte huzura vardığında, yanındakinin kim olduğu sorulur. Cebrail, “Muhammed” cevabını verdiğinde, “O gönderildi mi?” diye sorar Hz. Âdem ve farklı katlarda karşılaştığı diğer peygamberler. O soru ve verilen cevap, Hz. Âdem"le başlayan nübüvvet geleneğine dikkat çekmekte, öte yandan hem melekût âleminde hem de insanlardaki beklentiye vurgu yapmaktadır. “O gönderildi mi?” Bu, önemli bir sorudur. Zira Son Peygamber"e atıfta bulunduğu gibi kıyametin yaklaştığına da dikkatleri çekmektedir. Nitekim karşılaşılan peygamberlerden Hz. İbrâhim, Hz. Musa ve Hz. İsa ile kıyamet hakkında müzakereler yapmışlardır.15
Bu, risâlet zincirinin son halkası olarak Hz. Muhammed"in bir bütüne ait olduğunu, diğer bir ifadeyle Efendimizin Hz. Âdem"in, Hz. Musa"nın ya da Hz. İsa"nın iletmek istediği mesajı tebliğ etmekle yükümlü bir peygamber olduğunu anlatmaktadır. Ona iman edenler de söz konusu nübüvvet geleneğinin bir halkası olarak gelen hiçbir peygamberi ayırt etmemiş, birini diğerinden üstün tutmamış, hepsine iman etmişlerdir. Âyet-i kerimede bu durum şöyle ifade edilmiştir:
“Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri; Allah"a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: "O"nun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz..."”
16 Bu ilâhî gerçeğin bilincinde olan Hz. Peygamber, Beytü"l-Makdis"te ayağını diğer peygamberlerin bastığı yere bastığını bildirmiştir.17
Bu noktada duyarlılık oluşturacak insanî birtakım unsurlara da dikkat çekilmiştir. İnsanların içerisinde bulunduğu küfür ve inançsızlığın, ataları Âdem Peygamber"i üzdüğü vurgulanmıştır:
“Birinci kat semaya yükseltildiğim zaman baktım ki orada bir zât duruyor. Sağında birtakım karaltılar solunda da birtakım karaltılar gözüküyor. Bu zât sağına baktığında gülüyor, soluna baktığında ağlıyordu. Bana dönerek, "Hoş geldin salih peygamber, hoş geldin salih evlât." diyerek beni selâmladı. Ben, Cebrail"e onun kim olduğunu sorunca, "Bu Âdem"dir. Sağındaki ve solundaki karaltılar da onun çocuklarının ruhlarıdır. Sağındakiler cennetlikler, solundakiler de cehennemlik olanlardır. Bu nedenle sağına bakınca mutlu oluyor, soluna bakınca da üzülüyor."
açıklamasını yaptı
18
Hz. Peygamber yaşadığı bu metafizik tecrübeyle sahipsiz olmadığına olan inancı ve güveni tazelenmiştir. İbn Abbâs"tan rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber Mi"rac"a çıktığı zaman beraberinde büyük topluluklar bulunan peygamberlerin yanında, etrafında birkaç kişi olan ve hatta hiç müntesibi olmayan peygamberler görmüştü. Sonunda büyük bir kalabalık görmüş ve bunların kim olduğunu sormuştu. “Musa ve kavmi.” demişler, “Fakat başını kaldır ve bak.” diye eklemişlerdi. Başını kaldırdığında Peygamber Efendimiz, ufku tamamen kaplamış bir kalabalık görmüştü. Ona, “İşte bunlar senin ümmetindir.” demişlerdi.19
Etrafındaki bir avuç insanla ölüm kalım mücadelesi veren Hz. Peygamber için bunun anlamı çok farklı idi, bu bir müjde idi. Nitekim Peygamberimiz de bunu böyle algıladı. Zira Rabbi, âyetlerinden bir kısmını açık bir şekilde göstermişti. Ancak bu olayın anlatımında farklı bir dil kullanılmıştır. Bir gün için elli vakit olarak belirlenen namaz, Hz. Peygamber"in münâcâtıyla beş vakit olarak tespit edilmiştir.20 Ancak burada her namaz için on kat sevap verileceğine yapılan vurgu anlamlıdır. Beş vakte razı olmak, üstelik her bir vakte on namaz sevabı verileceğini bilerek ibadet etmek, insanı heveslendirmek için kullanılan bir söylemdir.
Mi"rac yolculuğunda, kendisini ziyarete gelen habibini boş çevirmeyen Yüce Allah ona birtakım hediyeler vermiştir. Elli olarak belirlenen namaz, beş vakit olarak takdir edilmiş ama elli namaz değerinde kabul edilmiştir. Bakara sûresinin son iki âyeti orada vahyedilmiş, ayrıca ümmetinden Allah"a şirk koşmayan günahkârların bağışlanacağı müjdesi verilmiştir.21
Öte yandan, temaşa edilen cennet ve cehennemdeki22 birtakım manzaralar İslâmî eğitimin bir aracı olarak da kullanılmak istenmiştir. Meselâ, Hz. Peygamber, Mi"rac esnasında bakırdan tırnaklarıyla kendi yüzlerini ve bağırlarını tırmalayan bir topluluk görmüştü. Onların kim olduğunu sorduğunda, “Bunlar gıybet etmek suretiyle insanların etlerini yiyen ve onların şereflerine saldıran kimselerdir.”23 cevabını almıştı. Karınları yılanlarla dolu ve ev kadar şişkin olan insanları gördüğünde onların kim olduğunu sormuş, kendisine onların faiz yiyen insanlar olduğu bilgisi verilmişti.24
Bu mucizevî yolculuktan dönen Allah Resûlü, dönüşünde amcasının kızı Ümmü Hânî"yi uyandırdı ve onlara sabah namazını kıldırdı. Ardından da olup bitenleri anlattı. Şaşkınlaşan Ümmü Hânî"ye, bunun sıradan bir şey olmadığını anlatmak için zamana ve mekâna vurgu yaparak Hz. Peygamber sözüne şöyle devam etti:
“Bildiğin gibi burada yatsı namazını kıldım, sonra Beytü"l-Makdis"e gittim ve orada namaz kıldım. Sonra da sizinle birlikte şimdi gördüğün gibi sabah namazını kıldım.”
Ümmü Hânî"yi şaşkınlaştıran Hz. Peygamber"in bu ifadeleri, aslında İsrâ sûresi birinci âyetinin diğer bir şekilde ifade edilmesiydi:
“Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu bir gece Mescid-i Harâm"dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksâ"ya götüren Allah"ın şanı yücedir.”
25
Daha sonra Hz. Peygamber, Ümmü Hânî"nin evinden ayrılmak için ayağa kalktı. Ancak ridasının bir ucundan yakalayan Ümmü Hânî gitmesine izin vermedi ve “Ey Allah"ın Elçisi! Bunu kavmine haber verme; onlar seni yalanlar ve sana eziyet ederler.” diyerek kaygısını ifade etti.
Rabbinin vahyettiklerini tebliğ etmekle yükümlü olan ve şartlar ne olursa olsun hiçbir şeyi gizlemeyen Allah Resûlü, Ümmü Hânî"nin sözlerini dinledikten sonra,
“Vallahi haber vereceğim.”
dedi ve evden çıktı. Onun için endişelenen Ümmü Hânî, olup bitenleri takip etmesi için Habeşli cariyesini Peygamber"in peşine taktı.26
Ümmü Hânî ile aralarında bu konuşma geçen Hz. Peygamber, insanların kendisini yalanlayacaklarını düşünerek bir kenara çekilmiş, hüzünlü bir şekilde oturuyordu. Allah"ın düşmanı Ebû Cehil yanına sokuldu ve alaycı bir şekilde, “Yeni bir şey var mı?” diye sordu. Hz. Peygamber,
dedi. Meraklanan Ebû Cehil, “Ne var?" diye konuşmayı sürdürdü. Hz. Peygamber,
dedi. Ebû Cehil, “Nereye?” diye sorduğunda, Hz. Peygamber,
cevabını verdi. Ebû Cehil, “Sonra da aramıza döndün, öyle mi?” dedi. Resûlullah da,
diye karşılık verdi.
“Ben miraçtan daha güzel bir şey görmüş değilim.” diyen Peygamberimiz, miraç gece yer yüzüne geri dönerken yanında ümmetine hediyeler getirdi.
Beş vakit farz namazı getirmiştir. İhsan şuuruyla kılınan namazlar, ümmetin mi’rac asansörleri olacaktır.
“Âmenerrasûlü” diye bilinen âyetleri getirmiştir. [Bakara, 2/285–286].
İsra sûresi’nin 22–39. âyetlerinde21 bahsedilen on iki adet İslâm prensibini getirmiştir.
Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmadan ölen kimselerin günahlarının affedileceği ve Cennet’e girecekleri müjdesini getirmiştir.
İyi amele niyetlenen kişiye –onu yapamasa bile– bir sevap; eğer yaparsa on sevap yazılacağı; fakat kötü amele niyetlenen kişiye –onu yapmadığı müddetçe– hiçbir günahın yazılmayacağı; ancak işlediği zaman da sadece bir günah yazılacağı müjdesini getirdi.
de Mi’rac Gecesi Allah ile karşılıklı selâmlaşma ve sohbetlerinden bazı sözleri getirmiştir ki "et–Tahiyyâtü" diye meşhur olan bu sözler, bütün namazlarda teşehhütte otururken okunmakla Mi’rac'da Allah ile Habibi (sas) arasındaki o kutsî sohbeti hatırlatmakta ve benzerî bir mükâlemeye namaz kılanı mazhar etmektedir.
HADİSLERLE MİRAÇ GECESİ YAŞANANLAR
Miraç gecesi yaşananlar tüm Müslümanlar tarafından merak edilir. Çağımızda merak edildiğini daha fazlasıyla Efendimizin zamanında da sahabeler tarafından merak edilmiştir. Sahabeler Miraç gecesi yaşananlar ile ilgili sürekli sorular sormuştur. İşte, hadis-i şeriflerle o gece yaşananlar:
Resûlullâh miraça çıkmadan sadrının temizlenmesini şöyle anlatır:
“Ben Kâbe’nin Hatîm kısmında yatıyordum. Uyku ile uyanıklık arasında bana biri geldi, şuradan şuraya kadar (göğsümü) yardı. (Bu sözünü söylerken boğaz çukurundan kıl biten yere kadar olan kısmı gösteriyordu.) Kalbimi çıkardı. Sonra bana, içerisi îman ve hikmetle dolu, altından bir kab getirildi. Kalbim (çıkarılıp su ve Zemzem ile) yıkandı. Sonra içerisi îman ve hikmetle doldurulup tekrar yerine kondu…” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk 6, Enbiyâ 22, 43; Müslim, Îman 264)
Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre, İsrâ gecesi Resûl-i Ekrem’a, birinde şarap diğerinde süt bulunan iki kâse getirildi. Hz. Peygamber şöyle bir baktıktan sonra süt kâsesini tercîh etti. Bunun üzerine Cebrâîl (a.s.):
“Seni, insanın yaratılış gâyesine uygun olana yönlendiren Allâh’a hamd olsun. Şâyet içki dolu bardağı alsaydın, ümmetin sapıklığa düşerdi.” dedi. (Müslim, Îman, 272; Eşribe, 92)
ALEMLER ÖTESİ YOLCULUK: MİRAÇ
Miraç kelime anlamı olarak göğe yükseliş demektir. İşte konuyla ilgili hadisler:
“−Ben Kâbe’nin Hatîm kısmında uyku ile uyanıklık arasında idim…
Yanıma merkepten büyük, katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak’tı. Ön ayağını gözünün gördüğü en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibrîl -aleyhisselâm- beni götürdü. Dünyâ semâsına kadar geldik. Kapının açılmasını istedi.
« − Berâberindeki kim?» denildi.
« − Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm-» dedi.
« − Ona Mîrâc dâveti gönderildi mi?» denildi.
« − Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!» denildi ve kapı açıldı.
Kapıdan geçince, orada Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’ı gördüm.
« − Bu babanız Âdem’dir! O’na selâm ver!» denildi.
Ben de selâm verdim. Selâmıma mukâbele etti. Sonra bana:
« − Sâlih evlât hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin!” dedi.
Sonra Hazret-i Cebrâîl beni yükseltti ve ikinci semâya geldik. Burada Hazret-i Yahyâ ve Hazret-i Îsâ -aleyhimesselâm- ile karşılaştım. Onlar teyzeoğullarıydı.
Sonra Cebrâîl beni üçüncü semâya çıkardı ve orada Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm- ile karşılaştık. Dördüncü kat semâda Hazret-i İdrîs -aleyhisselâm- ile, beşinci kat semâda Hârûn -aleyhisselâm- ile, altıncı kat semâda ise Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- ile karşılaştık.
« − Sâlih kardeş hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin!» dedi. Ben onu geçince, ağladı. O’na:
« – Niye ağlıyorsun?» denildi.
« − Çünkü, benden sonra bir delikanlı peygamber oldu, O’nun ümmetinden Cennete girecek olanlar, benim ümmetimden Cennete girecek olanlardan daha çok!» dedi.
Sonra Cebrâîl beni yedinci semâya çıkardı ve İbrâhîm -aleyhisselâm- ile karşılaştık.
« − Bu, baban İbrâhîm’dir; ona selâm ver!» dedi.
Ben selâm verdim; O da selâmıma mukâbele etti. Sonra:
« − Sâlih oğlum hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin!» dedi.
« − Yâ Muhammed! Ümmetine benden selâm söyle ve onlara Cennetin toprağının çok güzel, suyunun çok tatlı, arâzisinin son derece geniş ve dümdüz olduğunu bildir. Söyle de Cennete çok ağaç diksinler. Cennetin ağaçları “Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber!” demekten ibârettir.» dedi.
Sonra Sidretü’l-Müntehâ’ya çıkarıldım. Bunun meyveleri (Yemen’in) Hecer testileri gibi iri idi, yaprakları da fil kulakları gibiydi.
Cebrâîl -aleyhisselâm- bana:
« − İşte bu, Sidretü’l-Müntehâ’dır!» dedi.”
Burada dört nehir vardı: İkisi bâtınî nehir, ikisi zâhirî nehir.
« – Bunlar nedir, ey Cibrîl?» diye sordum. Cebrâîl -aleyhisselâm-:
« – Şu iki bâtınî nehir, Cennetin iki nehridir. Zâhirî olanların biri Nil, diğeri de Fırat’tır!» dedi…”
(Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 6; Enbiyâ, 22, 43; Menâkıbu’l-Ensâr, 42; Müslim, Îman, 264; Tirmizî, Tefsîr 94, Deavât 58; Nesâî, Salât, 1; Ahmed, V, 418)
Sidretü’l-Müntehâ’da Cebrâîl -aleyhisselâm-:
“ – Ey Allâh’ın Resûlü! Buradan öteye yalnız gideceksin!” dedi. Resûlullâh:
“ – Cenâb-ı Hak bana buraya kadar çıkma izni vermiştir. Eğer buradan ileriye bir adım atarsam, yanar kül olurum!..” dedi. (Râzî, XXVIII, 251)
CENNETİN GİRİŞİNDEKİ AĞAÇ: SİDRET'ÜL MÜNTEHA
Sidret'ül münteha, yükselişteki son durakta bulunan ve cennetin girişindeki ağaç olarak tanımlanmıştır. Bazı hadislerde genişliğinin 70 arşın olduğu bildirilmiştir. "Sidret'ül münteha", son sedir anlamında Arapça tanım terkibidir.
“ – Yâ Resûlallâh! Sidre’yi kaplayan ne gördün?”
“ – Altundan pervânelerin onu bürüdüğünü ve her yaprağında bir meleğin oturup Allâh’ı tesbîh ettiğini gördüm.”
(Taberî, XXVII, 75; Müslim, Îman, 279)
Peygamberimizin Allah Teâla’yı görmesi
İbn-i Abbâs -radıyallâhu anh-’tan gelen rivâyete göre Resûl-i Ekrem:
“Ben, yüce Rabbimi gördüm!”
buyurmuştur. (Ahmed, I, 285; Heysemî, I, 78)
Bir başka rivâyette Peygamber Efendimiz “Rabbini gördün mü?” sorusuna cevâben:
buyurmuşlardır. (Müslim, Îman, 292)