Bağımsız sinemanın tek yaşam alanı olan festivaller konusunda ülkemizde son yıllarda iç açıcı bir tablo görünmüyor. Kürsülerin politik eleştiri alanına dönmesi, tartışmalı filmlerle manipülatif başlıkların açılması ve siyasetin esas konuya odaklanmakta gecikmesi, film festivallerinin yapılmama aşamasına gelmesine sebep oldu. Geçtiğimiz yıl Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yaşananlardan sonra festival iptal olmuştu. Önceki yıl yaşananlar sebebiyle Boğaziçi Film Festivali sarsılmıştı ama neyse ki geçen yıl düzenlenmişti. Malatya Film Festivali hızla ilerlerken akamete uğramış ve sonrasında yapılamamıştı.
Peki, ne olacak? Batı başta olmak üzere dünyada gündemler festival çevrelerinde şekillenip, kürsülerde söylenenler önem arz ederken, neden ülkemizde festivaller çoğalmak yerine
sona eriyor?
Tam da festival mevsiminin arefesindeyken genel tabloyu değerlendirmek gerek. Ülkemizde uzun metraj filmlerin yarışacağı festival sayısı az. Nüfusa ve sinema potansiyeline nazaran sayı az. Coğrafi ve kültürel çok farklı bölgelere sahip olan Türkiye’de farklı dokularda film festivallerinin çoğalması elzem. Sinemamızın yaşaması buna bağlı. Zira dünyanın hiçbir yerinde bağımsız sinemanın güçlü olmadığı bölgelerde endüstri de güçlü kalamamıştır. İran’dan Kore’ye, ABD’den Fransa’ya, Rusya’dan Çin’e kadar sinema endüstrisi önce bağımsız filmlerle kendinim gösterir. Sonrasında sektör sağlamlaşıp büyüyünce endüstri de büyür.
Mesela Türk dizilerinin dünyayı kasıp kavurmaya başladığı dönem, 1990’larda hareketlenen ve 2000’lerin başında yükselişe geçen, adına da Yeni Türk Sineması denen dönemle bağlantılıdır. Tıpkı 1950 ve 60’larda yükselen sinemamız sonrasında 1970’lerde ülke sineması kendi dokusunu bağımsız filmlerle bulurken, endüstriyi maddi ve teknik olarak destekleyen ise diziler ve ticari sinema olur. Böyle baktığımızda ülkemizde festivallerin azalması ya da zayıflamasının sinemamızı da doğrudan ve olumsuz etkileyeceğini bilmek gerekir.
Bağımsız sinemayı bağımsız kılan şey, ticari kaygı gütmeden ama kendi sistemi içerisinde bir ekonomi de oluşturmasıdır. Yönetmenin, paranın baskısını hissetmemesi lazım. Adeta, dizler ve ticari sinemanın oluşturacağı ekonomik sistem, bağımsız sinemaya kalkan olmalı. Bunu sağlayacak olan da yasal sınırlar ve teamüllerdir. Dünyanın her yerinde de bu böyledir.
Bu uyarıyı yapmanın elbette sebebi var. Çünkü enflasyon karşısında bütün sektör zorlanırken, bağımsız sinemacıların durumu artık yeni yollar aramaya kadar vardı. Bakanlık ve TRT’nin destekleri eskiye nazaran yükselse de enflasyonun hızına yetişemiyor. Sektörde belirlenen kaşeler ise bağımsız sinema gerçeklerine uygun değil. Herkesin bildiği ama kağıt üstünde çözülemeyen bir mesele bu. Dizilere ve sinema filmlerine verilen kaşelerin bağımsız sinemada da yakın olarak uygulanmasını anlamak mümkün değil.
Bir de sivil destekler var. Yani aslında ülkemizde yok. Burjuva ya da STK olarak kurumsal desteklerin çoğalması elzem. Bu formül dünyanın hiçbir yerinde sivil destekler olmadan yürümemiştir. Ülkemizde de öyle olacaktır. Ancak maalesef Türkiye’de bağımsız sinemanın ve elbette dolaylı olarak sinema endüstrisinin en önemli sorunu sivil desteklerin bir ‘mahalle’ye toplanmış olması ve diğer ‘mahalle’de böyle bir geleneği bulunmamasıdır.