Muhtemelen artık insan klonlama tekniğine sahibiz. Peki klon bir insanın sosyal durumunu nasıl belirleyeceğiz? Organ nakli, taşıyıcı annelik veya embriyo konusu... Üstüne düşünüp, karar vermemiz gereken onlarca mesele var. Ancak kültürel farklar uluslararası çizgiler çizmeyi zorlaştırabiliyor da. Bu nedenle önce kendi biyoetik pozisyonlarımızı belirlememiz gerekiyor.
Tıp gelişiyor ve her gün yeni bir uygulamayı önümüze getiriyor. Ancak tıp etiği bağlamında bu konuların yeterince tartışılmadığı çok açık. Embriyo üzerinde çalışmalar, klonlama, organ nakli veya taşıyıcı annelik tartışmaya açık konulardan sadece bazıları. Geçtiğimiz hafta İstanbul’da BETİM (Beşikçizade Tıp ve İnsani Bilimler Merkezi) tarafından gerçekleştirilen Sağlık, Kültür ve İnsan Bedeni isimli kongre, bu konular üzerinde çalışan yerli yabancı önemli bilim insanlarını bir araya getirdi. Kongre boyunca bu konulardaki etik tartışmalar masaya yatırılacak. Bu yıl beşincisi düzenlenen kongreyi düzenleyenlerden biri olan Doç. Dr. Hakan Ertin İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’nde Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev yapıyor.
Türkiye’de tıp etiği ile ilgili elimizdeki kaynakların çoğunun Batı orijinli olduğunu belirten Ertin, bunun nedenlerinden biri olarak tıp teknolojilerinin batıda gelişmesini görürken, diğer bir neden olarak da ülkemizdeki düşünsel alana ilgisizliğe bağlıyor. “Teknolojiyi geliştiren ülkeler, bu uygulamalar bize gelene kadar, ahlaki boyutunu da masaya yatırmış oluyor” diyor. Tıp etiğinin her geçen gün daha da önemli bir hale geldiğini vurgulayan Ertin, “tıbbın yapabildiği ama yapmaması gereken hususların neler olduğunu tartışmaya çalışıyoruz” diyor. Ayrıca “etik, her şeyden önce bir felsefe dalı. Tıp alanında üzerinde düşünülmesi gereken onlarca mesele var” diye ekliyor.
Ertin, çok yakın zamanlarda CRISPR yöntemiyle arızalı bir gene müdahale edilip, sağlıklı gen ile değişiminin sağlandığını söyleyerek şunların altını çiziyor: “Bu müdahaleler tartışmaları başka bir boyuta taşıyor. Bazı hastalıkları tedavi için önemli bir aşama kaydettik. Ancak başka sorunları da ortaya çıkarmış olduk. Çünkü bu müdahaleler, henüz bir bebek doğmadan uzun boylu veya mavi gözlü olmasını ileride mümkün kılabilir. Tıp alanında hastalık nedir, sağlık nedir gibi normal nedir, anormal nedir sorularına da cevap vermek gerekiyor. Normal olanı kim belirliyor? Kime göre normal, kime göre anormal. Down sendromu ne türde bir anormallik ve buna nasıl müdahale edilmesi gerek? Tamamen yalıtılmış, sözde sağlıklı olduğunu iddia ettiğimiz gen müdahaleleriyle tek tip haline getirilmiş insanların olduğu bir dünya farklı renkleri yok etme tehlikesine sahiptir. Üstelik farklı olanın anormal olduğunu nasıl söyleyebiliriz? Bunun kıstasını koymak mümkün mü?”
Tıp etiğinin birçok karmaşık konusu olduğunu da belirten Ertin’e bunun uluslararası çizgilerinin olup olmadığını soruyorum. Ertin genel prensipler dışında bunun mümkün olmadığını söylüyor. “Tıp etiği ilk dönemlerde bir moda gibi algılandı. Oysa şu an felsefenin biyoetik konularla canlandığı konuşuluyor. Jürgen Habermas, Francis Fukuyama gibi filozoflar insan doğasının geleceği üzerine düşünüp, yazdılar” diyor.Dünyanın artık küçüldüğünü ve transportun çok kolay hale geldiğini ifade eden Ertin, bunu bir örnekle açıklıyor: “Biz Türkiye’de ötanazi ile ilgili bir yasak koysak da bu işlemez hale gelebilir. Çünkü İsviçre’de bu işlemi yapan bir merkeze gidip ölebilirsiniz, bunun önlenmesi neredeyse imkansızdır. O zaman da başka bir sorun ortaya çıkar. Bu aslında tüm dünyanın uyması gereken bir kurallar bütününün ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Ancak kültürel durumlar göz önüne alındığında da ne kadar imkansız olduğu açığa çıkıyor”
Ertin’e göre tıp etiğinin en çok tartışılan konularından biri de organ bağışı ve nakli konusu. Bu konuda ana tartışma ekseni özellikle canlıdan verilen böbrek gibi organlarda verici açısından ahlaki sorunların varlığı olduğunu söyleyen Ertin şunları belirtiyor: “Kadavradan nakillerde etik tartışmalar çok daha az iken canlıdan nakillerde tıp etiğinin dört temel ilkesi birden zedelenmektedir. Yani özerklik, yararlılık, zarasızlık ve adalet ilkeleri. Organ nakli vericiye zarar veriyor. Yararı da yok. Üstelik özerklik de zedelenebiliyor çünkü sosyal baskıyla bunu yapabiliyor. Adil olmak konusu da ciddi bir sıkıntı. Çünkü nakil için oluşturulan listeleri idealize etmek çok da kolay değil. Aciliyet, yaş, bekleme süresi gibi kriterler öne çıkıyor ama bu da farklı perspektiflerden tartışılabilir. Organ bağışı için ülkemizin en önemli sorunu, siz organlarınızı bağışlamayı çok isteseniz bile, aileniz sizin ölümünüzden sonra organlarınız alınmasına izin vermezse bağış iptal oluyor. Bu acilen düzeltilmesi gereken bir sorundur.”
Bir zamanlar öjeninin bile fantastik bir fikir olarak tartışıldığını hatırlatan Ertin, insanı geliştirme konusunun geleceğin en önemli tartışmalarından olduğunu vurguluyor: “İnsana insan üstü yetenekler kazandıracak çalışmalardan bahsediyoruz. Bu çalışmaların ardından ufak bir operasyonla bilmediğiniz bir dili biliyor hale gelebilirsiniz. Bugün için hayal gibi dursa da, nanoçiplerin insan beynine monte edilebilmesi gibi konularda büyük bir beklenti var. Kısa yaşam öykümüz içinde bilimin ne kadar büyük bir hızla ilerlediğine hepimiz şahit olduk. Bir oda büyüklüğündeki bilgisayarlar artık ceplerimizde. Yani bu gelecek çok da uzak değil.”
Son zamanlarda sosyal medyada sıkça doktorların hastalarıyla birlikte paylaştığı fotoğraflara rastlıyoruz. Doktor hasta ilişkisinin mahremiyetini ortadan kaldıran bu paylaşımlar farklı ahlaki sorunları da ortaya çıkarıyor. Doç. Dr. Ertin. “Özellikle kilo verdirme ameliyatlarıyla ilgili bu durumu sıkça görüyoruz. “Hastadan onay alıyoruz” diyorlar bunu yapanlar da. Ama ben bunun sağlıklı olmadığını, bu onayın geçersiz olduğunu düşünüyorum. Çünkü bence hasta doktora karşı minnet hissederek bunu kabul ediyor. ‘Ben şu kilodayken, doktorum sayesinde bu hale geldim’ diye düşünüyor. Üstelik bir doktor olarak neden siz hastanızın fotoğrafını paylaşırsınız? Maddi bir çıkarın olma ihtimali vardır burada.”
”Tıp etiğinin her yönden tartışılabilmesi için felsefi tartışmaların yürütüldüğü akademik yapılanmalara ihtiyacımız var” diyen Ertin, ABD’deki Kennedy Etik Enstitüsü’nü örnek göstererek Türkiye’nin de benzeri bir kuruma sahip olduğunu ifade ediyor: “Beşikçizade Tıp ve İnsani Bilim Merkezi yani BETİM. Bu konuları tartışırken hukukçu, sosyolog, filozof ve teolog gibi farklı disiplinlerden bilim insanlarına ihtiyacımız var. Alman patalog Rudolf Virchow’un çok bilinen bir sözü vardır: Tıp bir sosyal bilimdir. Biz de bu merkezimizde tıp ve sosyal bilimler arasında köprü olmaya çalışıyoruz”
Doktor Aasim Padela ise Pakistan asıllı Amerikalı bir uzman. Uzun yıllardır Chicago’da İslam perspektifinden biyoetik üzerine çalışmalar yürütüyor. Padela’ya göre teknoloji ve tıp alanındaki gelişmeleri insan için doğurduğu sonuçlara göre değerlendirmeliyiz. Padela şunları belirtiyor: “İslam geleneğini baz alarak biyoetiği nasıl yorumlarız üzerine düşünmemiz gerekiyor. Etik kararları vermeden önce Kuran-ı Kerim ve sünnetin bu konularda ne dediğini görmek esastır. Bunların hepsini ortaya koyarsak İslam biyoetiğini ortaya çıkarabiliriz.” Din insan hayatında önemli ögelerden biridir. İnsanlar bir takım tıbbi konularda da kararlar verirken dini açıdan yorumlara ihtiyaç duymaktadırlar. Batıda Hristiyan biyoetiği gibi tartışma başlıklarının olduğunu biliyoruz. Padela, İslam ülkelerinin Kur’an’ı inceleyerek ortak bir biyoetik çizgi belirleyebileceğini söyleyerek şunları ifade ediyor: “Örneğin teknoloji bir bebeğe kürtaj yapılabileceğini söyler. Biz, Down sendromlu bir bebeğin kürtaj yapılıp yapılamayacağını, bunun Kuran’dan yola çıkarak nasıl cevaplanacağını düşünmeliyiz. Genom bilgisi ilerledi ve istenilen özelliklerde bir çocuğa sahip olmak belki de ileride mümkün olacak. İslam’ın bu konuda neler söylediğini, Müslüman bilim insanlarının da dahil olduğu farklı disiplenlerden tartışma platformları oluşturarak ele almamız gerekiyor. Bu noktada İslam ülkelerinin bireysel değil, Kur’an’a dayanarak ortak bir noktadan hareket etmeleri gerekiyor. Bununla ilgili bazı çalışmalarımız var. Dini değerleri baz alan kurumlar bu nedenle gelecekte daha çok önem kazanacak.”
Prof. Dr. Fuat Oduncu ise bir onkolog ve biyoetikçi. Çocukluğundan itibaren Almanya’da yaşayan Oduncu, kültürel farkların tıp etiği noktasında önemli olduğunu söylüyor. Oduncu, “Teknik olarak mümkün olanın, etik olarak uygulanabilir olup olmadığını tartışmamız lazım. Gelecekte tıpta daha kolay hastalık geleceğiyle ilgili tahminler yapabilir hale geleceğiz. Bir kişi genetik testlerle sadece kendi kişisel bilgilerini değil, ailesinden başka bireylerin de bilgilerini bilinir hale gelmesine sebep olacak. Dolayısıyla bu testleri yaptırırken vereceği kararı sadece kendisini değil, aile bireylerini de ilgilendireceğini göz önünde bulundurmalı” diyor. Uzun yıllardır hem Alman hem de Türk hastaları olduğunu belirten Oduncu iki kültürün insanının farklı muamaleler beklediğini de kişisel tecrübeleriyle fark ettiğini söylüyor: “Ben bir onkolog olarak Türk ve Alman hastaların birbirinden farklı talepleri olduğunu görebiliyorum. Bir Alman hasta tüm detaylarıyla hastalığı bilmek isterken, bir Türk’ün durumuna ailesi dahil olup, kanser olduğu bilgisinin hastaya verilmemesini istiyor. Bunun ona zarar vereceğini düşünüyorlar. ”