Son yıllarda edebiyatın gündeminden Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir an olsun düştüğünü görmedik. Bunda, 2008’de yayımlanan Tanpınar günlüklerinin ne derece pay sahibi olduğunu ifade etmeye gerek bile yok. Akademik çalışmaların yanı sıra sanatçılar, Tanpınar metinleriyle akrabalıklar kurararak metinler ürettiler. Sefa Kaplan’ın Geç Kalan Adam, Nazlı Eray’ın Aydaki Adam Tanpınar romanları hafızamızda çoktan yer ettiler. Dostlar, Murat Koç’un Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Son Savunması Her şey Bana Karşı’yı da bu kitaplar arasında sayıyorlar. Yakın zamanda Selim İleri’nin kaleminden çıkan Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı Olmalı Bunun ise Tanpınar’a dair kitapların arasında daima ayrıcalıklı bir yerde duracak. Bunun birkaç sebebi var. Selim İleri sadece Türk edebiyatına romanlar, ilkin hikâyeler yazarak katkı sağlamadı. İleri, bu ülke edebiyatının bütün ara sokaklarında dolaşmış, kenar mahallelerden köşklere, yalılara, bir hatırayı yüklenebilmiş ne kadar ev varsa onlara konuk olabilmiş bir sanatçı. Tanzimat’tan bugüne Türk edebiyatına irili ufaklı katkı sunmuş kalem sahiplerini bütünlüklü bir değerlendirmeye tâbi tuttuğu hem kitaplaşan eserlerinde hem de gazete sayfalarında kalan yazılarında görülmüştür. Bir sanatçının, eser verdiği dilin edebî birikimini ısrarla takibi, bunu derinlikli, kuşatıcı yazılarla gün yüzüne çıkarması hepimizi heyecanlandırmıştır. Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı Olmalı Bunun, Selim İleri’nin Türk edebiyatına göz ucuyla, lutfen eğilen bakışların çok ötesinde nasıl bir yoğunlukla sarıldığının metnidir. Bunu en son roman hacminde Mel’un’da, denemede Kumkuma’da görmüştük.
Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı Olmalı Bunun’u diğer Tanpınar’a dair kitaplardan ayıran temel bir özellik daha var. Selim İleri, kitap boyunca Tanpınar’ı, Tanpınar’a hitap ederek, ondan cevap alamayacağını bile bile monologlarla kurguluyor. Romanlarından günlüklerine, dostlarıyla ilişkilerinden siyaset karşısındaki tavrına kadar pek çok dünyaya kapı aralıyor. Bunu yer yer bir edebiyat tarihçisinin arşivlerde iz sürmesi kadar gerçek yer, zaman, kişi adları vererek yapıyor. Elbette var ettiğinin bir sanat eseri olduğunu unutmadan bu adları ya ima ya da küçük ipuçlarıyla okurun bilgisine terk ediyor. Kitap, bu açıdan tıpkı yukarıda andığım kitapları gibi edebiyat tarihi bilgisinden mahrum kalanların sabrını zorlayacaktır. Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı Olmalı Bunun’la aceleci davranarak temasa geçenler kitabın Tanpınar monografisi olduğunu düşünecekler ve oradan bir okuma serüvenine girişeceklerdir ancak Selim İleri, Tanpınar’la arasındaki benzerlikleri kendine bahane kılarak bir Selim İleri monografisi yazmıştır. Bu bir sır değil. İleri, kitabın sayfaları arasında bunu bazen sezdiriyor bazen açıktan dile getiriyor.
Tanpınar’a “Diriler belki okur diye, size, bir ölüye anlatıyorum. Yâni yazıyorum.” diye seslenmesi bunu anlatmaya biraz olsun yeter ancak kitabın sonlarına doğru İleri’nin daha samimi bir üsluba döndüğü de görülür. “Yaşlanıyordunuz.” diyerek başlar bir bölümün son satırlarına. “Tek bir Tanpınar yoktu, kaç kimliğe, kaç kişiliğe bürünmüştünüz! Göz kapaklarınız kurşun gibi ağır, kendinizden saklanıyordunuz. (Size, bir ölüye kendimi yazıyorum, kendimi anlatıyorum.)” Belki tam yeri burasıdır. Selim İleri, hüzünlerden ve bu alıntıladığım satırların devamında okura bir iç sızısı, bunaltı armağan eden ölüm satırlarına rağmen bu kitabıyla kalemini, dimağını hiçbir zaman yaşlanmayacak bir gençliğe, tazeliğe teslim ediyor. Ustalığın, yeniliklerle iç içe olduğunu gösteriyor.
Baş döndürücü onlarca anekdot. Tanpınar’ın bir hayalden öteye geçemeyen aşkları, dinlediği müzikler, Samet Ağaoğlu olsa gerek, ondan nefreti, Yakup Kadri’nin hatıralarında Tanpınar’dan söz açmaması, Türk edebiyatında pansiyonlar, tamamlanamayan Aydaki Kadın’a karşılık bitmeyen bir roman olarak Selim İleri’nin İflas’ı, Türk-Amerikan Üniversiteliler Derneği tarafından ısmarlanan “Türk Edebiyatında Cereyanlar” makalesi, bu makaleye 1959’da tek kitabı olmadığı hâlde doktoru Fikret Ürgüp’ü alıp, birçok eseri bulunan Oktay Akbal’ı almaması, Adalet Cimcoz’dan, Peride Celal’den dinlenen Tanpınarlar, kırk beş yıl önce Sahaflar’dan alınıp Sirkeci’ye gelinen, dolmuşla bir an önce eve yollanıp okunmak istenen Mahur Beste, 147’lilerden olmamak için Tanpınar’ın gazetelere yazdığı yaranma yazıları... Bunların arasında belki kapağa da taşınan Tanpınar’ın Zümrüt filmindeki figüranlığı. Selim İleri o günün hatırasını Çolpan İlhan’dan dinlemiş. Tanpınar, İlhan’ı görmeye Zümrüt’ün setine gidiyor. Ufak tefek bir adam, görgülü. Sette epey kalıyor. Bu süreyi uzatmak için filmin rulet masası sahnesinde, Çolpan İlhan masaya doğru eğilmişken küçük bir figüranlık dahi istiyor. Selim İleri, Tanpınar’ın figüranlığından ilk defa 2002’de bir röportajda söz açmış. Sonra akademik merak, figüran Tanpınar hadisesini büyütecek. Filmi gören bir öğretim üyesi, figüranın Tanpınar olduğunu kabul etmeyecek ancak daha sonra kaleme aldığı bir kitabında Tanpınar’ın figüranlığından kaynak göstermeden bahsedecek. Selim İleri yine isimler vermekten uzak duruyor ama onları tanımak zor değil. Çünkü en az Tanpınar ve Selim İleri kadar değerliler...