Bu hafta “pazar”ları anlamak için daha geniş bir açıyla bakalım edebiyata ve Tutunamayanlar’da ufak bir mola verelim: “İsteksiz bir kımıldanışla yerinden kalktı, kitaplığının karşısına geçti. Selim’e özenerek alınan kitaplar; yüzlerce kitap, çoğu hiç okunmamış duruyordu öylece. ‘Hiç evden çıkmadan beş yıl sürekli okusan, belki biter bu kitaplar’ demişti Selim. Ne demek? İçinde birden, hepsini okuyup bitirme ateşi yandı: kitapları her görüşünde yanan eski ateş. Kaç sayfa eder hepsi? Bin sayfa, beş bin sayfa, on bin sayfa. Bir sayfa kaç dakikada okunur, yemek ve uyku saatleri çıkarılırsa geriye günde kaç saat kalır, cumartesi pazar ve bayramlar için daha uzun süre konursa... İstersem yutarım hepsini.”
Bu alıntının sonrasında şöyle sormamız gerekiyor, siz hangi günler okuyorsunuz, pazarların sizdeki alamet-i farikası nedir? Konuğumuz editör–şair Ayşenur Biçer. Bu nedenle konuya kitaplardan girdik. Ama kendisi önce bize klasik bir pazarının nasıl geçtiğini anlatacak: “Çocukluğumda, babamın hafta sonları bir hikâye anlatıcısına dönüşmesini seyreder; pazarları iple çekerdim. Babam iki erkek kardeşim ve beni istasyon kenarındaki evimizden, rayları takip ettiğimiz uzun yürüyüşlere çıkarır, bize kimi zaman hikâyeler kimi zaman da o dönemlerde henüz hiç bilmediğimiz tarihi olayları anlatırdı. (Annem için de evde kendi kendine kalma zamanlarıydı sanırım bu vakitler.) Bir nevi doğa yürüyüşüydü bu. Ayakkabımın yeni dökülmüş asfalta yapışması mesela, bu yürüyüşlerde deneyimlediğim şeylerden biridir. Benim için ‘keşif’ günleriydi. Bu keşif hâli, İstanbul’daki üniversite yıllarımda da devam etti. Şehrin altını üstüne getirir, arkadaşlarımla yine de şehri bitiremediğimiz için hayıflanırdık. Oğlum Selim doğduktan sonra bu yolculuk onun keşif sürecine eşlik ederek devam etti. Artık hikâye anlatıcısına dönüşen benim sanırım. Uzun lafın kısası, pazarlar benim için bir ‘hikâye anlatıcısına’ kavuşma günü en çok da.”
Biçer’in pazarları sıkılmamak için önerileri de var. Önce, “Kendi adıma, sıkılmak ya da herhangi bir günü sıkıntılı bulmak çok deneyimlediğim bir şey değil benim” diyor ardından da şunları aktarıyor: “Yine de bunu böyle görenler için pazara diğer günler gibi davranmayı öneriyorum. Ona sık sık, ‘Sana koca bir ömür sığdırmak zorunda değilim,’ mesajı vermeliyiz belki de. Tabii kendimize de.”
Biçer’e kalırsa bir pazar günü izlemek için birebir olan film Julie and Julia. Bu seçimini de şu cümlelerle aktarıyor: “Meryl Streep ve Amy Adams’ın başrollerini paylaştığı bu biyografik film; bana yaşamımızın başka yaşamlarla paralelliğini, herhangi bir şeye duyulan tutkunun hayatı nasıl değerli kıldığını ve sonuçlardan değil süreçlerden ibaret olduğumuzu hatırlatıyor. İtiraf etmeliyim ki Meryl Streep hayranlığımı katlayan filmdir bu.”
Bir editöre sorulacak hem güzel hem de zor bir soru var sırada: Pazar günü hangi kitabı okursunuz? Biçer iki biyografik eserden bahsediyor bize: “İlki, Cesare Pavese’nin Yaşama Uğraşı adıyla kitaplaşan günlükleri. Benim için sanatın yaşama dönük yüzünü en iyi anlatan kitaplardan biridir. İkincisi ise, ilk kadın psikanalist olan Sabina Spielrein’in Psikanalizin Unutulmuş Öncüsü adıyla kitaplaşan günlük ve makaleleri. Bu kitap, Freud ve Jung’un bu kadar tanınmasına rağmen aynı dönemlerde psikanalizme büyük emek vermiş bir kadının neden çok az bilindiğine dair bir bilinç vermesi hasebiyle oldukça önemli. Sanırım pazarları daha ‘dingin olana’ kayıyor zihnim. Bu dinginlik biyografi odaklı filmler ve okumalar anlamına geliyor benim için.”
Biçer, sevdiği, kıymet verdiği birçok arkadaşıyla farklı şehirlerde yaşıyormuş. Yaşadığı şehirde ise devamlı görüştüğü farklı dostlukları oluşmuş: “Amasya’da ise Elif var. Kitaplar ve çocuklarımız vasıtasıyla başlayan bu tanışıklık bir dostluğa dönüştü. Onun dışında kardeşlerim ve kuzenlerim yıllardır bir arkadaşa ihtiyaç duymamı bile engelliyor. İyi ki varlar diyeyim bir kez daha!”
Yazarın, Amasya’daki pazarları için favori iki mekânım var. İlki, şehrin tüm güzelliğini tepeden bir büyüteçle izleten Yamaç Cafe. Diğeri ise, şehirde henüz yeni bir nefes olan Toro Cafe. Bu iki mekânda pazarları en uğrak noktaları oluyormuş. Biçer, “Bunun dışında ırmak boyunca uzanan Yalıboyu evlerinin hemen arkasında bulunan İçeri Şehir dediğimiz sokak pazarları yürümeyi en sevdiğim yol burada” diyor.
Biçer’e “En güzel ve en kötü geçen pazar gününüz hangisi?” sorduğumuzda ise “Oğlum bir pazar günü dünyaya açtı gözlerini. Onun dışında tüm pazarlar zihnimde tek bir çizgi gibi esasında” cevabını alıyor. Pazar günleri de çalışmaya devam eden Biçer, “Zihnen kopamadığım metinler üzerinde çalışıyorsam hele, günün bir önemi yoktur, her fırsatta devam ederim” ifadelerini kullanıyor.