Jose Saramago, Kopyalanmış Adam isimli kitabında, satırlar arasından şöyle sesleniyor bize: “... pazar günleri genelde kasvetli, sıkıntılı geçer, ama bazı pazarlar vardır ki insan dünyaya geldiğine şükreder.” Saramago, hayatın akışıyla uyumlu bir cümleyle uyarıyor aslında bizi. Pazarları etiketlemeyin, kategorize etmeyin, belki de “şükredeceğiniz” şeyler olacak diyor. Haksız sayılmaz. Çünkü pazar rutinin dışında bir gün olsa da, yaşamın içinde pek çok potansiyeli de barındırıyor. Bu hafta pazar gününün dertlerini yazar Bülent Ayyıldız ile masaya yatırıyoruz. Kendisine ilk sorumuz bu sayfanın okurunun bildiği gibi “klasik bir Pazar gününüzü tarif eder misiniz?” oluyor. Ayyıldız şu cevabı veriyor: “Erken kalkıyorum. Aylaklığa ayıracak daha çok vaktim kalıyor böylece. Bazen ikilemlerle ve kendimle mücadeleyle geçiyor. “Kalkmalısın. Kalkma ya. Bir kere de yat. Öğlene kadar uyu. Koşuya falan gitme, hava soğuk zaten.” gibi tartışmalar pazar günümde vardır. Kitap okuyarak geçer pazarlar. En güzel tembellik çeşidim. “Hepsi Hikaye” YouTube kanalına içerik düşünür, çekimler yaparım.” Saramago’yu da anıp, pazarları sıkıntı olmaktan kurtarmak için öneriniz nedir, diye sormak istiyoruz Ayyıldız’a. Onun da bu konuda fevkalede bir fikri var. “Ona Perşembe gibi davranabiliriz” diyor ve devam ediyor: “Yarın cuma, bütün işlerimi şimdiden bitirip yarın rahat edeceğim, diyebiliriz. Diğer bir seçenek, “ufak şeylerin sakinliğinde coşma” adını verdiğim bir tür oyun. Çay mı içeceksin, onu karşına al ve onunla konuş. (Etrafta birileri varsa içinden konuşmakta fayda var.) Onun rengine, tadına, her yudumda değişen sıcaklığına bak. Esnerken merasim gibi esne, sevdiğin bir şarkıya bağıra bağıra eşlik et. Ayna karşısına geçip kişisel bakım yap. Kendini omzundan öp.”
Gelelim beyazperdeye... Pazar günlerinin vazgeçilmezi biraz da ekran balında izlenen filmler olabilir. Acaba Ayyıldız’a göre bugün izlenecek en iyi film hangisidir? “En iyisi Brüj’de filmidir.” yazar ve “Pazar günlerinin araf olma haliyle, yalnızlığın paylaşılmayacak kalın duvarlarını belirginleştiren, sonra da bunlara bakıp ‘ah evet var böyle bir yalnızlık ama tatlı da bir yandan’ dedirtecek keyifli bir film.” ifadelerini ekliyor. Son olarak da “Neredeysek, orada olmak istemediğimiz için bizi olmak istediğimiz yerlere götürecek bir film.” cümlesini kuruyor. Ayyıldız’ın pazarlara özel okuma rutininde cüsseli kitaplar varmış. Yani “dışarıda taşımaya elverişli olmayan ebatta” olan eserler. Buu açıklarken şu cümleleri kuruyor: “Ara vermeden uzun uzun okunması gereken kitapları okurum. Çikolatayı asla çiğnemem, ısırmam. Ufak parçalar alarak damağımda eritirim. Cümlelelerine böyle muamele edeceğim kitaplar vardır Pazar günleri. Zorba bunlardan biridir.”
Ayyıldız’a “özellikle pazar günleri görmek istediğiniz arkadaşlarınız var mı?” diye sorduğumuzda “Özellikle Pazar günleri kimseyi görmek istemiyorum, ama beni görmek isteyen varsa buyursun gelsin. Ses çıkarmamak şartıyla.” diyor ve son olarak “Şaka:)” diye de ekliyor. (Alınmamıza gerek yok.) Yazarın pazar günleri favori mekânı ise eviymiş. “Pazar kalabalığında doğaya bile kaçılmıyor. Birkaç kez denedim. Sonuç hüsran oldu.” diyor. Haksız da değil bu konuda. Ayyıldız’a en güzel ve en kötü geçen pazar gününü sorduğumuzda ise “Hatırlamak istemediğim pazar günleri oldu. Ama niye öyleydi unuttum. En güzel pazarlarım da paylaşamayacağım kadar güzeldi.” ifadelerini kullanıyor.
Yazar Ayyıldız pazar günleri çalışanlardan... Hatta “Köpek gibi çalışırım. Ailemden bana kalan mirastır bu.” diyor. “Çalışmak hususunda geceleri gündüzleri yoktur. Hiçbir şeyi bahane etmezler. Ufak bir başı ağrısa bugün çalışamam diyen insanlar vardır. Ben tam tersiyim.” dedikten sonra bir anısını aktarıyor: “Bir keresinde karnım felaket ağrıyordu. Abartıyorsun dedim kendi kendime ve çalışmaya çalıştım. Kıvrana kıvrana denedim birkaç cümle ilerlemeyi. Meğer o ağrı apandisit ağrısıymış. Patlamak üzereymiş. Akşamında ameliyata aldılar.”
Gelelim son soruya: Pazar günü bir insan olacak olsa nasıl birisi olurdu? Ayyıldız’ın cevabı şu: “Üzerine depresyon hırkasını giymiş aheste hareketlerle kahve çekirdeği öğütmeyi bir hobi olarak gören, kitapları satmayan bir yazar olurdu.”