Kadı mektebinde okumuş bir dedenin torunu olarak Bursa’nın Osmanlı yadigarı bir mahallesinde doğdu, ortaokulda Batı Müziği dersleri aldığı halde eğitimini bırakıp Tekke Musikisine merak saldı.Mahalle camisinde minare eğitimi alan, İstanbul’da okuyup avukat olan ama hayatının 21 yılını bir müzik topluluğunun içinde geçiren Mutasavvıf Yazar ve Müzisyen Ömer Tuğrul İnançer, bahsetmeyi pek sevmediğini belirttiği ve çok bilinmeyen şahsi hayatının en güzel anılarını Doğdum Ev için anlattı.
Maksem Mahallesi, Başçı İbrahim Bey Sokağında doğdum. İnsanlar eskiden yaptıkları işlerle de anılırlarmış. II. Murat Han ve Sultan Mehmet Han dönemi Bursa eşrafından bir zat. İşi sakatatçılık. Onun için adı 'Başçı’ İbrahim Bey. Kazandığı parayla hamam, mektep ve cami yaptırmış. Ne yazık ki dinimizin kulak arkası edildiği dönemlerde o Başçı İbrahim Bey Hazretleri'nin yaptırdığı hamam bir dokuma fabrikası, cami de o dokuma fabrikasının deposu idi. Rahmetli dedem ve ‘Bursa'nın Eski Eserler Sevenler Cemiyeti’ tamirine vesile olanlar… Caminin boşaltılması temin edildi, tamir edildi, temizlendi, badanası, boyası ve bir açılış merasimi yapıldı. Bu zat dönemin hayvan ticaretiyle ve etle uğraşan ama özellikle hiçbir şeyi ziyan etmemesiyle, çok titiz davranmasıyla tanınan bir ismiydi. Çünkü şimdiki gibi değil. Şimdi çok ziyanlık oluyor. Bizim evde de öyleydi, dedemin evinde. Doğduğum evde koyunun boynuzu dahi ziyan edilmezdi. Tabi o biraz ustaca bir el ve dedem boynuzları kırar ve o boynuzlar 4 gün evde bekler. Beşinci gün dükkanlar açıldığında, eskiden mahalle aralarında ayakkabı tamircileri ve küçük tamirat yapan marangozlar vardı. O meslek erbabının dükkanlarında ‘boncuk tutkal’ denen bir tutkal, kışın sobanın üstünde, yazın ispirto ocağın üstünde hep kaynar. Biz çocuklar evlerde kesilen kurbanların boynuzlarını alır ya ayakkabı tamircisine ya marangoza götürürdük. Boynuzu o tutkalın içine atarlardı. 15 gün içinde o boynuz erir. O boynuzun yapıştırdığı bir tahta işlemi veya bir ayakkabı bozulur mu? İşte Başçı İbrahim Bey israf etmemesi ile başı bile çok ayıklayarak hiç ziyan etmeyerek, fukaraya ikram etmesiyle tanınıyordu.
İşte ben o mahallede doğdum. O camide biraz oynayarak ama daha çok Ulu Camii'de birdirbir oynayarak namaz kılmayı öğrendim. Birdirbir oynayarak namaz kılma öğrenilir mi? Öğrenilir. Çünkü o zamanın büyükleri sadece yaşlı değillerdi, büyüklerdi. Bize müsamaha gösterirlerdi. Havuzun arkasında olarak büyükler teravih kılarken biz sessizce oynardık. Ama bilirdik, ka’deye oturulduğunda hemen uslu uslu otururduk. Bir sene böyle, ikinci sene daha az oyun daha çok namaz, üçünü sene sırf namaz. Aynen Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam'ın terbiye sistemi böyledir. O camide müezzinlik yapmayı öğrendim. Allah rahmet eylesin, Ankara Kocatepe Camii'de baş müezzindi, Tahir Karagöz. Ondan ezan okumayı öğrendim, azcık ilahi öğrendim falan. Minareye inip çıkmayı öğrendim. Çocukken de uzun boylu olduğum için minareye çıkarken eğilmek kolay. İnerken ters eğilmek zor. Çünkü çok döndüğü için, bir yerde de kaçacak yer yok. Çok yorar. İnerken de uzun boylular ters iner. Bir diğer husus; minarede sırtını, minare duvarına dayayınca sallantıyı hissedersinizve hafif korkarsınız. Yüksek. Eskiden bu kadar yüksek bina da yoktu. Bütün çatılar aşağıda. Sırtınızı duvara vermeden eğer bir de tutunma ihtiyacı varsa tek elle şerefenin kenarına, iki elle tutunca da sallantı hissedilir. Küçük bir ayrıntı ama minare terbiyesi derler buna…