27 Mayıs darbesi faillerinin Demokrat Parti iktidarına karşı olmaktan başka bir ortak yanları olmadığını anlatan Türk tarihçi ve siyaset bilimci Prof. Dr. Cemil Koçak, “27 Mayıs bir bütün değildi, hiç olmadı. Millî Birlik Komitesi içindeki bitmek bilmez tartışmalar ve görüş ayrılıkları da buna örnektir. 27 Mayısçılar’ın ortak noktası, Demokrat Parti iktidarına karşı olmaktı, ancak ondan ötesi belirsizdi” şeklinde konuştu.
14 Mayıs 1950 seçimlerinden büyük bir zaferle çıkan Demokrat Parti, 37 yıllık bir devlette ikinci parti olarak iktidara geçen ilk partiydi. Sırasıyla 1950, 1954 ve 1957 seçimlerini kazandı ve 10 yıl boyunca iktidarda kaldı. İktidarının 10. yılında ise Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askeri darbe ile iktidardan düşürüldü. 27 Mayıs Darbesi, kendisinden sonra gelecek pek çok darbenin öncü sarsıntısı olarak Türk demokrasi tarihinde bir leke olarak kaldı. “Siyasi atmosferi düzeltmek, baskıları azaltmak” gibi nedenler öne sürerek 37 yıllık genç cumhuriyette indirilen bu ilk askeri darbenin failleri “27 Mayısçılar” olarak anıldı. 27 Mayıs Darbesi faillerinin Demokrat Parti iktidarına karşı olmaktan başka bir ortak yanları olmadığını anlatan Türk tarihçi ve siyaset bilimci, akademisyen Prof. Dr. Cemil Koçak, “27 Mayıs bir bütün değildi, hiç olmadı. Millî Birlik Komitesi içindeki bitmek bilmez tartışmalar ve görüş ayrılıkları da buna örnektir. 27 Mayısçılar’ın ortak noktası, DP iktidarına karşı olmaktı, ancak ondan ötesi belirsizdi” diyor. 27 Mayısçılar arasındaki anlaşmazlığın en önemli kanıtının ise 27 Mayıs Darbesi sabahında Prof. Dr. Sıddık Sami Onar’a hazırlaması görevi verilen anayasa tasarısı ile darbeden bir yıl sonra 1961 yılında kabul edilen anayasa arasındaki fark olduğunu söylüyor. Prof. Dr. Cemil Koçak ile 27 Mayısçıların önce ‘sipariş’ ettiği sonra yetersiz bulduğu kendi deyimi ile ‘kayıp’ olan 27 Mayıs’ın unutulan anayasa taslağını konuştuk. n Bugün internette arama motorlarına yazdığımızda karşımıza çıkmayan bir şeyi yok saymak gibi bir alışkanlık edindik. “27 Mayıs’ın Kayıp Anayasası” ile ilgili bir arama yaptığımızda da sizin çalışmanız dışında herhangi bir sonuç görmek mümkün değil. Sizin bu anayasa taslağını keşfiniz nasıl oldu? Evet, sanal dünya bir bakıma yegane gerçeklik hâlini aldı. 27 Mayıs, 1961 14 anayasası ile özdeş kılındı. Oysa, 1961 anayasasının hazırlanmasından önce, âdeta darbe sabahında yeni bir anayasa hazırlanması için teşebbüse geçilmişti bile. Dönemin basını bu haberlerle doludur. Ancak, anayasa hukuku tarihi kitapları olsun, 27 Mayıs’la ilgili literatür olsun, bu ilk anayasa hazırlığından -ve tabiî tasarısındanhiç söz etmiyorlar. Evet, bu tasarı bir kenara atılmıştı; tarihte de unutulmuş, gitmiş... Ondan geriye âdeta hiçbir iz kalmamıştı! Fakat böyle bir tasarı olduğu açıktı; sadece tasarının kendisi ortada yoktu! Epey araştırdımsa da bir iz bulamamıştım. Sonra yıllar önce Kâzım Öztürk’ün hazırlamış olduğu ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından üç cilt hâlinde yayınlanmış olan 1961 anayasası ile ilgili bütün dökümanları ve tartışmaları içeren belgesel kitabı buldum. Kitap 1960 senesinde çıkmıştı. Nedense o da unutulmuş... Oysa, bu kitabın özelliği, sadece 1961 anayasası ile ilgili dökümanları değil, fakat daha önceki anayasa tasarısıyla ilgili dökümanı da yayınlamış olmasıdır ve sözünü ettiğim tasarıyı sadece bu kitapta görebildim! Bu kadar kumlar altında kalmış bir anayasa tasarısını “kayıp” olarak isimlendirmek sanırım en doğrusu oldu.
Darbe sonrası üniversitede bir kahramandı
İstanbul Üniversitesi Rektörü Ordinaryüs Prof. Dr. Sıddık Sami Onar’ın hazırlamış olduğu bu anayasa taslağının kendisinden sonraki hiçbir anayasa çalışmasında bahsinin geçmemesi ve kısa bir sürede toplumsal hafızadan silinip gitmiş olmasını hangi sebeplere bağlıyorsunuz? Benim deyişimle “kayıp” anayasa tasarısının hazırlığının Sıddık Sami Onar’a teslim edilmesi çok anlaşılabilir. Onar, 27 Mayıs öncesinde İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin iktidar karşısındaki protesto gösterilerinin destekçisiydi. Onar, kamuoyunda çok tanınan ve bilinen bir isimdi. Polis-öğrenci çatışmasında; o da polisin saldırısına uğramış ve ‘kan dökmüş’tü. 27 Mayıs öncesinde olduğu gibi, darbe sonrasında da o bir ‘kahraman’dı. 27 Mayıs’ın övgü dolu literatürü onun bu ‘kahramanlığı’nı göklere çıkarmıştı. 27 Mayıs öncesinde Onar Akis dergisinin kapağında “üniversite uyanıyor” başlığıyla yer almıştı! Onar, 27 Mayıs sonrasında darbenin haklılığını ve meşruluğunu belirten üniversite hocalarının ünlü bildirisinde de önde gelen isimdi. Aynı isimler “kayıp” olarak sözünü ettiğim anayasa tasarısını da hazırlamakla görevlendirilmişti. Ancak, Onar’ın başkanlığında hazırlanan tasarıya söz konusu heyetin pek çok üyesi muhalefet şerhi koymuştu. O kadar ki, bu heyet içindeki şiddetli tartışmalar sonucunda Onar, kendisine direnen iki üyeyi heyet dışına çıkarmayı başarmıştı! Tasarı hiçbir zaman kamuoyuna açıklanacak ölçüde gelişme kaydetmedi. Sadece heyetin kendi içinde değil, fakat -tasarının içeriğinin duyulmaya başlamasından itibarenbasında ve politikacılar arasında da muhalif sesler duyuldu. Çünkü, tasarı, özetle politikaya ve politikacılara güvensizlik üzerine kuruluydu. Aslında dönem aydınlarının önemli bir kesiminin gönlünden geçeni yansıtıyordu. O zamanki deyimle İkinci Cumhuriyet, artık politikanın ve politikacıların değil, aydınların ve uzmanların hâkim olacağı bir rejim olacaktı. 1950 sonrasının muhalefetinin adlandırmasıyla “ekseriyet istibdadı”na karşı, İkinci Cumhuriyet’in yeni anayasası “münevver istibdadı”na giden yolun taşlarını döşüyordu. Tasarı, Millî Birlik Komitesi içinde -daha sonra 14’ler olarak bilinecek ve tasfiyeye uğrayacak olan- bir grubun desteğini almış olabilirdi; fakat politikada güçler dengesinde ordunun iktidarda kalmasından yana olanların kenara itilmesiyle birlikte; neredeyse aynı günlerde Onar’ın tasarısı da bir kenara atıldı. Ardından da Onar, hayli aşağılanmaya maruz bırakıldı! Bir daha da kimse onu hatırlamadı bile.
Politikanın reddedildiği bir cumhuriyet modeli
1961 Anayasası ile unutulan anayasa taslağının arasındaki benzerlik ve farklılıklar için neler söyleyebilirsiniz? Ben Vakıfbank Kültür Yayınları’ndan çıkan “27 Mayıs’ın Kayıp Anayasası” isimli kitabımda “kayıp” anayasanın kendisini ele alıyor ve onun bütününün siyasal, sosyal, kültürel ve iktisadî felsefesini okuyucuya naklederken; bütün bu yönleri tartışmaya açıyorum. Bir bakıma anayasa hukuku tarihine katkıda bulunurken; ama asıl, siyasî zihniyet tarihimizin hiçbir zaman silinemeyen bir yönüne ışık tutuyorum. Aydınların gönlünden geçen asıl cumhuriyet modelini ele alıyorum ki, bu modelde seçimlerin geri plana alındığını, politikanın ve politikacıların ülke yönetimindeki yerinin geriletildiğini, aydınların ve uzmanların (elbette ordunun desteğinde) ülkenin kaderine -bir bakıma tek parti yönetiminde olduğu gibi ya da kadar- el koyduğunu gösteriyorum. “Kayıp” anayasa bir bakıma politikanın reddedildiği bir cumhuriyet modelidir ve pek çok aydının muhtemelen hâlâ gönlündeki esas modeldir! Elbette, “kayıp” anayasının bazı yaklaşımları 1961 anayasasında da yer aldı. Ama yumuşatılarak, ama zayıflatılarak, ama geri plana alınarak... “Kayıp” anayasada da yer alan bazı yeni kurumlar, 1961 anayasasına da girdi. Fakat özetle; tasarıyla 1961 anayasası birbirinden uzak iki yaklaşımı yan yana getirme çabasını da beraberinde getirdi. Bütün bunlar bize 27 Mayıs’ın ve 27 Mayısçılar’ın homojen bir grup olmadığını açıkça göstermektedir ki; kitabımda bu boyutun vurgulanmasına da özel bir önem verdim.
27 Mayısçıların tek ortak noktası muhalefet olmak
27 Mayısçıların homojen bir bütünsellik taşımadığını, ortak bir siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel tasavvurlarının olmadığını söylüyorsunuz. 27 Mayısçıların düşünsel farklılıklarını bizim için biraz detaylandırır mısınız? Ben “Hangi 27 Mayıs?” sorusunu soruyorum ve şöyle yanıtlıyorum: 27 Mayıs bir bütün değildi, hiç olmadı. Onar’ın hazırladığı tasarıyla 1961 anayasası arasındaki fark, tek başına buna bir yanıttır zaten. Fakat Millî Birlik Komitesi içindeki bitmek bilmez tartışmalar ve görüş ayrılıkları da buna örnektir. 27 Mayısçılar’ın ortak noktası, DP iktidarına karşı olmaktı, ancak ondan ötesi belirsizdi. Nitekim, ordunun iktidarda kalıp kalmayacağı bahsinde olsun; 27 Mayıs’ın bir “ihtilal”mi yoksa bir “inkılâp” mı olduğu bahsinde olsun; iktidarın CHP’ye teslim edilip edilmeyeceği bahsinde olsun; ülkeyi yeniden politikanın ve politikacıların ellerine teslim edip etmemek bahsinde olsun; demokrasiden ne anlaşılması gerektiği bahsinde olsun; kendi aralarında ciddi anlaşmazlıkları vardı. Bu kitapta işte bu görüş farklarını ele alıyor, kaynaklarına işaret ediyor ve sonuçlarına da dikkat çekiyorum.