Aralık 1987’de Birinci İntifada patlak verdiğinde Keith Dannemiller, Mexico City fotoğraf ajansı Imagenlatina’da foto muhabiri olarak çalışıyordu. Hem kişisel hem de profesyonel nedenlerden dolayı Amerika Birleşik Devletleri’nden Meksika’ya taşınalı henüz altı ay olmuştu. Ayrıca önceki çalışmalarının çatışma foto muhabirliği ile çok az ilgisi vardı. Fakat ajansında İngilizce bilen tek kişi oydu. Bu yüzden ajansı temsil etmek ve Filistin’e gitmek üzere Dannemiller seçildi. Önce 1988’de, daha sonra 1989’da olmak üzere bir yıl arayla iki kez Filistin’e gitti. Burada Birinci İntifada olaylarını fotoğrafladı. Bu fotoğraflar geçtiğimiz haftalarda, orada tuttuğu günlük notlarıyla birlikte Ketebe Yayınları tarafından kitaplaştırıldı. Halen Meksika’da yaşayan ve Filistin mücadelesini desteğini sürdüren Dannemiller ile Birinci İntifada’ya dair anılarını konuştuk.
* Meksika’daki ajansınız Birinci İntifada’yı takip etmeniz için Filistin’e gönderdi. Daha önce böyle bir deneyiminiz var mıydı?
Teksas, ABD ve Mexico City’de toplumsal amaçları destekleyen protestoları ve yürüyüşleri fotoğraflamıştım ama hiçbiri Filistin’de karşılaştığım gibi değildi. Ben kadere ve alınyazısına inanan biriyim, dolayısıyla Birinci İntifada’yı fotoğraflamak için beni Filistin’e getiren şeyin bir nedeni olduğunu düşünüyorum. İlk nedenim bu fotoğrafları çekip Meksika ve Latin Amerika’daki insanlara gördüklerimi, Filistin ve İsrail’de neler olduğunu gösterebilmek. İkincisi ise İntifada olaylarının “İntifada: Direniş Hatıraları” kitabı gibi görsel bir tarih kaydına sahip olmak. Çünkü Siyonistlerin Filistin tarihini ve kültürünü silmeye yönelik girişimleriyle birlikte, kitapta yer alan bu fotoğrafların önemli bir amaca, yani Filistin halkının kolektif mücadelesinin bir kaydına hizmet ettiğini düşünüyorum. Üçüncüsü, bu tanıklık beni ‘yakışmayan’ kişisel bir yola soktu. Yani fotoğrafı, kameradan gördüklerimle dünyanın gerçekleri konusunda kendimi yeniden eğitmek ve bunu kameramı doğrulttuğum yere bakanlara aktarmak için kullanmaya. Alman film yapımcısı Wim Wenders, “Aldığınız en politik karar, insanların gözlerini nereye yönlendireceğinizdir” der. Filistin’de çektiğim görüntülerle birlikte kamera kullanımım daha ‘politik’ hale geldi.
* Bugün Avrupa’nın göbeğindeki pek çok haber ajansı, Filistin’de yaşanan soykırımı görmezden geliyor. Sizi 1988’de Filistin’e gönderdiklerinde Meksika’daki ajansınız Filistin’in sorunlarıyla ilgileniyor muydu?
Bağlı olduğum ajans Imagenlatina ilgilendi. Bunların dışında gerçekte Filistin’de olup bitenler ve Birinci İntifada olayları hakkında çok az bilgi vardı. İntifada haberleri Batılı büyük haber ajansları (AP, Reuters, AFP (Agence France Press) vb.) aracılığıyla geliyordu, dolayısıyla sahada bilgi kıtlığı vardı. Sanırım Imagenlatina’nın orada olup bitenleri anlatmak istemesinin ve beni göndermelerinin bir nedeni de buydu.
* Olayları gözlemlemek için iki kez Filistin’e gittiniz. Orada ne kadar kaldınız, güvenliğinizden endişe ettiniz mi?
1988-1989 yıllarında Birinci İntifada sırasında foto muhabiri olarak çalışmak zor ve tehlikeliydi. Her iki seferde de birer ay kaldım. Daha önce dünyanın o bölgelerine hiç gitmemiş ve Arapça konuşmamıştım. Ve dürüst olmak gerekirse, sokak çatışmalarının her iki tarafı da fotoğraflanmaktan pek memnun değildi. İşgal ordusu kuvvetleri, askerlerin uyguladığı baskı ve şiddet görüntülerinin dış dünyaya gönderilmesi nedeniyle varlığımdan rahatsızdı. Çalışmamı ve fotoğraf çekmemi engellemeye yönelik birçok girişimin hedefi oldum. Bana fotoğraf çekmeyi bırakmam söylendi çünkü bölge kapalıydı ve bunu yapmaya devam etmek yasaktı. Eğer devam edersem tutuklanma ve filmime el konulması olasılığı da vardı. Alanın kapatılmasına ve fotoğraflara izin verilmemesine dair bir emir görmek istediğimde bana genellikle İbranice, anlamadığım bir belge gösteriliyordu. Nitekim filmlerime el konuldu ve ordu sansür ofisine gönderildi. Negatifleri almaya gittiğimde resimlerin çoğu kesilmişti. Bana bunların fotoğraflanamayacak hassas güvenlik tesislerinin görüntüleri olduğu söylendi. Bu komplikasyonların dışında kaçınılması gereken plastik mermiler ve göz yaşartıcı gaz da vardı. Filistinli direnişçiler tarafında da ben ve diğer fotoğrafçılara şüpheyle yaklaşılıyordu. Çünkü işgalci güçlerin gösterilere katılanların kimliklerini tespit etmek için foto muhabirlerini kamuflaj olarak kullandığı bir sır değildi. Herkes bunu biliyordu. Sokaktaki çatışmaların ortasında kamerası olan yabancı beyaz bir erkek olarak bana İsrail işbirlikçisi olabilir şüphesiyle bakıldı. Sürekli yahudi olup olmadığım soruluyordu. İşin iyi yanı, sokaktaki protestocuların yüzlerinin genellikle kefiye ile kapatmasıydı. Bu nedenle fotoğraftan kimlik tespiti zordu. Bir fotoğrafçı olarak, önceden onunla konuşmadığınız sürece, birinin yüzünü kapatmadan fotoğrafını çekemeyeceğiniz konusunda yazılı olmayan bir kural vardı. Çatışmanın başlangıcında kefiyeyi takana kadar fotoğraf çekilmekten kaçınan genç adamlar tarafından durduruldum.
Filistin’de fotoğraf çektiğim zamanlar henüz ayaklanmanın başlangıcıydı. Bu nedenle neredeyse her gün sokak çatışmalarının yaşandığı birçok yer vardı. Bunlardan biri özellikle Beytüllahim’di. Sokakta takılarak ve bir araya gelen eylemci gruplarını arayarak çatışmanın nerede olacağını anlamak nispeten kolaydı. Bir sonraki eylemleri, ciplerin ve devriyelerin hareketini engellemek için caddeye bir barikat inşa etmekse bir çatışma çıkacağından emin olabilirsiniz. Gazze’de ise arazi çok düz olduğu için siyah duman arar ve uzaklara, gökyüzüne bakardım. Bu duman, işgal askerleriyle çatışmaya hazırlık amacıyla lastiklerin Filistinli gençler tarafından yakıldığı anlamına geliyordu. Gökyüzündeki dumanı takip edersem her zaman çatışma fotoğrafı çekme ihtimalim vardı. Nablus gibi şehre ve koşullara pek aşina olmadığım yerlere ise diğer gazetecilerle birlikte gittim. Bazen de Arapça konuşan ve sahadaki durumu bilen bir rehber tuttum. İsrail ordusunun şiddetinin kurbanı olan hastaların hastanelere girebilmeme büyük ölçüde bu rehberler yardımcı oldu. Gazze’de de Ahli Arap Hastanesi’nde acil serviste fotoğraf çekerek çok zaman geçirdim. Hastane bir eğitim hastanesiydi. Erkek hemşirelik öğrencileri tarafından yurtlarında kalmak için davet edildim. Bir hafta orada uyudum, orada yemek yedim ve bazı öğrencilerle arkadaş oldum. Ayrıca son zamanlarda yaşanan sokak çatışmalarından gelen hastalar olduğunda acil servise hızlı bir şekilde erişmemi sağladılar.
* Döndüğünüzde günlük hayata uyum sağlamakta zorluk yaşadınız mı?
İki Filistin seyahatim arasında aklımda hep Filistin vardı. O yıl hem Meksika’da hem de Amerika Birleşik Devletleri’nde çok sayıda fotoğraf sergim açıldı. Oradaki deneyimlerim hakkında röportajlar verdim ve gruplarla konuştum. Filistin’de geçirdiğim dönem hep aklımda ve hayatımdaydı. Aradan bir yıl geçtikten sonra geri dönüp daha fazla fotoğraf çekmek için sabırsızlanıyordum. Orada bulunduktan, gerçeği kendi gözlerimle gördükten ve arkadaşlar edindikten sonra Filistin’in özgürlüğü davasına daha çok bağlandım. Meksika’ya döndüğümde günlük hayata uyum sağlamada çok fazla sorun yaşadığımı sanmıyorum ama eşim ve arkadaşlarım size farklı şeyler söyleyebilir.
* Filistin dışında farklı bir bölgede böyle kritik ve sıcak çatışmaları görme imkânınız oldu mu?
Meksika’da foto muhabiri olarak kariyerim boyunca Latin Amerika’nın neredeyse her ülkesindeki olayları haber yaptım. Bu haber ve görüntüler, zaman zaman yerel protestoları, yetkililerle yaşanan çatışmaları ve insan haklarından mahrum bırakılanların durumunu gösteriyordu. Yani evet, çeşitli mücadelelerin öyküsünü anlatabilme ayrıcalığına sahip olduğum diğer ülkelerde fotoğraf çekme deneyimim oldu. Ancak dürüst olmak gerekirse, Filistinlilerin kendilerini ait oldukları topraklarından çıkarmaya yönelik Siyonist girişimlere karşı verdiği mücadele kadar uzun süreli ve derin bir şey yok. Burada Latin Amerika’da yapılan fotoğraf çalışmaları tarihsel olarak önemliydi ama Birinci İntifada sırasında Filistin’de yaptığım işin ciddiyeti ve aciliyeti ile kıyaslandığında hiçbir şey değildi.
* İntifada sırasında Filistinli kadınların rolüne ilişkin ne gibi gözlemlerde bulundunuz?
Yabancı bir erkek foto muhabiri olarak Birinci İntifada sırasında Filistinli kadınlarla doğrudan temasım çok azdı. Saygımdan dolayı sık sık fotoğraf çektiğim Gazze’deki Ahli Arap Hastanesi’nde bile, bazılarının biraz İngilizce konuşmasına ve yakın çalışmamıza rağmen, kadın hemşirelerden herhangi biriyle nadiren sohbete girdim. Onlardan herhangi biriyle konuştuğumda diyaloğumuz “günaydın”, “nasılsın” gibi basit cümlelerden oluşuyordu. Ve bir ek not olarak, Gazze’de gördüğüm hemen hemen her kadın başörtüsü takıyordu. Başörtüsü takmanın kişisel tercihle mi yoksa İntifada liderlerinin dayatmasıyla mı olduğunu bilmiyorum ve bunu öğrenmenin hiçbir yolu yoktu. Sonuç olarak Filistinli kadınların İntifada’da oynadığı role ilişkin izlenimlerimi, onları Gazze sokaklarında ve Batı Şeria’da gördükçe çektiğim fotoğraflarla birlikte “İntifada: Direniş Hatıraları” kitabında derlendim. Filistinli kadınları, çatışmaların medya kahramanları olan erkek direnişçiler kadar doğrudan, belki de onlardan daha fazla işgalci güçlerle karşı karşıya gelirken ve oğullarını, kocalarını ziyaret etmek için Ensar II Hapishanesi’ne girmek için saatlerce beklerken fotoğrafladım. Kitapta yer alan kadın fotoğraflarına onları tamamladığını düşündüğüm şu yazıyı yazmıştım: “Hastaneden (eş-Şifâ) sonra kısa bir mesafe ötedeki eş-Şât Kampı’na gittim. Kampın kenarında bir işgal ordusu devriyesi vardı. Yan tarafta, bir ara sokakta bir grup kadın bağırıp çağırıyordu. Oğullarından birini, 12 yaşlarındaki çocğu yakalayıp dövmüşlerdi… Birkaç kadın askerlerin yanına gelerek çocuğu neden alıp dövdüklerini sordu. İşgal birlikleri arkalarını dönüp kadınları görmezden gelerek uzaklaştı. Ciplerine dönmek üzere uzaklaşırlarken sayıları az olan kadınlar bastırmaya devam etti. Daha sonra bazı askerler ana devriyenin sağından ayrıldı. Küçük bir grup kadın, iki ya da üç erkek çocukla birlikte onlara taş atmaya başladı.” Bana göre bu kadınlar, öfkeli işgal askerleriyle yüz yüze gelerek erkekler kadar, hatta daha fazla riske girdiler. Ve yine de topraklarındaki işgalcilerin varlığına, Nakba’nın mirasına ve 1967’den bu yana var olan yasadışı, “geçici” işgale meydan okuma cesaretini gösterdiler. Komiteleri ve evdeki boykotları yöneterek İntifada’nın ilk günlerinde gelişen dayanışmada önemli bir rol oynadılar.