Arap dünyasının önde gelen düşünürlerinden Faslı filozof Prof. Dr. Taha Abdurrahman, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi'nde "Özgün Bir İslam Felsefesini Nasıl Kurarız?" başlıklı konferans verdi. Müslüman filozofların bugün karşı karşıya olduğu temel iki felsefi sorunun olduğuna da dikkati çeken Abdurrahman, "Birincisi 'insanın alemdeki yeri', ikincisi ise 'dünyada egemen olan felsefi tasavvur'dur. Buna göre 'filozof kendi zamanının çocuğudur' sözü doğruysa, onu bugün dünyanın içinden geçtiği zaman kadar meşgul etmesi gereken başka bir zaman yoktur'' ifadelerini kullandı.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Emin Maşalı'nın Kur'an-ı Kerim tilavetinin ardından konferansın açılış konuşmasını yapan İslam Düşünce Enstitüsü ve Uluslararası İslam Düşünce Vakfı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Taha Abdurrahman'ı ağırlamaktan dolayı mutlu olduğunu dile getirerek, kendisini 1970'li yıllardan beri takip ettiğini ve eserlerini büyük bir iştiyakla okuduğunu söyledi.
"Hocamız, büyük bir ahlak filozofudur"
Abdurrahman'ın 30'u aşkın kitabının olduğunu aktaran Görmez, "Bunlar İslam'a ve onun sorunlarına içerden bakan metinler. Bütün dertlerimizi bizimle paylaşan böyle bir alimi tanımaktan son derece bahtiyarım. Genel olarak konuşacak olursak, iki tür yazar tipi var, sadece kitap yazanlar ve yazdıklarıyla ümmete hizmet edenler. O, bu ikinci kategoriye giren kıymetli bir isim. Tıpkı İmam Gazali gibi, Abdurrahman da ümmetin sorunlarını ele alan ve bugünün sorunlarına cevaplar araya bir mütefekkir" dedi.
Taha Abdurrahman'ın "Teceddüt olmadan, tecdit olmaz" sözünü ele alan Görmez, şöyle devam etti:
"Kendisini yenilemeyen, tecdit peşinden koşturamaz. Abdurrahman, teceddüt için iki büyük şartın olduğunu söyler; akletmek ve ahlaklı olmak. Onun kitaplarını bu bağlamda ikiye ayırabiliriz. Birincisi bize akletmeyi ve ikinci olarak ise ahlakı yeniden inşa etmeyi öğreten kitaplar. Buraya gelirken kendisinden önemli üç önemli şey öğrendim. 'Akıl, bazen sahibini tutuklar.' ve 'İdrak eden, bazen idrak ettiği şeyleri kendisine mülk edinir.' Üçüncü olarak ise şunu zikretti, 'İslam dünyasındaki sorunlarımızı çözmek için, ortaya çıkan pek çok hareket oldu, küçük ve cüzi hareketler ve büyük ve külli hareketler. Bütün siyasi hareketler küçük ve cüzidir. Bütün fikri, ilmi ve ahlaki hareketler ise büyük ve küllidir. Dünyada İslam ümmetini, siyasetten başka bir değişim yöntemi olduğuna ikna etmek adeta imkansızdır. Fakat bu imkansızı başarmaktan başka bir çaremiz yoktur.' Dolayısıyla kendisi, özellikle siyasi hareketlere ilmi, fikri ve ahlaki hareketlerin eşlik etmesi gerektiğini bütün kitaplarında özellikle vurgulamaktadır. Bu anlamda hocamız, büyük bir ahlak filozofudur. Onun tabiriyle iki büyük afetimiz vardır; birisi dil, diğeriyse iman afeti. Dil afeti, kendi dilimizle felsefe ürütememek, iman afeti ise imanı akleden bir akla dönüştürememektir. Bunlar onun için en büyük sorunlarımızdır."
"Müslüman filozof, kendi felsefi problemlerini bizatihi kendi oluşturmalıdır"
Hayatı boyunca birçok ödülün yanı sıra Türkiye'de 2020 Necip Fazıl Uluslararası Kültür Sanat Ödülü'ne layık görülen Prof. Dr. Taha Abdurrahman ise Türkiye'nin mazisiyle yeni görkemli geleceğini inşa eden, ilimle kendisini birleştiren ve "eman (güven) arayanları muhafaza eden" bir ülke olduğunu ve burada olmaktan dolayı da mutlu olduğu söyledi.
Konferansın "Özgün Bir İslam Felsefini Nasıl Kurarız?" başlığına işaret eden Abdurrahman, İslam felsefesinde üç ana esasın olduğunu belirterek, şunları kaydetti:
"Bunlardan ilki, Müslümanların kendi özgünlüğünü önemsemeleri ve bunu bir hareket noktası olarak almaları. İkincisi bu özgünlüğü evrensel boyuta taşımak ve onu bu çerçevede açımlamak. Üçüncüsü ise bu özgünlüğü evrensellikle birleştirmek üzere felsefeyi tavzif etmek ve ondan yararlanmaktır. Öyleyse bu konuşmada 'özgün bir İslam felsefesini konu etmekteki amacımız, 19. yüzyılın ikinci yarısından bu yana hem Batılı hem de Doğulu akademisyenleri meşgul eden ve kabaca 'İslam felsefesi diye bir şey var mıdır?' sorusu etrafında şekillenen İslam felsefesi sorununu ele almak değildir. Amacımız daha ziyade, 'İslam düşünce evreni' ile bağlantı kuran bir felsefi düşünce geliştirmede muasır Müslüman filozofa rehberlik edebilecek bazı temel hususlara işaret etmektir."
Faslı düşünür, İslam ile felsefe arasındaki ilişkiye dair birçok temel hususun bulunduğunun altını çizerek, "Müslüman filozof, başkalarının özgün bir çerçevede oluşturduğu felsefi problemleri kendine mal etmemelidir. O kendi felsefi problemlerini bizatihi kendi oluşturmalıdır. Aksi takdirde, başkalarından aldığı şeyleri İslam düşünce dünyasına adapte etmenin ötesine geçemez. İster içeriğe isterse biçime dair olsun, filozofun tasarladığı sorun, kendi gerçekliğiyle ve ümmetin yaşamıyla ne kadar ilişkili ise o kadar özgündür" değerlendirmesini yaptı.
"İslam'ın gelişinin ana gayesi, sadece insanı alçalmaktan kurtarmakla sınırlı değildir"
Müslüman filozofların bugün karşı karşıya olduğu temel iki felsefi sorunun olduğuna da dikkati çeken Abdurrahman, şunları anlattı:
"Birincisi 'insanın alemdeki yeri', ikincisi ise 'dünyada egemen olan felsefi tasavvur'dur. Buna göre 'filozof kendi zamanının çocuğudur' sözü doğruysa, onu bugün dünyanın içinden geçtiği zaman kadar meşgul etmesi gereken başka bir zaman yoktur. Çünkü dünya çiğnenen değerlere, ihanet edilen emanetlere ve bozulan ahitlere şahit oldukça insan da onurunu kaybetmekte ve süflileşmektedir. Zamanın Müslüman filozofa olan ihtiyacı, Müslüman olmayan filozofa olan ihtiyacından daha az değildir. Hatta ondan çok daha fazladır. İslam'ın gelişinin ana gayesi, sadece insanı alçalmaktan kurtarmakla sınırlı değildir. Aynı zamanda ona en yüksek mertebede onur ve şeref kazandırmaktır. İkinci nokta ise 'insanın süflileşmesi"dir. Müslüman filozof çağımızda 'insanın süflileşmesinin' iki büyük musibetten kaynaklandığını saptamak durumundadır. Bunlardan ilki 'bilimin kural tanımaz hale gelmesi', ikincisi ise 'öznel bilginin değerden soyutlanması'dır. Bu saptama, insanın süflileşmesi sorununa cevap verme konumunda bulunan filozofun ilk temel argümanı olmalıdır."
Abdurrahman, İslam ile felsefe arasında üçüncü olarak Müslüman filozofun vazifesinin, "nesnel bilimin kural tanımazlığı" ve "öznel bilginin değerden soyutlanması" sorunlarını bertaraf edecek yöntemler üzerine düşünmek olduğunu vurguladı.
"Sadece hikmete dayalı felsefe, insanlığı şimdiki ve gelecekteki çöküşten kurtarabilir"
Ahlaki değerlerin fıtrat üzerine kurulmasını ve yaygınlaştırılması gerektiğini de ifade eden Taha Abdurrahman, "Müslüman filozof kendini tanımalı, düşünce ve davranışlarında Hz. Peygamber'in ahlakını takip etmelidir. Müslüman bir filozofun Hz. Peygamber'i örnek alarak ulaşabileceği en yüksek mertebe 'sıddıkiyettir'" dedi.
Faslı düşünür, Müslüman filozoflara felsefeyi aslına, yani hikmete döndürmek için çalışma çağrısında bulunarak, "Herhangi bir çağdaş İslam felsefesi, Müslüman bir filozofun eseri olmadığı sürece orijinalliğe sahip değildir. İslam düşüncesinin orijinalliği, ancak filozofun güncel felsefi kavramlarla ve güncel küresel sorunlarla etkileşime girmesi, bu ikili etkileşimin sonuçlarını İslami müzakerenin özgüllüğü temelinde formüle etmesiyle mümkündür" görüşünü paylaştı.
Felsefenin bilimsel görüntüsünün felsefeyi aslından uzaklaştırdığına işaret eden Abdurrahman, "Bir diğer sorumluluğumuz da 'soyut akıl ile rasyonel akıl' arasında ayrım yapan ve ahlakı fıtrata dayandıran hikmet felsefesinin yenilenmesidir. Sadece hikmete dayalı felsefe, insanlığı şimdiki ve gelecekteki çöküşten kurtarabilir" şeklinde konuştu.
Yoğun ilginin yaşandığı konferans sonunda İSAM Başkanı Prof. Dr. Mürteza Bedir, Taha Abdurrahman'a hediye takdiminde bulundu.