Edebiyat dünyasında vefa kelimesi, hayatla değil daha çok vefat kelimesi ile yakın arkadaştır. Değerli kalemlerin sağlıklarında kıymetlerinin bilindiği, haklarının teslim edildiği, nadir işler kabilindendir. Tanpınar’ın günlüklerine sızan, Oğuz Atay’ı “Ben buradayım sevgili okur, sen neredesin?” diye ünleten şeyin, tam olarak vefa olmasa da buna yakın bir şey olduğunu düşünüyorum.
Geçtiğimiz hafta Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi’nde gerçekleştirilen bir program, kıymetin hayattayken takdir edildiğine güzel bir örnek olarak hatıralardaki yerini aldı. Alim Kahraman Hoca’nın yazarlığının 50. yılı vesilesiyle düzenlenen programda konuşmacılar Beşir Ayvazoğlu, Funda Özsoy E., Nurseli Gamze Korkmaz ve Ali Haydar Haksal’dı. Programa torunlarıyla birlikte geniş ailesiyle katılan Alim Kahraman, bir teşekkür konuşmasıyla memnuniyetini dile getirdi.
Alim Kahraman’ın yazarlığının birçok yönü var. Ona yakından bakmaya çalıştığımızda bir yanda monografileri, bir yanda hikayeleri, bir yanda hocalığı, bir yanda ansiklopedistliği, bir yanda da eleştirmenliği karşımıza çıkıyor.
Orhan Okay, Cahit Zarifoğlu, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal Beyatlı, Rasim Özdenören, Mehmet Akif monografileri her biri birbirinden değerli çalışmalar olarak edebiyat tarihinde büyük boşlukları doldurarak yerlerini aldılar bile. Modern Türk Hikayesi ve Edebiyatın İç Yapısı ile Yazarak Yaşamak kitapları ise hocanın, akademik cesamette olmakla beraber zevkle okunabilir bir üslupla kaleme alınmış kitapları. Beykoz ve Üsküdar’a dair kitapları ise onun yaşadığı şehre karşı kayıtsız kalmadığını gösteriyor. Hocanın hikayeciliğini yakalayabileceğimiz kitapları olarak Geçit, Bak Bahar Gelmiş ve Yazmak Bana Göre Değil’i sayabiliriz.
Bütün bunlar aynı zamanda onun üretken bir kalem olduğunu da ortaya koyuyor. Hangi yönü ele alsanız üzerine makaleler yazabilir, konuşmalar düzenleyebilirsiniz. Bu anlamda akademisyenlere ve konuşmacılara bol malzeme veren bir yazar olduğunu öne sürebiliriz.
Başta Mavera ve Yediiklim olmak üzere birçok derginin hem mutfağında hem de kurucuları arasında bulunan Alim Kahraman’ın edebiyat dünyasında yer alan bir çok özel isimle yakınlığı sebebiyle edebiyat tarihi açısından da zengin bir hatıra geçmişine sahip olduğunu söylemek mümkün. Buna neden dikkati çekiyorum? Çünkü, edebiyat dünyası pek bir şey üretmeden, sadece ilişkileri ve zamanında yanında bulundukları isimlerin hatıraları üzerine basarak bu dünyaya tutunmaya çalışan isimlerle dolu bir dünya. Alim Kahraman hiçbir zaman tanışıklıklarına, başka önemli isimlerle aralarında yaşanan birtakım hatıralara yaslanmamış, yazarlık kariyeri boyunca her zaman üretmekten, dolayısıyla metinden yana olmuştur. Asıl kıymetin metinden dolayı tezahür ettiğinin bilincinde bir zihinle hiç durmadan üretmiş, üreterek var olmaya çalışmış ve etrafına da üretilenler ve metinler üzerinden bakış atmıştır. Bu noktada eleştirmenliğinin de metin odaklı olduğunu dile getirmek istiyorum. Eleştirmenlik elbette metin odaklı olacaktı, ya ne olabilirdi ki, diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Azıcık edebiyat dünyasının kıyısından geçmiş, bir köşesinden bir taburesine oturmuşsanız, bazı eleştirmenliğine metin odaklılıktan değil, tanışıklıktan beslendiğini rahatlıkla görebilirsiniz. Alim Kahraman ne yazarlığında ne de eleştirmenliğinde buna tevessül etmemiş ve her daim karşısına metni almıştır. Yazdığı öykü eleştirileri ve değerlendirmeleri ile metin esaslı bir çizgi tutmuş ve birçok yeni öykücüyü gün yüzüne çıkarmıştır.
Benim kendisinin eleştirmenliği ile tanışmam da bu vesileyle olmuştu zaten. 2018 yılında Şimdilik Havadisler Bunlar adlı kitabım çıktıktan sonra bütün anlatacağım hikayeleri anlattığım ve yazacak hikayemin kalmadığının korkusuna kapılmıştım. Ne yapacağımı bilmez halde okuyor, sadece okuyordum. Kitaptan sonra yeni bir hikaye yazamadıkça ve yazamadığım süre uzadıkça “Galiba bütün yeteneğimi tükettim, başka malzemem kalmadı” diye düşünüyorken 2019’un temmuz ayında bir arkadaşım bana Whatsapp’tan bir link gönderdi. Tıkladığım link Yenişafak Kitap’ın bir sayfasının linkiydi. Sayfada Alim Hoca’nın yazısı vardı. Alim Hoca o sene Edebiyat Ortamı tarafından yayımlanan öykü yıllığını okuyup bir değerlendirme yazısı yazmıştı. Yazıyı okudum. Yazının sonuna doğru “Bu yıllıkta Abdullah Harmancı’nın Yüreğime Üç Çivi, Bahtiyar Aslan’ın Kule, Erhan Genç’in Üç Masa Bir Mezar’ı favorilerim oldu.” demiş. Yazıyı okuduktan sonra nasıl heyecanlandığımı anlatamam. Tam kendime olan inancımı kaybetmeye yüz tuttuğum bir anda hocanın yazısı bana güç kuvvet vermiş ve beni içine düştüğüm umutsuzluk noktasından çıkarıp almıştı. O gün, bir kutu baklava alıp daha önce hiç karşılaşmadığım Alim Hoca’ya teşekküre gitmek istediğimi hatırlıyorum. Fakat bunu gerçekleştiremedim. Neden sonra dinleyici olarak katıldığım bir programda konuşmacılardan birinin Alim Hoca olduğunu görünce hemen program sonrası hocanın yanına gittim. Kendimi tanıtıp “Hocam,” dedim. “Yenişafak Kitap’a yazdığınız öykü yıllığı değerlendirmenizde iki kıymetli öykücünün yanında bir de bana yer vermişsiniz, çok teşekkür ederim.” Alim Hoca gayet sakin bir şekilde “Teşekküre gerek yok.” dedi. “Ben senin kara kaşına kara gözüne bakıp yazmadım o yazıyı. Yazdığın öykü o yazıyı hak ediyordu. Çok daha iyi öyküler yazacağına inanıyorum.” O günden sonra bende tıkanıklık mıkanıklık kalmadı. Üst üste öyküler yayınlamaya başladım.
Bir öykücü olarak Alim Kahraman’ın öykücülüğüne değinmeden geçemeyeceğim. Hocanın öykücülüğünü Geçit ile tanıdım. Geçit öyle bir kitap ki okuru, daha doğrusu öykü seven ve öykü ile ilgilenen bir okuru, biraz da öykü yazmaya hevesliyse hemen sarıp sarmalıyor. Kitaptaki kurmaca unsurları, dil kıvraklığı ve zeka pırıltıları bir öykücüyü baştan çıkarabilecek birkaç özellik olarak hemen göze çarpıyor. Geçit’in bünyesinde bulundurduğu kurmaca unsurlarıyla, deneyselliğiyle, yeniliğiyle ve cesaretiyle Haldun Taner’in Ayışığında Çalışkur kitabıyla kardeş olduğunu düşünüyorum.
Bir Geçit hayranıyım diyebilirim.
Bir alanda 10000 saat çalışmanın o sahada uzmanlığı beraberinde getireceğini öne süren modernitenin gölgesinde bir yazarın yazarlık kariyerinde 50 yılı geride bırakmasının ne kadar büyük bir tecrübeye denk geldiğini düşünürsek Alim Kahraman’ın yazarlığına şapka çıkarmamız gerekir. Ayrıca bu kariyerin, ardında ciltler dolusu eserler bırakmasının elbette takdirden öte hayranlık uyandıran bir tarafı olduğunu da düşünüyorum. Rabbim Alim Hoca’ya sağlık, sıhhat ve uzun ömür versin. O yazsın, biz okuyalım inşallah.