Türk kültürü üzerine yaptıkları çalışmalarla tanıdığımız Necdet Sakaoğlu ve mimar Sinan Genim ‘le yalı kültürü ve bu yalıların tarihimizdeki yerini konuştuk. Yalı kültürünün dünyada sadece İstanbul’da yaşandığına değinen Sakaoğlu, zamanla bu kültürün yerini lümpenliğe bıraktığının altını çiziyor.
Geride bıraktığımız hafta Vitaspirit isimli Malta bandıralı büyük bir yük gemisinin Boğaziçi’ndeki en eski ve en güzel yalılarından Hekimbaşı Salih Efendi yalısına çarpması gündemi epey meşgul etmişti. Yankıları hala devam eden hadisenin ardından Murat Bardakçı “Lozan’ı değil de Montrö’yü tartışmış olsaydık güzelim yalı şimdi sapasağlamdı!” başlıklı bir yazı yayınladı. Prof. Dr. İlber Ortaylı ise Boğaz’a ikinci bir kanal gerektiğini gündeme getirdi. Biz de mimar Sinan Genim ve tarihçi Necdet Sakaoğlu’na yalı kültürünü sorduk. Genim, Boğaz’dan geçen gemilerin yarattığı dalgadan en az etkilenmek için yalı yapılarına rıhtımlar eklendiğini ve yalı olmaktan çıkıp Miami’deki gibi deniz kenarındaki evlere benzediklerini söylerken Sakaoğlu ise “Yalıların yerine balık restoranları yapıldı. Yalı kültürünün yerini lümpen kültür aldı bana göre” diyor.
DÜNYADA ÖRNEĞİ YOK
Yalı hayatı üzerine bugüne dek çalışmaları olan Sakaoğlu, Boğaz yalılarındaki hayatı en iyi Abdülhak Şinasi Hisar’ın anlattığını ve 1960’larda da Perihan Balcı’nın Boğaziçi yalılarının tamamını fotoğrafladığını hatırlatıyor. Sakaoğlu yalı kültürünü ise şu sözlerle anlatıyor: “Boğaziçi kültürü İstanbul kültürüne göre çok çok özeldir. Çünkü orada yaşamak mevsimlikti. Dönemin padişahının göç fermanı ile yalısı olanlar yalılarına göçerdi.
Gene bir göç fermanıyla da İstanbul’daki evlere, konaklalara dönülürdü. Yalılarda hemen hemen hiçbir eşya yoktu. Kandil, şamdan, avize, şilte, sedir, hasır gibi eşyalar vardı. Önemli olan yalıya taşınarak Boğaziçi’nde yaşamayı tatmaktı. Bu çok önemli bir kültürdü. Her yalının sağında solunda bir bahçe düzeni, arkasında korusu vardı. Her yalının kayıkhanesi ve kayığı bulunurdu. O hayat zannediyorum yeryüzünde sadece İstanbul’da, Boğaziçi’nde yaşandı. Başka bir yerde olamazdı. Olamama nedeni de yer yüzünde eşiğinizi deniz kıyısına koyabileceğiniz tek koşul Boğaziçi’nde var. Medcezirin egemen olmadığı bir yer. Nitekim bu zavallı Hekimbaşı yalısına gemi çarpınca da gördük ki önü suyun içinde, iki üç karışlık bir mesafesi var.”
TÜRK KÜLTÜRÜNÜN ŞAHİKASI YALILAR
O dönemin yalı kültüründen eser kalmadığını söyleyen Sakaoğlu, “Yalılarda yaşamak izinle oluyordu. Padişah bile İstavroz, Beşiktaş, Çırağan sahil saraylarına o fermanı yayınladıktan sonra taşınırdı. Boğaziçi yalılarının çok özel bir dünyası vardı ve dünyada tekti. Boğaziçi yalılarını yok eden büyük fırtına II. Dünya Harbi öncesi ve sonrasıdır. O zaman Boğaz çok tehlikeli bir yerdi. Özellikle Rusya’daki Stalin rejiminden dolayı. Herkes yalısını sattı. Çok ucuza gitti. Bir yalı furyası yaşandı, alınan yalılar yıkıldı, döküldü. Boğaziçi’nde bizim yaptığımız pek önemli bir çalışma yok ama yapılmalıydı. Türk kültürünün şahikası o yalılarda yaşandı. Ama yemeli içmeli, sazlı sözlü değil, sükunet içinde. Yalıların yerine balık restoranları, kırık dökük salaş yerler yapıldı. Yalı kültürünün yerini lümpen kültür aldı bana göre” diyor.
GELENEK BOZULDU
Boğaziçi’ndeki yalıları ‘kaderine terk edilmiş’ olarak tanımlayan Mimar Sinan Genim ise yalıların el değiştirerek bugün yerini başka br kültüre bıraktığını Sakaoğlu’na benzer cümlelerle ifade ediyor: “Yalı ile ilgili kültürü olmayan yaşantısı ona uygun olmayan insanlar var. Dejenere olmuş. Böyle spekülatif bir olayla gündeme gelmedikleri için kimse de kafasını çevirip bakmıyor. Şimdi Kandilli’de Saffet Paşa yalısına rıhtım yapıldı. Halbuki bunun adı yalı. Oturduğun yerden denizin sesini duyacaksın, seyredeceksin. Şimdi şartlar değişti tabii. O dönemler yelkenli tekneler geçiyordu sadece. Şimdi büyük bir gemi geçiyor, büyük dalgalar yaratıyor. Yalı sahipleri de yapı tahrip olmasın içeriye dalga girmesin diye rıhtımlar yapıyor. O zaman da yalı olmaktan çıkıyor. Miami’deki gibi deniz kenarındaki apartmanlara benziyor. Bu bir kültür sorunu. Yalıda yaşamak bir kültürdür. O kültüre sahip olmadan köşkte de, yalıda da, konakta da yaşanmaz.”
III. Ahmet başlattı
*
“Boğaziçi’nin hayat koşulları özeldi. Komşuluk ilişkileri, şehirle bağlantıyı kayıkla kurmak mecburiyeti, münzevi bir hayat... Karadan da bağlantınız yok. Yalıların arkası koru. Koru içinde su kaynağı olurdu, bir lülelik bir su belki. Bu su, depoda biriktirilerek yalının su ihtiyacı oradan temin edilirdi” diyen Sakaoğlu yalıların en görkemli yıllarını Lale Devri ile Tanzimat öncesi dönem arasında yaşadığını kaydederek ekliyor: “Bu yüzyılda yalı kültürünü açan da III. Ahmet’tir. Hümayunabad dediğimiz Bebek’teki ilk önemli yalı yerleşimini yaptıran padişahtı. Enteresan olan bu yalıların tamamı Müslüman Türklerindi. Gayrimüslümlerin arka yamaçlarda kasırları, köşkleri ve konakları vardı. Tanzimat’tan sonra onlar da kıyıya indiler. Tanzimat ve Islahat Fermanı’nın getirdiği yeniliklerle.”
Yalıların çoğunluğu el değiştirmişti
* Hekimbaşı Salih Paşa yalısının orijinalliğini muhafaza eden ender yapılardan biri olduğunun altını çizen Sinan Genim, “Yalıların çoğunluğu el değiştirmiş. Hekimbaşı ailesinin yaşantısını devam ettirmesi açısından en önemli yalıydı. Boğaziçi’nde de fazla örneği yok. Bu yalı çok özel bir yalı. Erken dönemdir. Genellikle bunlar bir dönem yazlık olarak kullanılan yapılar. Salih Efendi yalısının arkasında çok büyük korusu var. Bebek’te de korusu var. Eczacılıkla ilgili bitkiler yetiştiriyor. Hekimbaşı çiftliği var. Yalılarda yaşayanların hepsi devletin çok üst düzeyinde yer almış insanlar. Ancak 19. yüzyılın ikinci yarısından sorna Mısır’daki hıdivlerin ve prenseslerin yaptırdığı yapılar var. Onların bazıları kâgir, bazıları ahşap” diyor ve kâgir yapıların bazılarının günümüze ulaştığına değiniyor.