20. yüzyılın en önemli düşünce ekollerinden ve aralarında Max Horkheimer, Walter Benyamin, Harbert Marcuse, Friedrich Pollock, Franz Neumann, Siegfried Kracauer, Leo Lowenthal gibi isimlerin bulunduğu Frankfurt Okulu’nun omurgasını inşa eden kuramcılardan Theodor W. Adorno, bu sistematiğin belirgin iddialarının toplandığı Eleştirel Teoriye sunduğu kıymeti tartışılmaz katkılarının yanı sıra psikolojiden, sosyolojiye, edebiyattan, felsefeye uzanan yorumları ile modern dünyada olup biteni anlamak için önümüze büyük bir külliyat koydu. Hayatın hemen her alanına dair bu kolektif ve senkronik okuma biçimine ilişkin fikri performans kuşkusuz kendinden evvel geleneğini devraldığı Avrupalı entelektüelin de önemli bir özelliği idi. Nietzsche tarafından dillendirilen ve Avrupa değerlerinin yeniden yorumlanması düşüncesinin -başta “aydınlanma” meselesi olmak üzere- 1930’lardan itibaren özgün seslerinden birisi olan Adorno’nun daha 17 yaşındayken müziği merkez alan yazılarının varlığı O’na, modernlik hakkında eleştirel yorumlamalar yaparken esasa yönelik meseleleri çok daha geniş oylumlu ve disiplinlerarası bir bakış açısı ile görme biçimi kazandırmıştır.
İnsanlık birikiminin, özellikle modernitenin farklı veçhelerini içerisinde barındıran büyük anlatıların kaynağı ve üretmiş olduğu aydınlanma teorisinin iyimserliği ardından iki büyük dünya savaşı ile kendisine dair sarsıcı sorular sormaya başlayan Avrupa’da hemen 20.yüzyılın başında, 1903 yılında dünyaya gelen Theodor W. Adorno’nun tüccar bir baba ve en önemlisi ses sanatçısı bir annenin oğlu olarak dünyaya geldiğini hemen belirtelim. Sadece annesi değil, teyzesinin de aynı şekilde piyanist ve ses sanatçısı olması sebebiyle yakın dönem düşünce tarihimizin eleştiri yüklü metinlerini ortaya koyan Adorno çok küçük yaşlardan itibaren Batı müziğinin klasik eserlerini iyi derecede piyano ile çalabilecek düzeye erişir ve hatta besteler yapar. İleride üyelerinden birisi olacağı düşünce ekolünün önemli isimleri Benyamin ve Horkheimer ile öğrencilik yıllarından itibaren tanışan, 1924’te felsefe doktoru, 1931’de ise profesör ünvanını elde eden Adorno bütün bu akademik yolculuğu boyunca müzik ile ilişkisini hem ileri derecede eğitimler alarak hem de dergilerde makaleler yayınlayarak sürdürdü. Yahudi olduğu gerekçesi ile Almanya’da zor günler yaşamaya başlayınca 1934’te önce İngiltere’ye ardından da 1937 yılında Amerika’ya gitmek zorunda kalır.
Adorno’nun özellikle Amerika’da yaşadığı tecrübe ve kültür ürünlerinin hızla metalaş(tırıl)ması sürecine dair tanıklığı “kültürün endüstrileşmesi” kavramı üzerinden öncü tartışmalar yapmasına imkan araladı. İkinci Dünya Savaşı sonrası kapitalizmin merkezi haline gelen Amerikayı “kültürel barbarlar” (Ernest Wolf-Gazo, Theodor Adorno: Sürgünden Barışmaya, Kutadgubilig, Ekim 2003, Sayı 4, s.22) biçiminde tanımlayan Adorno’nun aydınlanma felsefesi hakkında yaptığı eleştiriler ve aydınlanmanın temel aurasını oluşturan aklın doğrusal ilerleme ve bireye ilişkin getireceği düşünülen özgürleşme halinin tersine, ortaya yeni bir iktidar ve egemenlik biçiminin çıktığına yönelik yorumları (Besim F. Dellaloğlu, Bir Giriş: Adorno Yüz Yaşında, Cogito, Sayı 36, s.21) müzik meselelerine de yeni bakış açıları ile yaklaşmayı zorunlu kılmıştır.
Adorno’nun bahsi geçen ve dünya solunun çevresinde gezinip etkisi altında kaldığı kültür, müzik, meta tartışmalarını içine alan, bir müddet sonra seçkinci olduğu eleştirilerine ilişkin açık kapılar bırakan müzik yazıları Türkiye’de ilk kez yayınlanan çeviri kitapla ilgililerine sunuldu. Daha evvel Adorno’nun başka metinlerini de dilimize kazandıran Şeyda Öztürk’ün Türkçe’ye çevirdiği ve “Müzik Yazıları” başlığını taşıyan kitap toplam 12 makaleden meydana geliyor. “Müziğin Fetiş Niteliği ve Müzik Dinlemedeki Gerileme Üzerine”, “Müziğin Toplumsal Durumu Üzerine”, “Yabancılaşmış Başyapıt”, “Müzik Sosyolojisine Giriş’e Ek”, “Günümüzde Felsefe ile Müziğin İlişkisi Üzerine” yazıları başta olmak üzere hususen kapitalizmin tahakkümü altına kolayca girerek metalaş(tırıl)mış müziksel üretim biçiminin yoğun eleştirilerinin yapıldığı makalelerin maalesef dilimize çok geç çevrildiğini söylemek zorundayız. Çağımızın bu önemli düşünürünün günümüz dünyasını müzik-felsefe ve sosyolojisi ilişkisi üzerinden anlamaya yönelik gayretine dair birçok makale ve kitapta yapılan atıflara karşın ana metinleri bu şekilde toplu olarak okumak mümkün olmamıştı. Öztürk’ün dilimize kazandırdığı ve 1928-1967 yılları arasında kaleme aldığı metinlerden meydana gelen kitap, müziği de içine alan kültürün modernlik ile beraber nasıl dönüştüğünü çözümleyebilmek için ilgililerine yeni ufuklar aralıyor.