15 Temmuz gecesi, canı pahasına sokağa çıkan Türk halkı, tüm dünyaya benzeri görülmemiş bir ders verdi. TRT'de okunan darbe bildirisi ve peşi sıra patlayan bombalara rağmen tankların üzerine yürüyen yaşlısı, genci, çocuğu büyük bir istiklal mücadelesinin altına imza attı. Bu mücadeleyi verenlerin bir kısmı şehadet şerbetini içerken bir kısmı da yaralı olarak çatışmalardan sağ kurtulmayı başarabildi. Her türlü görüşten vatandaşın canını ortaya koyduğu vatan savunmasında en kanlı çatışmalar, Boğaziçi Köprüsü, Çengelköy, Atatürk Havalimanı ve Acıbadem Türk Telekom çevresinde yaşandı. Çatışmalarda 240 kişi yaşamını yitirirken, bin 535 kişi yaralandı. 623 kişinin de tedavisi hala devam ediyor. Darbe girişiminin halk üzerinde oluşturduğu psikolojik travma da bir o kadar ağır. Biz de yaraları henüz kabuk bağlamayan şehit ailelerini ziyaret ettik. Göğsünü siper ederek hiç düşünmeden cepheye koşan bu kahramanların hem o kanlı gecede neler yaşadığını öğrenmek hem de ailelerin acılarını paylaşmak istedik.Vaktimiz ve imkanımızın el verdiğince kapısını çaldığımız bu ailelerin tek bir isteği vardı: Kendi halkına en ağır silahlarla ateş açan zalimlerin ve Amerika'daki FETÖ'nün terörist elebaşının idam edilmesi. "Acımız dinmez ama içimiz soğur" diyerek suçluların idam edilmesini isteyen bu ailelerin pek çoğu şehit düşenlerin her fırsatta şehit olarak ölmek istediklerini ve bu isteklerini de sık sık dile getirdiklerini belirtiyor. Ayrıca ailelerden şehitlerimizin pek çoğunun abdest alarak sokağa döküldüğünü de öğreniyoruz.
Darbe girişimi sırasında yaşanan olaylarda hayatını kaybedenler arasında Erdoğan'ın başdanışmanlarından Mustafa Varank'ın ağabeyi Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Dr.İlhan Varank da vardı. Eşi Saadet Varank o geceyi şöyle anlatıyor: "İlhan üniversiteden arkadaşlarıyla internetten olayları yazışmış. Sen de mi gideceksin? diye sorduğumda "Şimdi evde oturma zamanı değil. Geleceğimizi kurtarmanın zamanı. Türkiye'nin 100 yıl geriye gitmesine izin veremem" dedi. Yatsıyı kıldı ve 01.30 da evden çıktı. Darbe gerçekleşirse ilk bize gelirler diyerek babasının silahını almaya kalkıştı. Tek amacı ailesini korumaktı. Vatan Caddesi'ndeki emniyetin oraya gitmiş. Askerleri görünce "Burada siz duramayacaksınız" demiş. Askerlerin sıktığı bir kurşun ona isabet etmiş. Resmen savaşmaya gitmiş. Çatışma da yanındaki kişi umreye gidip gitmediğini sorunda o da "Gittim ama burası umre gibi zaten" demiş. Daha birçok planımız vardı. Kızımızın TEOG sonucuna göre okul planları yapıyorduk. Şimdi ben yapayalnız kaldım."
Şehit Varank'ın annesi Fatma Varank ise oğlunu acı dolu yüreğiyle şu şekilde ifade ediyor: "İlhanımı Şehzadebaşı Camii avlusuna Hafız Osman'ın yanına gömdüler. Hafız Osman'a komşu oldu benim oğlum. Babasının bir dediğini iki etmezdi. Üniversiteyi Balıkesir'de okudu. Bitirdikten sonra Amerika'da burs kazandı ve gitti. Şimdi de tam talebelerini vatanımızda yetiştireceği sırada yavrumu aldılar elimizden. "
Teyzesi Nurten Bulut, Varank'ın en son konuştuğu isimlerden biri. Bulut, yeğeni Varank için şöyle konuşuyor: "İlhan hiç bu tür ortamlara girmezdi. Kardeşi gibi değildi. Kendi halindeydi. Çocukluğu da öyleydi. Biz Mustafa'ya bir şey oldu diye korkarken İlhan'ın acı haberi canımızı yaktı. "İlhan Varank'ın ablası Ayşe hanım ise yaşlı gözlerle kardeşi için ikiz gibi büyüdük diyor ve ekliyor: "Mustafa çok yoğun çalıştığı için İlhan'la daha sık görüşürdük. En son bir gün önce benim evimde oturduk. Sohbet ettik. O gece beni Mustafa aradı ve 'Abime çok kötü bir şey oldu' dedi. O an yıkıldım. Kolumu kanadımı kırmışlardı sanki. İlhan şehitlik mertebesini hakedecek biriydi. Dünyalık işlere önem vermezdi. Ramazanın son 10 gününü Şehzadebaşı Camisinde geçirdi. Mezarı da şimdi orada."
Üç hafta önce diplomasını Varank'ın elinden alan Şeyma İzmir, hocası için şunları söylüyor: "Seneler boyunca başımız her ne sebepten ağrısa hocamızın yanına koşardık. Bir kere bile tebessümü eksilmedi çehresinden. Ünvanı belki profesördü fakat bizler için ağabeydi, babaydı. Diplomamı alırken "Tembellik yok. Çalışmaya devam. Kendi öğrencilerine de böyle olursan hakkım helaldir" demişti. Öğretmenlikte, insanlıkta, o engin yüreklilikte en emin rehberimdir İlhan Hocam. Kocaman yüreğiyle, kahramanlığıyla bizlere son dersini verip gitti."
17 yaşındaki Mahir Ayabak da arkadaşlarıyla birlikte gittiği Atatürk Havalimanı'nda şehit düşen kahramanlarımız arasında yer alıyor. Çok genç yaşta şehadet şerbetini içen Ayabak, bir askeri tanktan çıkarıp polise teslim etmeyi başarmış fakat asker daha sonra kaçmış. "Ben gencim, siz yaşlısınız. En önde gideceğim ben" deyip koşar adımlarla gittiği havalimanında şehit düşen Ayabak için annesi Muhteber Ayabak " Benim oğlum o gece evine uğramadan işten çıkıp Şirinevler'den havalimanına cihada gitti. Ülkesi, vatanı için koşarak gitti. Ben oğlumun katilinin idam edilmesini istiyorum. Adalet yerini bulsun. O hain acaba bir baba mı? Onun evladı yok mu? Ben oğlumla her zaman gurur duyacağım. Ama onların anası onlardan hep utanacak. Vatan için gerekirse diğer çocuğumu da yollarım. Benim oğlum ölmeseydi başkasının oğlu ölecekti" diyor.
Henüz 15 yaşındayken cezaevine konulan Halil Kantarcı, 28 Şubat döneminde haksız yere idama mahkûm edilmişti. 8 yıl hapis yattıktan sonra beraat eden Kantarcı, önceki akşam darbeye direnmek amacıyla çıktığı Çengelköy'de darbeci askerlerin kurşunuyla yaşamını yitirdi. Cep telefonuyla kendisinin fotoğrafını çeken Kantarcı, akşam saatlerinde "Ölürsem beni böyle hatırlayın" diye attığı fotoğraf şimdi ise birçok kişinin hafızasından silinmiyor. 3 çocuk babası olan Kantarcı'nın genç eşi Ayşe Kantarcı o geceyi şu sözleriyle anlatıyor: "O gece annemden bir civarı geldik. Televizyonda Yakup Köse'nin konuşmasını dinliyorduk. Saat 03.10 gibi "Çengelköy karakolunu askerler ele geçirmiş. Halka ateş açıyorlarmış. Gidip bakmam gerekiyor" dedi. Tamam demek zorunda kaldım. Sonra bomba sesini duyunca kapıya koştum. 'Gitme Halil' dedim. O da 'Eğer bir şey olursa burada da olur' dedi. 'Tamam' dedim. Bana dönüp 'Gel sana bir kez daha sarılayım. Hakkını helal et, Allah'a emanet olun. Çocuklarımız sana emanet' dedi ve gitti. 10 dakika sonra tekrar aradım. "Buranın durumu çok fena. Çengelköy'de sıkıştırıldık. Hareket edemiyoruz" dedi ve telefonu kapattı. Sonra uyuyakalmışım. Saat 6'da uyandım, aradım ama telefonu kapalıydı. Arkadaşının eşine mesaj attım ama kimsenin haberi yoktu. Hastaneleri aramaya başladık. Kayıp dediler, yaralı dediler. Arkadaşlarının eşleri evimize geldi ve 'Halil'den haber var. Hastanedeymiş. Yaralı' dediler. Hemen hastaneye koştuk ve o kalabalıktan tek bir ses çıkmıyordu. Ben o an anladım ama konduramıyordum. Çocuklarıma nasıl söyleyecektim bunu. Rabbim ona şehitliği nasip etti. Sabrını da bizlere verdi. İnşallah Uhud şehitlerine, Bedir şehitlerine komşu olmuştur. Ben Halil ile maneviyatı güçlü olduğu için evlendim. Davası Allah rızası olan biriydi. Hayatım boyunca şehit eşi olmak için dua ettim ve şimdi Allah dualarımı kabul etti. Hayat arkadaşımı kaybettim. O benim elim ayağımdı."
Eşi Ayşe Kantarcı kızının babasına olan düşkünlüğünü şu ifadelerle anlatıyor: "Kızım babasına çok aşıktı. Babası da "Kızımı ben kimselere veremem" derdi. Kızım gün içerisinde her saat başı babasını sorardı. Akşam eve geldiğinde de "Baba kaş güzel, sakal güzel, göz güzel" diye babasını sever, okşardı yanağını."
O gece Halil Kantarcı'yı durduramayanlardan biri de yengesi Hacer Kantarcı'ydı. Evden koşar adımlarla Kantarcı'nın evden çıktığını gören Hacer Kantarcı, "'Elinde silahın, topun, tüfeğin yok. İçeri gir. Çocuklarına bakmakta cihattır. Senin çocukların daha çok küçük, bırakma onları' dedim ama dinletemedim. 'Ben eve gelirsem kim duracak buralarda. Bunlar haşhaşi. Bunların Müslümanlıkla alakaları yok' dedi ve gitti. İzin vermesek bile kapıyı kırar yine giderdi. Benim eşimde 5 tankın içindeki askerleri boşaltmış. Halil 15 dakika önce beni arayıp helallik istedi" diyor.
Darbeye karşı dururken tankın acımasızca altına aldığı Türkmen Tekin, o gece vatanı uğruna şehit oldu. Eşi Ramazan Tekin yaşadıkları o geceyi şöyle anlatıyor: "Cumhurbaşkanı Erdoğan, 'Meydanlara çıkın' çağrısını yaptıktan sonra eşim apar topar hazırlanmaya başladı. Ortalık biraz sakinleşince çıkalım desemde durduramadım. Tesettürlü olmasına rağmen saniyeler içinde giyindi, ayakkabılarını bile giymeden terliklerle aşağıya indi. 'Vatanımız için, hadi çabuk ol' diye bağırıyordu. Esenler'de son durak karakoluna kadar yürüdük. Sonra sularımızı alıp dualar ede ede havalimanına gidiyorduk. Yolda yürürken bir anda ışıklar kesildi ve tank eşimi altına aldı. O sesi hiç duyamadım. Sanki dünya durmuştu o an. Tankı görmememiz için ışıkları kesmişler. Tankın altından çıkarmaya çalıştım ağlayarak. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Eşim kollarımda şehit oldu."
Şehit kadınlarımızdan biri olan Tekin'i eltisi Hamide Tekin. "Sürekli şükreden biriydi. Eşi bacağından rahatsız olduğu için Türkmen çalışıp eve para getiriyordu. Darbe olduğunu duyunca hemen Kur'an okuyalım dedik. Çıkmayacaktık dışarı ama beni kandırdı. Sonra aradım ama ulaşamadım. Darbeyi başından almıştı. Çenesi parçalanmıştı. Onu yıkadım, kokladım. Pamuklar gibiydi. Tek dayanakları ve değerlileri çocuklarıydı. Oğlu şehir dışında devlet üniversitesinde okuyordu. Ayrı kalmaya dayanamadıkları için İstanbul'a geldi ve özel üniversiteye kaydettireceklerdi. Fakat maddi sıkıntılardan dolayı zor günler geçiriyorlardı. Tek amacı çocuklarını okutmaktı" diyor.
Kardeşi Sevgi Menteş, Tekin'in hayatını mücadele içinde geçirdiğini söylüyor. Menteş, "Yıllarca başörtüsü mücadelesi verdi. Elindeki son parasını başkasına verecek kadar cömertti. Darbe girişimi olunca hemen beni aradı. 'Dikkat edin' dedi ve telefonu kapattı. Son konuşmamız o oldu. Sonra aradım, ulaşamadım. Meğerse tank ezmiş onu. Saat 4'te haberi geldi. 'Bacım ölmüş!'. Oğlum 'Teyzem şehit olmuş anne' dedi. Biz bacımla ülkemiz ne zaman bir tehditle karşılaşsa hemen secdelere kapandık, Kur'anlar okuduk. Evlenince düğünün camide olmasını istedi. Benim bacım mücahideydi. İslam uğruna, ümmet uğruna koştu, gitti. Vatanını, ülkesini çok severdi. Ah o tankı bir bulsam... Lütfen idam gelsin. Bacımın kanı yerde kalmasın" diyor.
Yüreği yaralı anne Hacer Koyun kızı için şunları söylüyor: "Kimsenin kalbini kırmazdı. Abdestli dolaşırdı. O yolda şehit oldu. Bunu yapanların hepsini kurşunlara dizsinler. Idam etsinler. Onların kanı bozuk. Ailelerini Türkiye'den sürgün etsinler. Bir sürü annenin yüreğini yaktılar. Ben haberi aldığımda köydeydim. Orada da her yer yıkılıyordu. Hemen gelemedim. Erken gelip kızımı o hastaneden çıkarmak istedim ama yapamadım. Burada olsaydım onun elinden tutar tankların üstüne birlikte yürürdüm." Kız kardeşleri de çocuklarının annelerinin ayağını öptüğünü ve onların annelerine çok bağlı olduğunu dile getiriyor.
Çengelköy'de şehit olanlar arasında Osman Yılmaz da vardı. Üç çocuk babası Yılmaz, teyzesinin eşinin çatışmada vurulduğunu öğrenince yardım etmek için apar topar düşmüş yollara. Telefonda "Korkmayın, sabaha her şey geçecek" dedikten sonra kendisinden haber alamadıklarını söyleyen eşi Şule Yılmaz, "Bana sürekli 'Ben ölücem. Çocuklarıma sen bakacaksın' derdi. O sözüne dayanamazdım. Birbirimize çok düşkündük. Ağzımdan çıkan her lafa üzülürdü. Bana ve çocuklarıma uyurken uzun uzun bakardı. Geceleri sesli sesli Kur'an okurdu. 'Alçak sesle oku, uyuyamıyoruz' derdim. 2003 yılında hacca gittik. Tek hayali şehit olmakmış. Hacda şehit olmak için sürekli dua etmiş. Hacı arkadaşımızın kucağında da Çengelköy'de şehit oldu. Allah onun dualarını kabul etti" diyor.
Baldızı Melike Topçu ise o gece yaşananları şöyle anlatıyor: "Eniştem yolda giderken Arapça dersi aldığı hocasını arayarak 'Ben şehadete gidiyorum' demiş. Bizimle vedalaşmadı ama hocasını şehitliğine şahit kılmış. Eniştemle telefonda konuşurken arkadan silah sesleri geldi ve ablam fenalaştı. Eniştemin arkadaşı bir süre sonra telefon etti. 'Ben size şimdi ne diyeyim ki?' dediği an sanki dünyamız kararmıştı. Hemen hastaneye gittik. Ölüsü çok güzeldi. Dokunsak konuşacak gibiydi. Çocuklarını görene kadar gözleri açıktı. Çocukları gelince tebessümle birlikte gözleri kapandı."
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Sokağa çıkın" çağrısıyla abdest alıp evden çıkan Murat Mertel'in 35 yaşındaki eşi Semra Mertel, eşinin Allah-u Ekber diyerek gittiğini belirterek "Onun amacı meydanları boş bırakmamaktı. Arkadaşlarıyla belli bir yerde toplanmışlar. O gece askerler Türk Telekomu'u ele geçirmeye çalışıyordu. Amaçları haberleşmeyi engellemekmiş. Türk Telekom da evimizin yanı başında olduğu için çatışmaları duyduk. Eşim, gitmeden önce bize 'Camlara, balkonlara sakın çıkmayın' diye tembihlemişti. En son gece 02.00'da konuşmuştum. Eşim de eve dönecekken bir arkadaşının bacağından vurulduğu görmüş. Tişörtünü çıkarıp arkadaşının yarasını bağlamak istemiş. Arkadaşını hastaneye götürmek isterken sırtından vurulmuş ve o mermi göğsünü parçalamış. Ümraniye Araştırma Hastanesi'ne kaldırmak için ambulansa bindirilmiş" diyor.
Eşinin telefonunun hemşirede kaldığını ifade eden Mertel " Hemşire, sürekli tekbir getirip bizi sayıkladığını söyledi. Ona 'Beni asker vurdu' demiş. Hemşire beni saat 04.00 sıralarında aradı ve durumu izah etti. Sonrasında dışarı çıkmak istedik. Çatışmalar olduğu için polisler izin vermedi. Hastaneye gittiğimizde en az 20 tane ameliyatın bitmesini bekledik. İsimsiz alınıyordu hastalar ameliyata. Eşimin yanına gitiğimizde sesimizi duyunca ellerini hareket ettirdi ama 5 saat sonra kalbi durdu"diyor.
Eşinin bir ay önce Kapalıçarşı'da binbir emekle dükkan açtığını ifade eden Mertel "Şimdi o işyerini kapatmak nasip oldu" şeklinde konuşuyor. Mertel "Şehit olacağını bilse yine koşarak giderdi. Askerliğini Bayburt'ta hep dağlarda yapmış. O zamanlar hep çatışmalarda bulunmuş. 'Askere yine çağırsalar yine giderim' diyordu hep. Ertuğrul dizini izler şaha kalkardı. İdamın bir an önce gelmesini istiyorum. İçim anca o zaman soğur" ifadelerini kullanıyor.
Türk Telekom önünde yolu kesen darbecilere "Ne yapıyorsunuz" dediği için taranan Murat Naiboğlu 2 çocuk babasıydı. O gün yaşananları ablası Neşe Öner şu şekilde anlatıyor: "Erdoğan'ın çağrısından sonra o da ne olup bittiğine bakmak için dışarı çıkıyor. Baktıktan sonra da Kavacık'a ibadet etmeye gidecekti. Türk Telekom'un oraya geldiğinde askerlerle karşılaşan kardeşim hesap sormaya başlayınca yanlarındaki komutan askere 'Vur onu' emrini vermiş ama askerin eli ayağı titrediği için vuramamış. Diğer askere 'Vur dedim sana' dedikten sonra kardeşimi acımasızca taramışlar. Daha kendini kaybetmeden arkadaşı Önder'i arayarak 'Abi beni vurdular. Ben Müslüman olarak ölüyorum' demiş ve 3 kez şehadet getirmiş. Biz eşi ve çocuklarıyla tatildeydik. Hastaneye götürmüşler. Hastane görevlileri benim oğlumu arayıp haberi verince hemen İstanbul'a geldik. Tam olarak Çamlıca Kız Lisesi'nin önünde vurulmuş. Zaten oraya gelenleri hiç acımadan vurmuşlar."
Gözü yaşlı anne Nermin Naiboğlu, "Beni yıktılar. Allah onları da yıksın. İdam etsinler. Onları kurşunlara dizsinler. Bunu yapanların iki cihanda da ellerimiz yakalarında."
Çengelköy'de darbeci teröristlerin hedefi olan bir diğer isim ise Kadem Sivri. Yatsı namazını camide kılıp eve doğru gelirken eşini arayan Sivri, silah seslerinin geldiğini ve ailesinin evden çıkmaması gerektiğini söylemiş. Eve gelen eşini görünce telaşlandığını belirten Yüksel Sivri, "Geldiğinde rengi sararmıştı. Boncuk boncuk ter atıyordu. Sonra oturdu. Telefonu çalmadığı halde kaldırıp sanki biriyle konuşuyor gibi 'Tamam' dedi ve 'Ben gidiyorum' diyerek kapıya yöneldi. Durduramadık. Ardına bile bakmadan gitti. Yanına sadece ehliyetini aldı. Cumhurbaşkanımızın çağrısından önce çıktı yollara. Saat daha 11'di. Kimse yollara çıkmamıştı. 12.30 gibi de vurulmuş. Çengelköy'de ilk vurulanlardan biri benim eşim. Çok güçlüydü ve mücadeleciydi" diyerek idamın gelmesi için gece gündüz dua ettiğini dile getiriyor.
Darbe girişimini durdurmak için korkusuzca yüreğini siper ederek Boğaziçi Köprüsü'ne gelen ilk isimlerden biri Muhammet Ambar. 2 çocuk babası Rizeli Ambar'ın kız kardeşi Emine Bulut'dan o gece yaşananları dinledik: "Muhammet şehit olmadan 15 gün önce mermilerle 'Önce Vatan' yazmış ve Facebook hesabında paylaşmış. Vatan sevgisini herkese göstermeyi severdi. Ramazan bayramından 2 gün önce benim evimde iftardaydık. Eşime 'Ben şehit olucam' demiş. Sanki şehit olacağını biliyordu. O gece olayların yaşandığını kapıda konuşulanlardan duyunca eve girip cüzdanını ve telefonunu aldı. 'Böyle zamanda evde mi durulur. Çıkın sizde evden' dedi ve gitti. Son günlerde çok neşeliydi. Normalde biraz asabidir. Biz de bu haline şaşırıyorduk."
Darbe girişimi gecesi cuntacı katiller tarafından şehit edilenler arasında Erol Olçak ve 16 yaşındaki oğlu Abdullah Tayyip de vardı. Boğaziçi Köprüsü'nde tankların önüne dikilen reklamcı Olçak, o gece olayları duyar duymaz dışarı fırlamış. Oğlu Abdullah Tayyip de babasının arkasından koşmuş. Askerleri ikna etmeye çalışan baba Olçak, başarılı olamayınca oğlunu güvenilir bir yere almayı planlamış. Tam da Abdullah Tayyip'e hamle yaptığı sırada vurulmuş. Babasının düştüğünü gören Abdullah Tayyip de o sırada zırh delici mermiyle vurularak şehit edilmiş. Altunizade'deki evlerine gittiğimiz Olçak ailesinde de büyük bir acı ve hüzün hakimdi. Erol Olçak'ın eşi yaşadığı derin acıya rağmen taziyeye gelen misafirlerle ilgilenmeyi ihmal etmedi. Kur'an-ı Kerim seslerinin yükseldiği evde, Erol Olçak'ın annesi ise " Benim oğlum zeka küpüydü. Televizyonlara çıkmak istemezdi. Mütevazi bir hayatı vardı" şeklinde konuştu.
İstanbul Acıbadem'deki Türk Telekom'u basan darbecilere direnen Acıbadem Mahalle Muhtarı Mete Sertbaş'ın evinde de yas hakimdi. Sessizliğe bürünmüş eve adım atar atmaz bizi karşılayan hanıma başsağlığı dileğinde bulunarak oturma odasına doğru yöneldik. Acılı baba "3 gündür televizyon açmıyoruz. Bizler de Erzincan'dan geldik. Oğlumun o gün neler yaşadığını bir tek onunla birlikte olanlar bilir. Biz bilemeyiz" dedi ve o günle ilgili hiç bir şey konuşmak istemediklerini söyledi. Muhtar Sertbaş'ı vuran ve onun hastaneye de götürülmesine engel olan Yüzbaşı Mehmet Karabekir'in ölü olarak ele geçirilmesi yüreklere su serpen ve acıyı bir nebze olsun dindiren bir gelişme oldu.