Rusya'nın Ankara Büyükelçisi Aleksey Yerhov, dünyanın bir değişim sürecinde olduğunu ifade ederken, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın iki ülkenin yürütme organları için iyi bir örnek teşkil ettiğini söyledi. Sadece bu yıl içinde Erdoğan ve Putin'in iki kez yüz yüze görüştüğünü ve on telefon görüşmesi yaptığını anımsatan Yerhov, "Daha fazla temas olacağı aşikar, çünkü yıl henüz bitmedi" dedi. Türkiye ve Rusya yakınlaşmasının bazı çevrelerde hoşnutsuzluk yarattığını kaydeden Yerhov, "Fakat olayların normal akışına direnmek isteyenlerin şunu anlaması gerekir: Hayat devam ediyor ve devam edecek, durdurulamaz, tıpkı büyük bir nehrin akışını durdurmak imkânsız olduğu gibi, halkların dostluk ve işbirliğine yönelik iradesi yıkılmaz ve karşı konulmazdır" açıklamasında bulundu. Yerhov, Zaporojya Nükleer Güç Santrali'ne ilişkin iddialarla ise "Batı medyası Rus ordusunu santrali bombalamakla suçluyor. Böyle bir suçlama saçmadır, zira biz, bulunduğumuz bir tesise ateş edemeyiz" yanıtını verdi. Büyükelçi Yerhov, Yeni Şafak'ın sorularını yanıtladı.
Hepimizin gayret ettiği şey barıştır ve Türkiye'nin ve liderliğinin örneğin Ukrayna'da müzakere yoluyla bir çözüm bulunmasına yönelik çabaları en büyük takdiri hak etmektedir. Türkiye bu yönde yorulmadan çalışıyor ve genel olarak başarılı oluyor. Bunun için üç dışişleri bakanının Antalya'daki toplantısını veya İstanbul Dolmabahçe Sarayı'ndaki müzakereleri hatırlamak yeterli. Orada ciddi ilerleme kaydedildi fakat Ukrayna tarafı daha sonra bunları reddetti. Türkiye'nin kendi topraklarında yeni Rus-Ukrayna temaslarına ev sahipliği yapmaya hazır olduğunu sürekli vurguladığını biliyor ve takdir ediyoruz (yine de, onları reddeden Rusya değil, Kiev ve arkasındaki Batı buna karşı çıktı). İnşallah bir gün Türk diplomasisinin, "tahıl anlaşmasına" varılırken olduğu gibi, müzakerelerin yeniden başlamasına ilişkin olumlu sözünü tekrar söyleyebileceğini umuyorum.
Fakat bir Rus atasözünde ise 'geçmiş geçmiştir' denir. Elbette geçmişi unutmamak gerekir ama ondan ders çıkararak ileriye bakmak gerekir. 21. yüzyıldayız, 3. binyıldayız ve mübalağa etmeden söylüyorum, gezegenimiz tektonik dönüşümlerden geçiyor. İklim hızla değişiyor, bilim ve teknoloji hızla gelişiyor (iyilik getirecek mi?), uluslararası ilişkilerde önemli değişiklikler yaşanıyor. Eski ittifaklar, gözlerimizin önünde çöküyor ve yenileri ortaya çıkıyor, savaş sonrası uluslararası hukuk sistemi kasten tasfiye ediliyor, onun yerine gayretle ülkelerin ve halkların egemenliği ve bağımsızlığını ayaklar altına alan bir tür 'kurallara dayanan düzen' kurmaya çalışıyorlar.
Bu paradigmada, önde gelen 'aktörlerin' ulus-devlet çıkarları da önemli değişikliklere maruz kalmaktadır. Baksanıza, asırlardır Türkiye'ye karşı kışkırtılan Rusya, bir anda Türkiye'ye gerekli ve faydalı hale geliyor ve Rusya, Türkiye'ye daha fazla ihtiyaç duyuyor ve onu faydalı görüyor. Bu durum da bizi sadece ikili ilişkilerimize yeni bir bakış açısıyla yaklaşmaya değil, aynı zamanda ikili ilişkilerin iki ülkenin çıkarlarına en uygun şekilde kademeli olarak geliştirilmesi için en kararlı adımları atmaya da zorluyor. Ve bugün birbirimizin çıkarlarının uyumlu hale getirilmesinin sadece mümkün değil, aynı zamanda gerekli olduğu ortaya çıkıyor. Mübalağa etmeden söylüyorum; bu, halklarımız için hayati bir ihtiyaçtır.
Müsaadenizle bir düzeltme yapayım; Recep Tayyip Erdoğan, resmi daveti zirvenin ev sahibi Özbekistan Devlet Başkanı Şevket Mirziyoyev'den aldı. Ancak bir husus son derece açık, davet ettiklerine göre, demek ki Türkiye'nin ve liderinin fikirlerine değer veriyorlar, Avrasya'nın ve dünyanın geleceği hakkında konuşmak, danışmak, birlikte düşünmek istiyorlar. Şangay İşbirliği Örgütü gibi etkili bir örgütün zirvesi, böyle bir ortak "beyin fırtınası" için iyi bir fırsat sunuyor.
Batı medyası her zaman olduğu gibi çarpıtıyor ve bazen açıkça yalan söylüyor. Durum son derece basit: Zaporojya Nükleer Güç Santrali bu yılın mart ayında Rus ordusu tarafından kontrol altına alındı. Bu, toplam 6 bin megavat kapasiteli 6 reaktörün bulunduğu en büyük nükleer tesistir. Güvenliği son derece önemlidir, Çernobil örneği hafızamızda canlı, nükleer madde sızıntısının ne kadar tehlikeli olabileceğini gösteriyor ve bir merminin istasyonun 'hassas' birimlerinden birine çarpması durumunda böyle bir durum yaşanabilir. Santraldeki kullanılmış nükleer yakıt depolama tesisinin zarar görmesi daha da tehlikeli olabilir. Tesis reaktörden çıkarılan, 'yakıt demetleri' içeren 380 beton konteynerden oluşmaktadır. Bu depo bombalanırsa, zarar bilim adamlarına göre Çernobil'den daha kötü olabilir ve radyoaktif 'iz' ise Türkiye'nin kuzey kıyısına ulaşabilir.
Batı medyası Rus ordusunu santrali bombalamakla suçluyor. Böyle bir suçlama saçmadır, zira biz, bulunduğumuz bir tesise ateş edemeyiz. Mesela siz Tel Rıfat veya Menbiç bölgesinde birinin askerlerinize ateş ettiğini söyleyince, size şöyle diyorlar: 'Hayır arkadaşlar, siz kendi kendinize ateş ediyorsunuz ve oradan gidin, oraya bir barış gücü birliği göndereceğiz.' Bu suçlama da, böyle bir şey. Veyahut başka bir suçlama daha: Ordumuz zırhlı araçlarını santral civarına yerleştiriyor, onlara ateş edildiğinde nükleer santral de vurulmuş oluyor. Santral bölgesine hava savunma sistemleri yerleştirmezsek santrali füze saldırılarına karşı başka nasıl koruyabiliriz?
Genel olarak, Rusya son derece açıktır, nükleer santrali, etrafındaki durumu, başta Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'ndan olmak üzere uluslararası uzmanlara göstermeye hazırız. Hazırlanan ziyaretin daha önce olduğu gibi son anda iptal edilmeyeceğini, uzmanların gelip hakikatin bizden yana olduğunu göreceklerini umacağız.