Doğu Akdeniz'de coğrafi açıdan bölgeye sınırı olan Türkiye, İsrail, Mısır, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Yunanistan'ın hidrokarbon arama faaliyetleri devam ediyor. Bazı bölge ülkelerinin KKTC ve Türkiye'nin haklarını görmezden gelerek tek taraflı haksız girişimlerle bölgedeki zenginliklere sahip çıkmaya çalışmaları karşısında, Türkiye uluslararası hukuktan doğan haklarını korumak için önlemler alıyor.
Doğu Akdeniz’e sınırı bulunan ülkeler arasında münhasır ekonomik bölge sorunu tartışması devam ederken, bölgeye sınırı olmamasına rağmen ekonomik çıkarları olan ABD, Fransa, İngiltere, İtalya ve Rusya gibi ülkeler de bölgede söz sahibi olmak istiyor.
Aralarında ABD’li Exxon Mobil ve Nobel, Güney Koreli Kogas, Fransız Total, İngiliz BG, İtalyan Eni, Katar Petroleum ve İsrailli Delek ve Avner gibi büyük enerji şirketleri de bölgedeki hidrokarbon arama projelerinde yer alıyor.
Bölgede sözde 2, 3 ve 9'uncu parsellerde İtalyan Eni ve Güney Koreli Kogas şirketlerinin müşterek lisansı bulunuyor.
Fransız Total ve İtalyan Eni 6 ve 11'inci parsellerde eşit pay sahibiyken, 8'inci parselde Eni tek başına yer alıyor.
12'nci saha ise ABD'li Noble, İngiliz BG ve İsrailli Delek ve Avner şirketlerinin hisselerinden oluşuyor.
10'uncu parselde ABD'li Exxon Mobil ve Katar Petroleum ortaklığı söz konusu.
Bu arada 1, 4, 5, 7 ve 13'üncü parseller için görüşmeler devam ediyor.
Türkiye ve KKTC'nin haklarının bulunduğu bölgede yalnızca sözde 10 ve 11'inci parsellerde çakışma meydana gelmiyor. Diğer parsellerin hepsinde münhasır ekonomik bölge tartışmaları devam ediyor.
İsrail açıklarında 2009'da keşfedilen 280 milyar metreküplük Tamar ve 2010’da yine aynı bölgede keşfedilen 620 milyar metreküplük Leviathan gaz sahaları dikkatleri bölgeye çevirmişti. Ardından GKRY ve Mısır açıklarında da keşifler gerçekleştirilmesiyle bölgede sıcak gelişmeler yaşandı.
İsrail, GKRY ve Yunanistan'ın Akdeniz'in altından Yunanistan'a, oradan da Avrupa'ya gaz göndermeyi amaçladığı EastMed adlı boru hattı projesinin, bölgenin jeolojik yapısının kırılganlığı ve hat uzunluğu göz önünde bulundurulduğunda projenin teknik ve ekonomik açıdan uygulanabilir olmadığı kabul ediliyor.
Avrupa Birliğinin de desteklediği projenin öngörülen güzergahı Türkiye'nin deniz sahalarından geçiyor, bu nedenle aktörlerin Türkiye'yi de hesaba katarak hareket etmesi gerektiği görülüyor.
Doğu Akdeniz'de GKRY'nin, adanın tamamını temsil eden bir devlet olmadığı için tek başına münhasır ekonomik bölge oluşturma ve ihale etme hakkı bulunmuyor.
Ayrıca, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ele alındığında, GKRY tarafından oluşturulan sözde parsellerin Türkiye'nin deniz yetki alanlarıyla çakıştığı açıkça görülebiliyor.
Tüm bunlarla beraber, uluslararası boyutta devam eden Kıbrıs sorunu da bölgedeki aktörler arasında enerji paylaşımını zorlaştırıyor.
Kıbrıs'ta garantör devlet olarak bulunan Türkiye ise gerek Kıbrıs barış görüşmeleri sırasında gerekse diğer platformlarda Türklerin Rumlarla eşit haklara sahip olduğunu ve adanın zenginliklerinden ortak faydalanılması gerektiğini savunuyor.
Buna rağmen, Kıbrıs barış görüşmelerinde gündeme gelen hidrokarbonlardan elde edilecek gelirler için ortak bir fon kurulması teklifini red eden GKRY söz konusu görüşmeleri bir zaman kazanma aracı olarak kullanarak, uluslararası enerji şirketleri aracılığıyla adanın güneyinde çalışmalarını ilerletti.
Bölgedeki en önemli ülkelerden biri olan Türkiye ise gerek yetki alanları üzerindeki hakimiyeti gerekse KKTC tarafından verilen lisanslarla ada etrafındaki söz sahibi konumunu sürdürüyor.
GKRY'nin adanın tamamını temsil etmemesine rağmen parseller oluşturarak münhasır ekonomik bölge ilan etmesine karşılık, adanın çakışma olmayan kuzey, doğu ve güney kısımlarında Rum tarafının fiili durum yaratma olasılığına karşı, KKTC tarafından Türkiye Petrolleri (TP) ruhsat sahaları verildi.
Doğu Akdeniz'de TP aracılığıyla etkinliğini her geçen gün daha fazla artıran Türkiye, Barbaros Hayreddin Paşa sismik araştırma, Fatih ve Yavuz sondaj gemileriyle KKTC'nin ruhsat verdiği A, B, C, D, E, F ve G olarak adlandırılan alanlarda sondaj ve arama çalışmalarına başlamıştı. Türk silahlı kuvvetlerine ait deniz muharip güçleri de bölgedeki çalışmaları esnasında bu gemilere refakat ediyor.
2013'te petrol ve gaz araştırmalarında kullanılmak üzere satın alınan sismografik araştırma gemisi Barbaros Hayreddin Paşa, kendisine eşlik eden donanma unsurlarıyla birlikte geçen yıl Akdeniz'e geçerek 2 ve 3 boyutlu sismik çalışmalarına başladı.
Altıncı nesil üst düzey teknolojiye sahip ve 12 bin metre deniz sondaj derinliğine ulaşabilen Türkiye’nin ilk sondaj gemisi Fatih de mayısta Kıbrıs adasının yaklaşık 60 kilometre batısındaki noktada çalışmalarına başladı.
Şubatta ise Türkiye'ye gelen altıncı nesil ultra derin deniz sondaj gemisi Deep Sea Metro 1 gemisi de Yavuz adını alarak 20 Haziran'da hazırlıklarının tamamlanmasıyla Doğu Akdeniz'de görev almak üzere yola çıktı. Yavuz, KKTC’nin Magosa Körfezi’nde bulunan Karpaz-1 kuyusunda 3 bin 300 metre sondaj derinliğine ulaşacak.
Böylece Türkiye, uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını savunmak için harekete geçmekten çekinmeyeceğini bölgedeki tüm aktörlere bir kez daha göstermiş oldu.
Konuya ilişkin sorularını yanıtlayan Türkiye Enerji Stratejileri ve Politikaları Araştırma Merkezi (TESPAM) Başkanı Oğuzhan Akyener, Doğu Akdeniz’de hidrokarbon arama faaliyetlerine dahil olan tüm ülkelerin Türkiye ve KKTC’nin haklarını hiçe sayan yaklaşımlar ortaya koyduğunu söyledi.
Özellikle GKRY ve İsrail’in bölgeden çıkarılan hidrokarbonun ihracatı noktasında Türkiye gibi bir pazara ve ekonomik-güvenli geçiş güzergahına ihtiyacı bulunduğunu belirten Akyener, "Aksi halde ilgili saha geliştirme faaliyetlerini yürütmeleri, siyasi konjonktür bir tarafa, ekonomik açıdan dahi uygulanabilir değildir. Bu çerçeveden bakıldığında, Türkiye Doğu Akdeniz’de her türlü imkanıyla hem masada hem de sahada var olduğunu bölgedeki bütün aktörlere göstermektedir. Türkiye’nin bu haklı girişimleri bazı uluslararası oyuncular nezdinde dönemsel bir siyasi kriz gibi algılansa da neticede hepsi Türk devletinin iradesini kabul etmek durumunda kalacaktır" dedi.
Türkiye ve KKTC’nin deniz alanlarını ihlal eden bu girişimlerin, siyasi, güvenlik, hukuki ve ekonomik anlamda uygulanabilir olmadığını aktaran Akyener, keşfi yapıldığı iddia edilen doğal gaz rezervlerinin hacim ve nitelikleri mevcut denklemi ve sürecin Türkiye’ye olan bağımlılığını değiştirmemektedir. Bölgede faaliyet gösteren bütün ilgili yabancı yatırımcılar için her şekilde en güvenli, ekonomik, karlı ve mümkün kaynak geliştirme senaryosu sadece bu işleri Türkiye ile birlikte yapmakta saklı. Aksi halde keşifler beklemede kalmak durumunda." diye konuştu.
Akyener, Doğu Akdeniz'in Türkiye için bir güvenlik meselesi olduğuna dikkati çekerek, sözlerini şöyle tamamladı:
"İlgili bütün deniz alanlarımız, sahip çıkmamız gereken 'mavi vatan'ımızdır. Biz de bu bilinçle vatanımıza sahip çıkmaktayız. Sadece askeri olarak değil, teknik olarak da bu sahip çıkma fiilini nasıl ifa ettiğimizi dosta da düşmana da göstermekteyiz. Bunların yanı sıra, bölgede denklemi değiştirecek her türlü gelişme, etmen, keşif, girişim, yatırım da Türkiye nezdinde bir güvenlik başlığı altında değerlendirilebilecektir. Yani ister sondaj veya sismik gemisi olsun ister olmasın, oradaki sivil ya da askeri varlığımız kendi uluslararası haklarımızı savunmamız anlamına gelmektedir. Bizim dik duruşumuz, Batı aklının bu minvalde geri adım atması ile neticelenecektir."