İslam toplumlarında, bir tür İslami burjuvalaşma yaşandığı için, demokrasilerle bütünleşme eğilimleri de güçleniyor. İslam dünyası toplumlarında akademik akıl, demokrasilerin emperyalist ihtirasların maskesi olabileceğini göremiyor.
Müslümanlar olarak, İslam’a bir bilinç ailesine katılır gibi katılmadığımız için, İslami farkındalığın kaybının neden olduğu derin tahribatla yüzleşme ihtiyacı duymuyoruz. Modern zamanlar boyunca oluşturulan sömürgeci-seküler bilgi imparatorluğu, bu imparatorluğun bütün toplumları ve kültürleri hedef alan istilası, bu toplumlar ve kültürler üzerindeki belirleyici kontrolü, modern-seküler kimi sözcüklerin/tanımların/kavramların emperyalizmi, diktatörlüğü, tiranlığı ve ideolojik iktidarı yoluyla sağlanarak tahkim edildi, kurumsallaştırıldı, evrenselleştirildi. Bahsettiğimiz bu sözcüklerin/tanımların/kavramların ideolojik iktidarı ve kontrolü ile hesaplaşamadığımız, bunların mahiyetleriyle ilgili eleştirel çözümlemeler/analizler yapamadığımız için, bütün bu sözcükler, tanımlar ve kavramlar otoritelerini/iktidarlarını tartışılamaz hale getirirken, İslami bütün sözcükler/tanımlar/kavramlar/yapılar/yaklaşımlar, bütünüyle dengesizleştirildiler, itibarlarını yitirdiler.
GÜÇ-UYGARLIK DENKLEMİ
Sömürgeci sözcüklerin emperyalizmine, düşünsel/kültürel/entelektüel bağlamda karşılık veremediğimiz için, İslami dil/bilgi/öykü/tarih üretemediğimiz için, sömürgeci bilgi imparatorluğuna tabi olduk. İslam’ı itibarsızlaştıran, değersizleştiren, aşağılayan, marjinalleştiren sözcüklerin meşruiyetlerini/otoritelerini ve iktidarlarını tanıyarak, İslam’ı özel alana hapsettik. İdeolojik aklın barbarlığı karşısında teslimiyetçiliği seçmekten başka bir yol bulamadık. İdeolojik aklın barbarlığı, bugün, evrensel özgürlük klişesini yükselterek ideolojik kötülükleri evrenselleştiriyor. Gücün kontrol edilemediği, sınırlandırılamadığı bir dünyada, hiç bir şekilde bir uygarlıktan söz edilemez. İnsanların, halkların, toplumların, kültürlerin, birbirlerinin sınırlarını gözettikleri bir dünyada, özgürlük ya da uygarlıktan söz edilebilir.
Modern zamanlar, sömürgeci zamanlar boyunca hangi alana ilişkin olursa olsun, bütün inşa’ların, ideolojik inşa’lar oldukların anlayamamak gibi kronik bir zaafımız var. Sömürgeci bilgi imparatorluğunun belirlediği paradigmalara tabi olduğumuz için, bu imparatorluğun hegemonyası kalıcı hale geldi, hegemonya normalleşti, rahatsızlık verici bir sorun olarak görülmemeye başlandı. Bu ‘normalleşme’ sebebiyle de, Müslüman zihin-akıl-tefekkür dünyası, bütünüyle mülksüzleştirildi. Maruz kaldığımız zihinsel mülksüzleşme nedeniyle, İslami bilgi’nin, dil’in, tarih’in, dünya görüşünün, hayat tarzının, bağımsız bir bilincin imkanlarıyla yeniden nasıl tahayyül ve tasavvur edilebileceğini konuşmaya cesaret edemiyoruz. Alışageldiğimiz, alıştırıldığımız algılar, zihin dünyamıza dayatılan algılar sebebiyle, bağımsız bir İslami bilincin yeniden inşa’sı konusunu gündeme taşıyamıyoruz. Sözcüklerin emperyalizmi ve diktatörlüğü, İslam’ı itibarsızlaştırdığı için, İslami düşünce/kültür/ilahiyat çevreleri, İslam’ı asli bütünlüğü ve içeriğiyle temsil ve ifade etmek yerine, zamana ve koşullara göre, zamanın ve koşulların onaylayabileceği bir dil üzerinde yoğunlaşarak, İslam’ı rasyonalize etmeye çalışıyor. Bağımsız İslami bilincin inşa’sı konusunda ciddi güçlüklerle karşı karşıya bulunduğumuz için, ikna edici temeller üzerinde, özgün teorik bir çerçeve bile ortaya koyamıyor, İslam’ın daha adil, daha ahlaki, daha insani bir dünya kurabileceği konusunda kimsenin ilgisini ve dikkatini çekemiyoruz.
Alışageldiğimiz, alıştırıldığımız algılar, yaklaşımlar sebebiyle bugünün tarihinin/dünyasının/insanlığının temel sorunları etrafında, gençlik sorunları etrafında dikkati çekebilecek şeyler öneremiyoruz. Dini hayat bütünüyle bireyselleşiyor. Patolojik toplumsal sorunlar derinleşiyor, yayılıyor. Patolojik toplumsal sorunlarla yüzleşmemiz/hesaplaşmamız ve önlemler almamız gerekirken, alışageldiğimiz romantik ve nostaljik algılar, tekrarlar sebebiyle, hiçbir toplumsal sorunumuz yokmuş gibi “Anadolu irfanı” gibi yanılsamaları tekrar etmeye devam edebiliyoruz. Dini hayat, dini ve politik popülizm uyuşturucularından kâr sağlamayı sürdürüyor. Kısa vadeli pragmatik kazanımlar için, uzun vadeli çözümlemeler yapmıyoruz.
İSLAM’A SALDIRININ ARAÇLARI
İslami anlamda siyasal bir tercih/duruş/tarz sergileyemiyor, milliyetçi tercihler yapıyor, muhafazakârlık yönünde gelişen bir toplumsallaşma ve kitleselleşmeden rahatsız olmuyoruz. İslami düşünce/kültür/ilahiyat çevreleri, İslam-siyaset ilişkisini İslami anlamda çözümleyebilecek bir ufka, iradeye, bilince ve cesarete sahip değiller. İslam toplumlarında, bir tür İslami burjuvalaşma yaşandığı için, demokrasilerle bütünleşme eğilimleri de güçleniyor. İslam dünyası toplumlarında akademik akıl, demokrasilerin emperyalist ihtirasların maskesi olabileceğini göremiyor. İşrakî/batıni/mistik akımlar da, İslam toplumlarını bütünüyle tarihin dışına taşıyarak, toplumlarımızı apolitik toplumlara dönüştürmeye çalışıyor. Modern tarih boyunca, İslam toplumlarına, halklarına, kültürlerine yönelik olarak gerçekleştirilen ve halen sürdürülmekte olan çok yönlü saldırılar, yukarıdan beri bahsettiğimiz sözcüklerin emperyalizmi/iktidarı adına, bu sözcüklerin ideolojik otoriteleri adına sürdürülüyor. İslami anlamda entelektüel bir bağımsızlığa sahip olmadığımız için, böyle bir bağımsızlık için sistematik bir mücadele sürdürmediğimiz için, ideolojik sözcüklerin iktidarını/otoritesini onaylıyor; onaylamakla kalmıyor, bunları tebcil ediyor, edebiliyoruz.
Ortadoğu’ya yönelik olarak gerçekleştirilen son Haçlı seferi olan İsrail’in kuruluşu da aynı sözcükler adına gerçekleştirildi; bu sözcüklerin emperyalizmi aracılığıyla Siyonizm uluslararası çapta tanındı. Siyonizmin siyasal bir proje ve gerçekliğe dönüşmesi konusunda bugünün dünyasında hiçbir rahatsızlık yaşanmazken, İslam’ın siyasal bir gerçekliğe-tecrübeye dönüşmesi bir yana, siyasal bir proje olarak konuşulması-tartışılması, İslami düşünce-kültür-ilahiyat çevrelerinde bile mümkün olamıyor. Bugün Müslümanlar olarak, bizleri tarihin dışına sürükleyen sözcüklerin-kavramların emperyalizmine karşı entelektüel bir direniş gerçekleştirmemiz gerekirken bunu yapamıyor, farklı olana hayat hakkı tanımayan, bizi bütünüyle etkisiz hale getiren sözcüklerin himayesi altında taklit-kopya varoluşlar içerisinde yaşamaya devam ediyoruz.