Bir süredir, Immanuel Wallerstein’ın ‘Dünya Sistemi Kuramı’ olarak bilinen ve dünya sistemini ‘merkez ve çevre’ ülkeler cihetinde ele alan teorisinde olduğu gibi, artık Türkiye kendisine biçilen ‘çevre ülke’ kimliğinden sıyrılarak, Rusya-Ukrayna Savaşı, Doğu Akdeniz, Suriye, Libya, hatta Afganistan ve Azerbaycan-Ermenistan meselelerindeki tutum ve stratejileri itibarıyla fazlasıyla ‘merkez ülke’ hüviyetine bürünme gayreti içerisindedir.
Türkiye, bir süredir ülkede ve dünyada gündemi meşgul eden tarihi seçimleri geride bıraktı. 28 Mayıs’ta gerçekleşen ikinci turun ardından yeniden Cumhurbaşkanı seçilen Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye Yüzyılı’nın temellerini atması beklenen yeni kabineyi açıklamasıyla, pek çok konuda uygulanacak yeni politikalar da merak konusu oldu.
Şüphesiz bunların başında Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanı olarak atanması sonrasında ortaya çıkacak yeni hariciye politikaları gelmekte. Yeni dönemde, ajandada yer alacak öncelikli meselelerin ise Suriye, Ermenistan, Yunanistan, Irak ve tabii ki Libya olduğunu tahmin etmek dış politikaya ilgi duyanlar adına tahmin etmesi zor hususlar değil.
ULUSLARARASI AKTÖRLERİN GÖZÜ YENİ KABİNEDE
Yeni kabinedeki isimlerden Hakan Fidan, Ali Yerlikaya, Yaşar Güler ve yeni MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın ise ortak noktası, Türk dış politikasında ana gündemi teşkil eden meselelerin son yıllarda arka planında aktif rol oynayan figürler olmaları. Ali Yerlikaya’nın Gaziantep Valiliği döneminde Suriye meselesine teması, İbrahim Kalın’ın akademik ve bürokratik ilgi alanlarının yine bu hususlar merkezli olması, Yaşar Güler’in hakeza sahadaki askeri operasyonları bizzat yürüttüğü bu ortamda, Suriye’den Ermenistan’a, Irak’tan Libya’ya kadar dış politikanın sahadaki tezahürü olagelen Hakan Fidan’ın, kendi dışişleri bakanlığı dönemi, pek çok bölgesel ve uluslararası aktörün merakını celp etmiş durumda.
Türkiye’nin bilhassa son üç yıldır başlayan, bölge ülkeleriyle normalleşme sürecindeki arka plan görüşmelerinden, Türkiye’nin varlığı bulunan coğrafyalardaki saha operasyonlarına kadar pek çok husus, Hakan Fidan’ın fiili koordinasyonu altında gerçekleşmekteydi. Dolayısıyla, kendisinin dışişleri bakanlığı ile beraber ortaya çıkacak yeni dönemi, eskisinden kopuk ya da tamamen farklı politikalardan müteşekkil olarak tahayyül etmek, gerçeklerden kopuk ve mantıktan uzak bir yorumlama manasına gelebilir.
Bir süredir, Immanuel Wallerstein’ın ‘Dünya Sistemi Kuramı’ olarak bilinen ve dünya sistemini ‘merkez ve çevre’ ülkeler cihetinde ele alan teorisinde olduğu gibi, artık Türkiye kendisine biçilen ‘çevre ülke’ kimliğinden sıyrılarak, Rusya-Ukrayna savaşı, Doğu Akdeniz, Suriye, Libya, hatta Afganistan ve Azerbaycan-Ermenistan meselelerindeki tutum ve stratejileri itibarıyla fazlasıyla ‘merkez ülke’ hüviyetine bürünme gayreti içerisindedir.
MİT’TE ATILAN TOHUMLAR FİDAN VERİYOR
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır, Suudi Arabistan gibi ülkelerle yaşanan normalleşmelerin arka planında bütün süreçleri koordine eden Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanlığı, bu arka plan başarılarının orta ve uzun vadede kalıcılaştırıldığı, çıkarların nihai olarak korunmaya çalışılacağı bir dönem anlamına gelmektedir.
Türkiye’nin, 2000’li yıllar boyunca bilhassa son on senedir takip ettiği bağımsız, proaktif politikalarını diplomatik gelişmelerle taçlandırdığı bu sürecin ana yansımaları ise, Suriye, Libya, Doğu Akdeniz gibi vakalarda kendisini göstermeye matuftur. Peki nasıl?
Mısır ile uzun yıllar sonrasında büyükelçilerin atanması, Cumhurbaşkanı Erdoğan öncülüğünde BAE, Suudi Arabistan ile başlayan normalleşme süreci, henüz birkaç gün evvel yine BAE ile Katar arasında karşılıklı olarak büyükelçilerin yeniden atanması kararı ile neticelenen yumuşak diplomatik iklim, bölgede Türkiye’nin uzun yıllardır devam edegelen çatışmalı alanlardaki aktif rolünü pekiştirecek. Libya’da uzun yıllardır Türkiye’nin BM destekli resmi hükümetlere verdiği destek karşısında Darbeci Hafter ile beraber saf tutan BAE, Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkeler, Ankara’nın yeni normalleşme döneminde diplomatik çözümlere ulaşma hususunda önem atfetmekte.
ORTA DOĞU VE KUZEY AFRİKA’DA ÖNEMLİ GELİŞMELER
Hakan Fidan’ın MİT Başkanlığı döneminde inşa ettiği kurumsal ve kişisel bağlantılar, bölgedeki bütün farklı grupları, aktörleri ve ülkeleri içine alan derin bir birikimi beraberinde getirdi. Türkiye’nin bilhassa Libya’da BM destekli hükümeti desteklediği, diğer taraftan ise ülkedeki çatışmanın diğer taraflarıyla aktif diyaloğu canlı tutarak sahaya denge getirdiği gerçeği, Darbeci Hafter’i destekleyen bölgesel ve küresel aktörlerin de kabullendiği bir gerçek.
Benzer şekilde, Mısır da Hafter ve Tobruk merkezli parlamento başkanı Akile Salih ile uzun yıllardır yakın olarak BM destekli hükümete karşı bir tavır takınmış durumdaydı. İyileşen Türkiye-Mısır ilişkilerinin Libya’da da olumlu etkilerini görmek ve uzun yıllardır süregelen siyasi, askeri çatışma ortamını sona erdirmek daha mümkün. Elbette Libya’nın Kaddafi’nin devrilmesiyle beraber gelişen ve gittikçe büyüyen statüko problemi ve sosyolojik gerçekleri hala çözüm önündeki en büyük engellerden birisi, fakat Mısır ve Türkiye gibi son yıllarda çatışmanın farklı taraflarını desteklemiş ülkelerin belirli hususlarda mutabık kalması umut verici.
Mısır’ın, Türkiye’nin Libya’daki BM destekli meşru hükümeti ile imzaladığı deniz yetki anlaşmasından bir yıl sonra, Yunanistan ile benzer bir anlaşma imzalamasıyla yükselen tansiyonun düşmesi, sadece Libya’da değil, Doğu Akdeniz’de de Türkiye adına önemli diplomatik gelişmelerin öncüsü olabilir.
ABD hegemonyasının etkisini yitirdiği ve Rusya’nın önce Suriye, sonrasında Libya üzerinden bırakın Akdeniz’e inmeyi, Akdeniz’i çevrelemeye başladığı bu ortamda Türkiye’nin son yıllarda izlediği dengeleyici politika, Rusya-Ukrayna, Azerbaycan-Ermenistan, Suriye, Libya, Körfez ve Doğu Akdeniz’de kendi müspet çıktılarını da beraberinde getirdi. Hakan Fidan, MİT Başkanı iken arka planda yürüttüğü bu süreçleri bölgenin her türlü aktörüyle irtibatı olan güçlü bir dışişleri bakanı olarak ilerletmeye çalışacaktır. Hem konjonktür, hem de son yıllarda diplomatik anlamda sağlanan suhulet ve yeri geldiğinde askeri irade konarak korunan başarılar ise bana dönüp dolaşıp Niyâzi Mısri Hazretleri’nin şu sözünü hatırlatıyor;
“Sırrını nâdâna izhâr etme cânân elden gider.
Bülbül-i şûrîde olma gülsitân elden gider.”