Uluslararası toplumun tıpkı bir TV dizisi izler gibi, küresel sistemin geleceğinin konuşulduğu zirveleri takip ettiği günlerden geçmekteyiz. Dünyamız bir yandan jeopolitik krizlerle çalkalanırken diğer taraftan ekonomi, iklim, sağlık, gıda, nükleer odaklı krizler başta olmak üzere her alanda baskılanan bir stres topu gibi sıkışmakta ve çıkış yolunu kolektif istişare mekanizmalarıyla aramaktadır. İşte bu mekanizmalardan biri olan G-20 Zirvesi, her ne kadar kuruluş amacı ekonomik odaklı olsa da günümüze gelene kadar ajandasına ticaret, sağlık, iklim, güvenlik vb. pek çok temayı dahil etmiş, kurulduğu dönemde dünyanın en büyük yirmi ekonomisinin katılımıyla toplantılarını gerçekleştirmiş bir istişare mekanizmasıdır. Bu doğrultuda geçtiğimiz hafta sonu, Hindistan’ın ev sahipliğinde ve “Tek Dünya, Tek Aile, Tek Gelecek” temasıyla 18. zirvesini gerçekleştiren G-20 için daha öncekilere nazaran gerçekleştirilen en dikkat çekici zirvelerden biriydi demek mümkündür.
Bilindiği üzere G-20, G-7’den farklı olarak bir seçkinler takımından ziyade küresel ekonomik sistemin üst sırasında konumlanan ülkeleri temsil etmektedir. Bu doğrultuda mevcut sistemde Batı’yı temsil eden başta ABD olmak üzere Kanada, Almanya, Fransa, İtalya, Avustralya, Japonya gibi ülkelerin yanı sıra; mevcut küresel sisteme dair memnuniyetsizliklerini dile getiren veya sistemin çok kutuplu yapıya dönüşmesi noktasında stratejiler izleyen Rusya, Brezilya, Çin, Güney Afrika vb. ülkeler de bu yirmililer grubunun içinde temsiliyet bulmaktadır.
G-20 içerisindeki bu çeşitlilik çok paydaşlı bir istişareyi doğurduğu gibi aynı zamanda küresel sistemde yaşanan gerilimlerin direkt olarak yansıtılmasına da alan açmaktadır. Bu doğrultuda Ukrayna işgali nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından hakkında yakalama kararı çıkartılan Rusya Devlet Başkanı Putin’in, BRICS’in ardından G-20’ye de fiziki katılım göstermemesi bu duruma önemli bir örnektir. Benzer şekilde zirveye katılım göstermeyen Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in ise Putin’den farklı olarak herhangi bir mazeret belirtmemesi, ardında pek çok spekülasyona da alan açmıştır. Bunların başında Xi’nin Çin’deki iç meseleler nedeniyle ülke dışı bir ziyaret gerçekleştirmek konusunda temkinli davrandığı görüşünün yanı sıra; Çin-Hindistan arasındaki sınır sorunlarının yarattığı gerilimden uzak durma isteği, Putin’e destek verdiği düşüncesi ve son olarak zirveye katılmayarak G-20’nin küresel prestijini düşürmek istediği yönündeki görüşler ağır basmaktadır.
Nedeni her ne olursa olsun Xi ve Putin’in yokluğunda Biden ve hatta Batılı pek çok üyenin az gelişmiş ülkelere ulaşmakta daha rahat bir pozisyon yakaladıklarını görmek önemlidir. Özellikle son yıllarda başta Latin Amerika, Ortadoğu ve Afrika ülkeleri olmak üzere az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerle bağlarını kuvvetlendiren Çin’in karşısında konumlanan ABD’nin, Çin’e göre daha güvenilir ve fırsatlar sunan bir aktör olduğunu anlatması açısından bu yokluğun önemli bir fırsat bulduğu görülmektedir. Bu doğrultuda zirvenin açılış oturumunda elli beş üyesiyle Afrika Birliği’nin G-20’ye dahil edilmesi bu fırsatı pekiştiren bir adımken, zirvenin neticesinde görünüm kazanan “Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC)” ise Çin’in Kuşak-Yol Girişimi’ne alternatif sunması açısından ABD için önemli bir kazanımdır. Elbette bu noktada benzer girişimlerin daha önce de ortaya atılmış olduğunu ancak sürdürülebilirlik noktasında başarıya ulaşmadığını eklemek elzemdir.
Aynı zamanda IMEC’in Türkiye’yi atlayarak oluşturduğu güzergâhın işlerliği hususu da farklı soru işaretlerini içermektedir. Hâlihazırda Orta Koridor Projesi kapsamında akışkan bir Doğu-Batı hattını organize etmeye odaklanan Türkiye’nin, IMEC’den ayrı tutulmuş olması G-20 ülkeleri içerisindeki bölünmelerin de bir nevi göstergesidir.
Bu doğrultuda daha geniş bir perspektiften bakıldığı zaman; 9-10 Eylül tarihlerinde gerçekleştirilen 18. G-20 Zirvesi'nin küresel sorunlara uzun soluklu çözümler bulmak yerine alternatif gruplaşmaların ve rakip aktörlere yönelik çözüm önerilerinin üretildiği bir masaya dönüştüğünü görmek önemlidir. Zirvede ABD’nin Hint-Pasifik’teki huzursuzluklarını giderebilecek, Hindistan’ın koşulsuz Batı stratejilerinin yanında olduğunu hissettirecek ve Hindistan’ı küresel Güney ile Kuzey arasında köprü pozisyonuna sokarak yıldızını parlatacak bir atmosferin yaratılmasının amaçlandığı görülmektedir. Bu amaç ekseninde G-20 marjında kendisine alan açılan ülkelerin, başta ABD-Çin rekabeti olmak üzere pek çok konuya yönelik adımlar attıkları gözlenmektedir.
Elbette, bu zirvenin yarattığı atmosferden etkilenip Hindistan’ın stratejik tarafsızlık politikasından tamamen sıyrılıp Rusya’ya sırt döneceğini düşünmek ciddi bir hata olacaktır. Zira, zirvenin sonucunda açıklanan Yeni Delhi Liderler Bildirisi'nde kullanılan dil, dışarıya yansıtılan ile masada konuşulanlar arasındaki farkı net biçimde göstermektedir. Bu doğrultuda söz konusu bildiri incelendiğinde iki nokta oldukça dikkat çekmektedir. İlk olarak, zirvenin odaklanması gereken ana temalar olan Ukrayna krizi, gıda krizi, iklim krizi, fosil yakıtların kullanımı, yenilenebilir enerji vb. temaların zirve öncesinde büyük puntolarla parlatılırken hatta “Tek Dünya” başlığında zirvenin ana mottosuna dahil edilirken; sonuç bildirisinde bunlar hakkında net bir ilerleme kat edilemediği, bunun yerine jeopolitik kriz çözümlerinin her zamanki gibi ön plana çıktığı görülmektedir. Tam bu noktada, G-20’nin Bali zirvesindeki görüş ayrılıkları düşünüldüğü zaman, en azından üzerinde uzlaşılmış bir sonuç bildirisinin ortaya çıkartılmasında Hindistan’ın yoğun çabalarını atlamanın haksızlık olacağını belirtmek önemlidir.
İkinci olarak, zirveye önceden planlanmış jeostratejik ajandalarla gelen aktörlerin gölgesinde kalan, küresel sistemdeki genel bölünmede de bir taraf seçmeden tüm kanallarla diplomatik bağlarını sürdürmek isteyen ülkelerin, yaratılmak istenilen atmosferin bir adım gerisinde durduğu, kendi ajandalarına uyarak, faaliyetlerinin ardından zirveden ayrıldıkları görülmektedir. Bu ülkelerden biri olan Türkiye, G-20 Zirvesi boyunca olayları geriden gözlemleyen, takvime uygun biçimde zirveye katılım gösteren, planlanan ikili ve çok taraflı görüşmeleri gerçekleştiren nizami bir üye profiliyle G-20’de yer almıştır. Türk heyetinin dönüş ajandasında ise; G-20 esnasında uygulanan stratejileri not almış bir üye olarak, kendi uzun soluklu stratejilerinin incelenmesi ve küresel satranç tahtasındaki pozisyonun buna göre gözden geçirilmesi muhakkak yer alacaktır.
Netice olarak küresel sistem gün geçtikçe ayrışmaların ve belirsizliklerin merkezi olurken; çok taraflılığı destekleyen, sistemin çatışmalardan uzak istikrarlı yapısına katkı sağlayan ve mevcut uyuşmazlıkların çözümünde proaktif stratejiler geliştiren aktörlerin, G-20 marjındaki çok taraflı mekanizmalardaki varlığı her geçen gün daha fazla önem kazanmaktadır. Bu hususa Türkiye açısından yaklaşıldığı zaman, zirvenin sonuç bildirisinde tahıl koridoru girişiminde gösterdiği çabaları takdir edilen Türkiye’nin, küresel düzenin işlerliği ve uyuşmazlıkların çözümü noktasında tüm çok taraflı mekanizmalarda yer alması ilerleyen süreçte de beklenen bir gerçekliktir.