Trump yönetiminin İran’a karşı askeri müdahale sinyalleri verdiği bir dönemde Muhammed bin Selman-Netanyahu arasındaki gizli görüşme, bu görüşmede Mossad başkanının da hazır bulunması ve bu görüşmeden çok kısa bir süre sonra İran nükleer programının önemli isimlerinden Muhsin Fahrizade suikastı Orta Doğu siyasetinde yeni gerilimlere işaret etmekte. Fahrizade suikastının arifesinde Suudi petrol tesislerine son yılların en şiddetli saldırılarından birinin gerçekleşmiş olması İran’a yönelik bir askeri müdahalenin bölgesel bir çatışmaya dönüşebilme tehlikesini ortaya çıkarıyor.
ABD Başkanı Donald Trump’ın damadı ve baş danışmanı Jared Kushner’in kişisel ilişkileri sayesinde İsrail’in, Golan Tepeleri’nin ilhakı, ABD büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması ve Körfez ülkeleri ile normalleşme gibi çok önemli kazanımlar elde ettiği dönemin sona ermesi ve demokrat Joe Biden yönetiminin başlıyor olması İsrail’de ciddi bir endişe kaynağı. Bu endişenin en önemli sebebi yeni ABD Başkanı Joe Biden’ın, İran’la nükleer anlaşmaya dönme ve İsrail’e, Trump döneminde verilen koşulsuz desteği gözden geçirme ihtimali gibi gözüküyor. Bu yüzden İsrail dış politikası son dönemde Biden yönetiminin İran karşısındaki olası ılımlı opsiyonlarını azaltmaya odaklanmış durumda.
Geçtiğimiz Cuma gerçekleşen Fahrizade suikastı, suikastta tüm delillerin İsrail’i işaret ediyor olması ve ismi açıklanmayan bazı İsrailli üst düzey yetkililerin suikastı üstlenmeleri bölgede gerginliği tırmandırarak Trump yönetiminin eline müdahale için bir koz vermenin yanı sıra İran nükleer programına yönelik küresel farkındalığı artırmaya dönük bir girişim olarak okunabilir. İsrail’in bu hamlesi, İran yönetimini, ABD ve İsrail hedeflerine yönelik bir misillemeye zorlayarak Trump’ın saldırı planları için meşru gerekçe elde etmeye yönelik bir planlamaya benziyor. Bu suikastın İsrail iç siyasetine zor bir dönemden geçen Başbakan Binyamin Netanyahu hükümetinin iç politikada rahatlamasına bir katkı sunacağı gibi gelecek yıl İran’da yapılacak seçimlerde şahin kanadın elini güçlendirerek İran-Batı yakınlaşmasını zehirleyebileceğini de hesaplayabiliriz. Ayrıca İran’ın olası misillemeleriyle tehdit algısı yükselen Körfez ülkelerinin İsrail’le, güvenlik ve Körfez’de İsrail askeri üslerinin kurulması dahil, işbirliğini perçinleyecek sonuçlar doğurabilir. Artan gerginlik bugüne kadar İsrail’le normalleşmeyen Suudileri bu yönde teşvik edecektir.
Askeri kapasitesinin yetersizliği ve Biden döneminde İran’a yönelik uluslararası sempatiyi artırma isteği, İran’ın direkt olarak İsrail ve ABD hedeflerine yönelik bir misilleme ihtimalini zayıflatıyor. Geçtiğimiz günlerde İranlı üst düzey yetkililerin Irak’taki İran uzantılı guruplara, Biden başkanlık koltuğuna oturuncaya kadar ABD hedeflerine saldırmayı kesmeleri yönündeki çağrıları, İran’ın Biden dönemine pürüzsüz bir başlangıç yapma niyetini gösteriyor. Ayrıca Biden ekibine yakın isimler de sık sık İran yönetimine gerginliği tırmandırmaması yönünde telkinlerde bulunuyor. Zaten İran cumhurbaşkanı Ruhani’nin “savaş yanlılarına fırsat vermeyeceğiz” mealindeki açıklamaları da ABD ve İsrail hedeflerine yönelik bir misilleme ihtimalini zayıflatıyor. Bu yılın başında Fahrizade’den çok daha önemli bir isim olan Kasım Süleymani suikastına İran’ın verdiği zayıf cevap da İran’ın ABD ve İsrail’e yönelik cepheden kapsamlı bir misilleme yapmaktan kaçınacağının başka bir göstergesi.
Ancak İran’da, uzun süredir çok kötüleşen ekonomik durumun yol açtığı huzursuzluğa ilaveten iç kamuoyunun hükümete yönelik artan baskısı ve yaklaşan seçimler Ruhani yönetimini bir misillemeye zorlamakta. ABD ve İsrail yukarıda sayılan nedenlerle bu misillemenin hedefi olamayacağına göre bütün oklar Körfez’i yani Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan’ı gösteriyor. Fahrizade suikastının Muhammed bin Selman-Netanyahu görüşmesinin hemen peşinden gerçekleşmesi, İran’ın, Riyad’ın bölgesel krizlerde ABD ve İsrail ile “işbirliği yaptığı” iddiasını halkalaştıran bir atmosfer de ortaya çıkardı. Bu süreçte İran’ın BAE-Suudi Arabistan’ı olaydan sorumlu tutan açıklamaları da Körfez’deki tedirginliği artırdı. Ayrıca İsrail yönetiminin, suikastı Muhammed bin Selman-Netanyahu görüşmesinin peşinden gerçekleştirmesi ve bu görüşmede suikastın baş şüphelisi olan Mossad’ın şefinin de hazır bulunmuş olması, Riyad’ı İran kaynaklı şiddet dalgasının hedefi haline getrime planı olarak okunabilir.
ABD’nin İran’a yönelik askeri bir müdahale planlarının konuşulduğu son günlerde, İran böyle bir müdahaleye yönelik olası tepkisinin ne olacağını, Suudi petrol tesislerine, geçtiğimiz yıl ARAMCO tesislerine yapılan saldırılardan sonraki en kapsamlı saldırıyı yaparak bir nevi ilan etti. İran’ın son saldırıyla Suudilere verdiği mesaj, Riyad’ın İran’a yönelik bir saldırıyı desteklemesini zorlaştırmakta. Ayrıca böyle bir saldırı başlasa bile iki ay sonra başkanlık koltuğuna oturacak olan Biden’in Suudi Arabistan’ın güvenliğini sağlama konusundaki politikasının öngörülememesi Riyad’ı zorluyor. Nitekim Muhammed bin Selman-Netanyahu görüşmesinde, veliaht prensin, İran’a yönelik olası bir saldırıyı Suudilerin desteklemeyeceğini Netanyahu’ya açıkça söylediği basına sızdırıldı.
Her ne kadar Muhammed bin Selman İran’a yönelik bir saldırıyı destekleme konusunda isteksiz olsa da son dönemde içinde bulunduğu ciddi politik sıkışmışlık elindeki opsiyonları önemli ölçüde daraltıyor. Düşük seyreden petrol fiyatları ve neredeyse tamamen durma noktasına gelen inanç turizminin yol açtığı ağır ekonomik sıkıntılar ülke içerisinde özellikle gençler arasında gelecekte Suudi kralı olması beklenen Muhammed bin Selman’a yönelik tepkiyi artırmakta. BAE’nin Güney Yemen’de siyasi amaçlarına ulaştığı için Suudileri yalnız bırakmasıyla çıkmaza giren Yemen savaşı, bölgeden yansıyan insani kriz manzaraları ve savaşın tüm yükünün Riyad’ın üzerinde kalmasının yol açtığı güvenlik, ekonomik ve diplomatik sıkıntılar Muhammed bin Selman’ı hem iç kamuoyunda hem de uluslararası arenada zor durumda bırakıyor.
Biden döneminin başlamasıyla Beyaz Saray’daki en önemli hamisi Trump’ı kaybedecek olan Muhammed bin Bin Selman’ın, yeni dönemde tek dostu olarak İsrail’in ve ABD kongresindeki cumhuriyetçi senatörlerin kalacağı bir gerçek. Her iki aktör de İran’a yönelik saldırı konusunda eldeki tüm imkânları zorluyorken Muhammed bin Selman’ın, İran’a yönelik saldırı planlarına direnmesi kolay değil. Üstelik Biden’in, Kaşıkçı cinayeti ve Yemen iç savaşında dünyaya yansıyan insani kriz manzaraları üzerinden Muhammed bin Selman’ı hedef alma ihtimali, Veliaht Prensi, Cumhuriyetçi kanada ve İsrail’e daha yakın durmaya sevk etmekte. Ayrıca Biden’in, Muhammed bin Selman’ın tutuklama kampanyaları ile saf dışı bıraktığı amcası Ahmed bin Abdülaziz ve kuzeni Muhammed bin Nayif gibi (Muhammed bin Nayif Obama döneminde iç içişleri bakanı olarak terörle mücadele konusunda ABD’nin takdirini kazanmış önemli bir isimdi) Suudi hanedanının önemli isimlerine yönelik beslediği sempati veliaht prensin taht hesaplarını da boşa çıkarabilir.
Trump sonrası dönemde Riyad’ın uluslararası arenada derin bir yalnızlığa düşeceğine dair korkular içerideki mevcut ekonomik sıkıntılara siyasi sorunlar da ekliyor. Son dönemde kral Selman inisiyatifi ile başlatılan Türkiye ile ilişkileri düzeltme girişimi ve Katar ablukasını kaldırmaya dönük girişimler bu yalnızlıktan kurtulma çabasının bir örneği olarak yorumlanabilir. Geçtiğimiz gün ARAMCO’nun Türkiye’ye yatırım yapmak için yaptığı başvuru ve bu başvuru talebinin Türkiye tarafından kabul edilmesi iki ülke arasındaki buzların erimeye başladığının da ilk işareti.
Muhammed bin Selman’ın tahtı garantilemek ve hanedan içi olası rakiplerini saf dışı bırakmak için daha iddialı ve maceracı bir politikaya olan şiddetli ihtiyacı ve kral Selman’ın ihtiyatlı politika sürdürme konusundaki ısrarı yönetimde bir ikiliğe de yol açıyor. Nitekim ülkeyi Yemen savaşına kendi inisiyatifi ile sokan Muhammed bin Selman, Filistin konusunda da kral Selman’ın aksine Filistinliler için adil ve kalıcı bir çözüm olmadan da İsrail’le normalleşme konusunda istekli görünüyor. Muhammed bin Selman bu süreçte Sudan, Irak ve Pakistan gibi ülkeleri de, tıpkı Bahreyn gibi, İsrail’le normalleşmeye zorlayarak cumhuriyetçi kanat ve İsrail’le olan ittifakı perçinlemeye çalışıyor.
Netanyahu’nun, Mossad başkanını da yanına alarak gittiği Neom kentinde, Muhammed bin Selman’dan hem İsrail’le normalleşme hem de İran’a yönelik saldırı konusunda yeterli desteği bulamadığı ve kendi savaşını çıkarmak için görüşmenin hemen peşinden Fahrizade’ye yönelik provokatif saldırıya onay verdiği anlaşılıyor. Bu saldırı sonrası İran kaynaklı olası bir misilleme ABD yönetiminden İran’a yönelik saldırıya yönelik çıkan çatlak seslerin kısılmasını da sağlayabilir. Ancak günün sonunda olası bir askeri gerginliğin tüm yükünün Körfez’in üzerinde kalabilme ihtimali BAE-Suudi yönetimindeki kaygıyı derinleştiriyor.