israil, 1 Nisan’da Şam’daki İran büyükelçiliğine yönelik bir hava saldırısı gerçekleştirdi. İran Devrim Muhafızları’nın Suriye’deki üst düzey kadrosundan birçok ismin ölmesine sebep olan İsrail’in bu saldırısı, uluslararası hukuka aykırı bir saldırı olarak değerlendiriliyor. Nitekim saldırının gerçekleştiği yer diplomatik misyon ve uluslararası hukuka göre diplomatik temsilciliklerin hedef alınması hukukun çiğnenmesi anlamına geliyor. Bundan ötürü Birleşmiş Milletler, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan gibi birçok bölge ülkesi saldırıyı kınadı. Söz konusu saldırı İsrail-İran arasında uzun yıllardır devam eden ama bir şekilde yönetilen ve savaşa dönüşmeyen çatışma ortamındaki gerginliği artırdı. Bu anlamda İran Dini Lideri Ayetullah Hamaney, saldırının misliyle karşılık bulacağını, sorumluların cesur adamlar tarafından cezalandırılacağını belirtti. Hamaney’in açıklaması doğrudan İsrail’e bir mesaj olsa da bu sözlerin Amerika Birleşik Devletleri’ne yönelik bir tarafı da olduğu ifade edilebilir. Ayrıca İran Dış İşleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahyan İran’ın İsrail’e desteğinden ötürü ABD’nin de sorumlu olduğunu ifade etmesi, İran-İsrail arasındaki gerilimin artması, bölgesel ve küresel güvenlik dengeleri açısından kritik bir gelişme olduğunu gösteriyor. Bununla birlikte İsrail’in Şam saldırısının, iç siyaset ve artan uluslararası baskı ile de alakalı olduğu görülüyor.
İsrail’in Şam’daki İran büyükelçiliğine yönelik saldırısı zamanlama açısından değerlendirildiğinde iki kritik gelişmenin öne çıktığı ifade edilebilir. Bunlardan birincisi Netanyahu hükümetine ve daha özelde Netanyahu’ya yönelen ve 7 Ekim’den bu yana her geçen gün artarak büyüyen iç siyasi baskılardır. İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü savaş ve soykırım, ülkenin ekonomik, siyasi, askeri ve toplumsal açıdan ciddi kayıplar vermesine neden oluyor. Günlük 260 milyon dolar harcanan savaş endüstrisinin yanında savaşacak asker devşirme noktasında da İsrail sorunlar yaşıyor. İş gücündeki birçok insanı zorunlu olarak orduya dahil eden İsrail’in gayri safi yurt içi hasılasının en az yüzde 20 azaldığı rapor ediliyor. Bununla birlikte ekonomiye doğrudan katkı sağlayan iş gücünün orduya dahil edilip Gazze’ye sürülmesi ordu içindeki uyumu ve hiyerarşiyi de bozuyor. Gazze’de Hamas ve direniş gruplarına karşı ciddi kayıplar veren İsrail, toplumsal açıdan derin bir travma tecrübe ediyor. Bütün bu meydan okumalardan doğrudan Netanyahu ve hükümetin sorumlu olduğu inancı İsrail’de oldukça yaygın. Hemen hemen her gün Başbakanlık Ofisi, Knesset ve çeşitli resmi daireler önünde toplanan rehine ailelerinin protestoları da bir iç baskı mekanizması oluşturuyor.
Yaklaşık 6 aydır süren savaşa rağmen halen direniş gruplarının elinde 200’e yakın rehinenin bulunması ve bazı rehinelerin İsrail tarafından öldürüldüğünün teyit edilmesi, İsrail kamuoyunda hükümete ve Netanyahu’ya karşı duyulan hoşnutsuzluğu artırıyor. İsrail’in iç siyasi baskılarla darbe, erken seçim, iç savaş gibi bütün senaryolara maruz kalma ihtimallerini güçlendiriyor.
Halihazırda uzun zamandır yargı reformu ve yolsuzluk gibi meselelerden ötürü İsrail halkının belli bir kısmı tarafından istenmeyen Netanyahu, yapay bir gündem oluşturarak iç baskılardan kurtulma yönünde bir hamle icra etti. Dolayısıyla İsrail’in İran’ın Şam’daki büyükelçiliğine yönelik gerçekleştirdiği saldırı, İsrail’in iç siyasi açmazlarının ve baskıların gündemden uzak tutulması ve Gazze’deki soykırımın meşruiyetinin sorgulanmaması adına hayata geçirildiği ifade edilebilir.
İsrail’in Şam’daki İran büyükelçiliğine saldırısının zamanlama açısından örtüştüğü ikinci gelişme, son aylarda İsrail’e karşı artan diplomatik küresel baskı. İsrail sistematik bir şekilde kasıtlı olarak sivillere, hastanelere, yaşlılara, çocuklara, insani yardım taşıyan gönüllülere yönelik saldırılar gerçekleştiriyor. Bu saldırıların geleneksel medyadan ziyade sosyal medyada yayılması, İsrail’in devlet olmaktan çok terör örgütü olarak tanımlanmasını kolaylaştırdı. Nitekim 1948’de İsrail’i İsrail yapan İngiltere’nin diplomatlarını barındıran King David otelini havaya uçuran, İrgun-Stern gibi terör örgütlerine liderlik yapanların başbakanlık yaptığı bir İsrail tam anlamıyla Filistin’de terör estiriyor. Küresel vicdan her ne kadar ABD başta olmak üzere birçok Batılı yönetim veya iktidarlara tesir etmemiş olsa da halkların Filistin yanında durduğu görülüyor. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan düzenin en önemli sacayaklarından biri olan BM’nin de İsrail’in yanında durmaması ve Filistin halkını desteklemesi de İsrail’in diplomatik olarak izole edilmesinin önünü açıyor. ABD’nin BMGK’da alınan ateşkes kararı oylamasında çekimser tavır sergilemesi de İsrail’in dış baskılara maruz kalmasına neden oldu.
Bu baskılar ve çaresizlik İsrail’i İran kozunu kullanmaya itti. İsrail İran’ı savaşa dahil ederek Gazze’deki soykırımla kaybettiği meşruiyeti geri kazanmak istiyor. İran’ın ise nasıl cevap vereceği belirsizliğini koruyor. Tahran’ın caydırıcılığını koruyup sınırlı bir saldırı yapması ve İsrail ile doğrudan savaşı tercih etmemesi büyük olasılık olmakla birlikte İsrail’in saldırganlığına karşı doğrudan İsrail’in hedef alınma ihtimalinin de masada olduğu söylenebilir.
Sonuç olarak İsrail’in Şam’daki İran büyükelçiliğine yönelik gerçekleştirdiği hava saldırısı, uluslararası hukuka aykırı bir eylem olarak değerlendirilirken, iç siyasi ve dış baskılarla baş edemeyen Tel Aviv yönetiminin Gazze’deki soykırımı meşrulaştırmak ve baskıları bertaraf etmek amacıyla İran kozunu kullanma çabalarını yansıtıyor. İç baskılar Netanyahu hükümetini zor durumda bırakırken, dış baskılar ise İsrail’i diplomatik izolasyona sürüklüyor. İsrail’in Tahran’ı savaşa dahil etme girişimine karşı İran’ın verdiği sert tepkiye rağmen beklenen eylemleri hayata geçirmemesi de bölgesel dengeler üzerinde belirsizlik yaratıyor. Sonuç olarak, İsrail Gazze’deki çıkmazında İran kozunu sahaya sürerek bölgedeki gerilimi artırıyor ve barışa zarar veriyor.