Nijer’deki darbenin ardından Sahel bölgesindeki güvenlik mimarisinin daha kırılgan bir hal alacağını söylemek yanlış olmaz. Son 1 yıl içerisinde şiddet içeren aşırıcılık ve terör eylemlerinde gözlemlenen artış eğilimi, yalnız Sahel bölgesini olumsuz yönde etkilemekle kalmayıp Batı Afrika geneline sirayet edebilme potansiyeline de sahiptir.
Birleşmiş Milletler Uzmanlar Paneli Raporu’nda DEAŞ terör örgütünün Mali’de kontrol ettiği toprakların bir yıldan kısa süre içinde neredeyse iki katına çıktığı ileri sürülmektedir. Bununla beraber ilgili rapor, El-Kaide terör örgütü bağlantılı grupların Barış Anlaşması kapsamında silahsızlandırma, terhis ve yeniden entegrasyon (STyE) programlarına alınan yerel milislerin zayıflığından yararlanarak alan kontrolünü artırdığını kaydetmektedir. Bu bağlamda art arda gelen askeri darbeler, darbelerden kaynaklı olarak iktidara gelen askeri figürlerin merkeze odaklanması sonucu kırsalda ortaya çıkan otorite boşluğu ve etnik fay hatları, Jamaat Nusrat val Muslimin’i (JNIM), Büyük Sahra İslam Devleti (ISGS) ve Boko Haram gibi bölgede faaliyet gösteren terör grupları açısından bir fırsat penceresi olarak yorumlanmaktadır. Bunun sonucunda terör örgütleri, küresel terör pazarındaki paylarını ve marka değerlerini artırmak maksadıyla adeta bir yarış içine girmektedir.
ACLED verilerine göre 2022 yılının tamamını ve 2023’ün ilk çeyreğini kapsayan dönem, Sahel bölgesinde sivillere yönelik şiddet eylemlerinin son 5 yılın zirvesine ulaştığı bir zaman aralığı olmuştur. Öyle ki Mali, Nijer ve Burkina Faso’nun belli bölgelerinde DEAŞ bağlantılı ISGS’nin yerel halka karşı uyguladığı terör ve şiddet eylemleri, görece daha ılımlı bulunan bir başka terör örgütü JNIM’in halk nezdinde güvenlik sağlayıcısı konumuna gelmesine yol açmıştır. Dolayısıyla askeri kapasitenin yetersiz olması, kırsaldaki sivil toplulukları savunmasız hale getirmektedir. Bu noktada Sahel’deki orduların kırsal bölgelerde Sivil Savunma Güçleri (SSG) ile iş birliklerini artırması, Afrika’daki hibrit güvenlik sektörünün olumlu yönünü ortaya çıkarabilir.
Sahel özelinde ve Afrika genelinde oldukça yaygın bir devlet dışı silahlı aktör (DDSA) olan SSG’lerin potansiyel faydalarını dört farklı alt başlıkta ele almak mümkündür. Bunlardan ilki, yerel toplumlarla oluşturulan güçlü bağlardır. Bu kapsamda SSG’ler tartışmalı addedilen ve meşruiyeti zayıflayan otoriteler ile yerel halk arasında bir köprü işlevi görebilir. Bu durum aşırılıkçı söylemlere karşı mücadelede yerel desteğin alınması adına kritik bir fonksiyona sahiptir. Toplumsal güvenin artırılmasında ve meşruiyetin yeniden kazanılmasında Afrika’daki yerel topluluklar, kendi içlerindeki seslere itibar edebilirler.
İkincisi, SSG’lerin yereldeki varlıkları, radikal fikirlere ve potansiyel terör grubu sızmalarına karşı erken uyarı mekanizması niteliğindedir. SSG’ler, kendi yaşadıkları topluluk içindeki eğilimleri, değişimleri ve tehlikeleri saptama noktasında oldukça etkin bir rol üstlenirken bunlara yönelik önlem almada resmi güvenlik birimlerine sağlayacakları istihbarat ile terörle mücadele faaliyetlerine oldukça önemli bir katkı sağlarlar.
Üçüncü başlık, bu grupların eli silah tutan ve terör örgütlerinin angaje olmaya çalıştığı genç nüfus ile sahip olduğu bağlantılardır. SSG’ler, Afrika’daki gençlerin terör örgütlerine katılımlarını engellemek için farklı alternatifler sunabilir, sağlayacakları farklı teşvikler aracılığıyla genç nüfusu radikal fikirlerden uzaklaştırabilir.
Sonuncusu ise SSG’lerin aynı zamanda muharip bir destek kuvvet haline dönüştürülmesidir. Öyle ki iç savaş ve bölgesel çatışmalarda isyancı gruplarla ve terör örgütleriyle mücadelede SSG’ler bir milis kuvvet işlevi görmektedir. Bu gruplar, çatışma bölgesinde resmi birliklere hem stratejik üstünlük hem de operasyonel esneklik kazandırmaktadır. Çatışma noktalarına aşina ve bölgenin coğrafi özelliklerine hâkim olmaları, resmi birliklerin can kayıplarını asgari düzeye çekmelerine yardımcı olur.
Bu faydalarının yanında SSB yapılanmaları, bazı örneklerde olumsuz etki yaratmaktadır. Bunlar arasında; yetki ve gücün etnik temizlik için bir araç olarak kullanılması, STyE süreçlerinin ve buna bağlı olarak savaş sonrası oluşturulmak istenen birleşik ordu fikrinin akamete uğratılmasıdır. Ancak Afrika’daki pek çok örnekte, imzalanan barış anlaşmaları sonucunda yerel SSB’lerin terör gruplarından önce silahsızlandırılıp terhis edilmesi, sivillere yönelik saldırıların artması ve iç savaş atmosferinin yeniden canlanmasına zemin hazırlamaktadır. Bu durum, toplum tabanlı SSB’lerin dengeleyici özelliğini göstermektedir. Ayrıca devlet destekli ve toplum tabanlı SSB’lerin savaştan barışa geçiş sürecinde en kritik aktörler olduğu ifade edilebilir. Çünkü bu gruplar, yerel topluluklar açısından savaşın tarafları (resmi birlikler – terör örgütü/isyancı gruplar) arasında güvenilir ve adil bulunmakta, bu durum barış anlaşmalarının uygulamaya geçişinde toplumsal bilinci güçlendirmektedir.
Temelde, devletin güvenlik hizmetlerini sağlamada yetersiz olduğu ‘yönetilemeyen alanlarda’ bağlı bulunduğu yerel toplulukları koruma amaçlı kurulan SSB’lerin sayısı son dönemde Sahel bölgesindeki kriz noktalarının artışıyla paralel olarak ilerlemiştir. Burkina Faso’da Dozo ve Koglweogo milis grupları, 2020 yılında Burkina Faso devletinin kontrolüne alınarak Vatan Savunma Gönüllüleri (VDP) ismini almıştır.
VDP’ler kısa zaman içinde terörle mücadelede ve terörün yayılmasının engellenmesinde etkili bir grafik çizmiş, ancak bu gruplara yönelik denetim ve kontrol eksikliği grubun efektif kullanılmasında sorunlar meydana getirmiştir. Öte yandan bağımsızlığını kazandığı günden itibaren Burkina devleti ve SSB’ler arasındaki organik ilişkinin 2020 sonrası Mali’deki aşırılıkçı şiddet dalgasıyla beraber daha sistematik bir görünüm kazandığı söylenebilir. Mali’de 2012 yılında Tuareg isyanının yarattığı çatışma atmosferi, devlet güvenlik aygıtlarının yerel SSB’lere yönelmesine zemin hazırlamıştır. Ganda Koy ve Gando Iso grupları öne çıkan bazı SSB’lerdir. Bu grupların Mali özelinde çoğunlukla Tuareg isyanlarının bastırılmasında ve istihbarat aktarımında kullanıldığı söylenebilir. Örneğin, 2016 yılında kurulan Dan Na Ambassagou (DNA), süreç içinde Mali devletinden önemli ölçüde silah ve ekipman desteği almıştır. Buna karşılık Mali ordusu, 1 yıllık dönem içinde alan kontrolünü genişleterek somut kazanımlar elde etmiştir. Son olarak Nijer ise devlet politikası dahilinde diğer bölge ülkelerine göre sivil milis yapılanmalara daha temkinli yaklaşmıştır.
Son üç yılda Mali (2020 ve 2021), Burkina Faso (2022) ve son olarak geçtiğimiz ay içinde Nijer’de gerçekleşen ve başarılı olan askeri darbeler, bölgedeki güvenlik zafiyetlerini artırmaktadır. Yine ACLED verilerine göre 2021 yılında Sahel’deki aşırılıkçı şiddet ve terör eylemlerinin sayısı 257 iken bu rakam 2022 yılında 333’e yükselmiştir. Saldırıların çoğunluğu, sivil kayıplarla sonuçlanmıştır. Eylemlerin çoğunluklu olarak nüfusun görece az olduğu ve temel kamu hizmetlerinin aksadığı kırsal sınır bölgelerinde gerçekleştiği hesaba katıldığında, Sahel’deki devletler ve SSB’ler arasındaki ilişkinin zayıfladığı, SSB’lerin ya da yerel milis grupların artan şiddet eylemleriyle ilişkilendirildiği bir yaklaşıma neden olmaktadır. Nitekim, sınırlı ekonomik ve siyasi ajandaya sahip, toplum tabanlı SSB’lerin doğru yönlendirilmesi ve denetim mekanizmasının güçlendirilmesiyle radikal terör gruplarına karşı yeniden efektif sonuçlar kazanması kuvvetle muhtemeldir. Sonuç olarak hibrit güvenlik düzeni içinde bir DDSA’ya bir diğer DDSA ile müdahale yaklaşımın kısa vadede bölge ülkelerine göreceli üstünlük sağlayabileceğini söylemek mümkündür.