Askeri kabiliyetlerinin yanında savunma sanayii alanındaki imkanları, Türkiye’yi Sahel ülkelerinin gözünde hem potansiyel müttefik hem de güçlü bir tedarikçi konumuna getirmektedir. Türkiye’nin kıtadaki askeri varlığının yarattığı olumlu etkiler, anti-sömürgeci yaklaşımı ve terör örgütlerine karşı keskin tutumu, potansiyel iş birliklerini hızlandıran unsurlardan bazıları.
Türkiye’nin Libya başta olmak üzere Afrika kıtasının farklı bölgelerinde yürüttüğü askeri iş birlikleri, son yıllarda dikkat çekici bir ivme kazanmaktadır. Eğitim ve kapasite geliştirme programları şeklinde ortaya çıkan bu iş birliklerinin Türkiye’nin terörle mücadele ve sınır güvenliği konularında sahip olduğu tecrübelerin kıta ülkelerine aktarılmasında itici güç rolü üstlendiği söylenebilir. Bu noktada özellikle Libya’da 2014 yılında patlak veren iç savaşın ardından ülkenin istikrara ve birleşik bir ordu yapılanmasına kavuşabilmesi adına Türkiye'nin sağladığı destekler önemli bir yer tutmaktadır. Öyle ki Türkiye’nin varlığı, Kuzey Afrika ülkesinde 2020 yılının Ekim ayında rakip taraflar arasında sağlanan ateşkes sürecine ve akabinde ileriye dönük seçim senaryolarının konuşulmasına zemin hazırlamıştı. Bilindiği gibi daha önce dönemin Libya Başbakanı Fayiz es-Serrac’ın talebi üzerine Libya Ordusu’na destek veren Türkiye, 2019 yılında Libya ile Deniz Yetkilendirme ve Savunma İş Birliği Anlaşmaları imzalamıştı.
Günümüzde Türkiye’nin benzer yaklaşımı devam ediyor. 1-3 Mart tarihlerinde düzenlenen Antalya Diplomasi Forumu’nda (ADF) Türkiye Savunma Bakanı Yaşar Güler ve Libya Başbakanı (aynı zamanda ülkenin Savunma Bakanı) Abdulhamid Dibeybe arasında imzalanan Mutabakat Zaptı, iki ülke arasındaki askeri iş birliklerinin somut göstergesi olarak okunabilir. Anlaşma, özellikle Libya ordusunun çeşitli birimlerinin eğitim programları aracılığıyla verimliliğinin artırılmasını hedeflemekte ve böylelikle ordunun birleştirilmesi süreçlerine katkı sağlamayı amaçlamaktadır.
ASKERİ KUTUPLAŞMA SONA EREBİLİR
Türkiye, geçmişten günümüze uyguladığı eğitim programlarıyla ordu içerisindeki birimlerin modern savaş teknikleri ve stratejileri konusunda kapasitelerini artırmakta, aynı zamanda silahsızlandırma, terhis ve yeniden entegrasyon (STyE) süreçlerinde etkin bir rol üstlenmektedir. Türkiye’de faaliyet gösteren pek çok STK ve düşünce kuruluşu, Libya’daki STyE süreçlerine ilişkin projeler geliştirirken, programların planlama ve uygulama safhalarını da kapsayan geniş rapor ve analizler hazırladı.
2011 sonrası dönemde Muammer Kaddafi rejiminin Libya’ya miras bıraktığı zayıf kurumlar ve otorite boşluğu, farklı toplum, ideolojik ve çıkar tabanlı silahlı grupların önemli oranda artışına neden oldu. Bu grupların aynı zamanda Libya’nın sosyo-politik köklerine sirayet ederek STyE ve devlet inşa süreçlerinin akamete uğrattığını söylemek mümkün. Dolayısıyla batılı ülkelerin toptancı yaklaşımına nazaran Türkiye’nin yerel dinamikleri gözeten kapsayıcı yaklaşımını hayata geçirmesi, Libya’daki askeri kutuplaşmanın sona ermesi adına olumlu sonuçlar üretebilir.
ABD VE FRANSA KAYGILI
Öte yandan Türkiye’nin, benzer askeri iş birliklerini Sahel bölgesindeki ülkelerle de hayata geçirmesi beklenebilir. Terörizm ve aşırılık yanlısı faaliyetlerin yoğunlaştığı bölgede son yıllarda art arda gerçekleşen askeri darbeler, güvenlik güçlerinin kurumsal yapısını sarsan gelişmeler arasında gösterilebilir. Mali, Nijer ve Burkina Faso’da gerçekleşen darbeler, sınır güvenliğinin ve devlet dışı silahlı aktörlerden (DDSA) kaynaklı tehditlerin ikinci plana atılmasına neden olduğu gibi DDSA’lara da belli ölçüde alan kazandırdı. IŞİD ve El-Kaide bağlantılı grupların 2023 yılı boyunca ve 2024’ün ilk çeyreğinde saldırılarını artırdığı gözlenmektedir.
Bununla beraber eski sömürgeci güç olarak Fransa’nın bölgeden çekilmesi, Çin ve Rusya’ya alan açtı. Nitekim bölgesel güç dengelerinde derin bir değişimin habercisi olan bu durumun Türkiye’ye bazı fırsatlar sağladığı söylenebilir. Öyle ki 2020 yılının Temmuz ayında dönemin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Nijer ziyaretinde ilgili ülke ile imzalanan güvenlik iş birliği anlaşması, dönem itibarıyla askeri angajmanlarını Nijer’de yoğunlaştıran Fransa ve ABD’yi fazlasıyla kaygılandırmıştı.
HEM POTANSİYEL MÜTTEFİK HEM GÜÇLÜ TEDARİKÇİ
Askeri kabiliyetlerinin yanında savunma sanayii alanındaki imkanları, Türkiye’yi Sahel ülkelerinin gözünde hem potansiyel müttefik hem de güçlü bir tedarikçi konumuna getirmektedir. Türkiye’nin kıtadaki askeri varlığının yarattığı olumlu etkiler (Somali, Libya, Etiyopya), anti-sömürgeci yaklaşımı ve terör örgütlerine karşı keskin tutumu, potansiyel iş birliklerini hızlandıran unsurlardan bazıları. Türkiye’nin uluslararası hukuk çerçevesi içinde Libya’da, doğudaki milis güçlerin lideri Halife Hafter’in 2019 Trablus işgal girişiminde gösterdiği reaksiyona benzer olarak Tigray’daki çatışmalar süresince Etiyopya ordusuna sağlanan İHA ve SİHA’ların savaşın gidişatına verdiği etkiler ve Somali’de Eş-Şebab ile mücadelede Somali Ordusunun elde ettiği kazanımlar, Türkiye’nin yalnızca yakın coğrafyasında değil Afrika’nın çeşitli noktalarında da oyun değiştiren bir aktör konumuna ilerlediğini göstermektedir. Bu bakımdan Türkiye’nin Sahel bölgesindeki potansiyel askeri ve güvenlik iş birliklerinin bölgesel güvenlik tehditleriyle mücadelede yerel askeri birliklere stratejik üstünlük sağlama potansiyeline sahip olduğu ifade edilebilir.
Sonuç olarak Türkiye’nin Libya’da, Başbakan Dibeybe liderliğindeki Milli Birlik Hükümeti ile yürüttüğü askeri ve güvenlik iş birlikleri, başta Libya’ya komşu Sahel ülkeleri ve geri kalan kıta ülkeleri için bir rol model teşkil edebilir. Bu bağlamda, günümüzde ADF kapsamında Libya ile yapılan mutabakat öne çıksa da ilerleyen süreçte bölgesel denklem ve değişen jeopolitik dengeler ışığında Türkiye’nin benzer eğitim ve kapasite geliştirme programlarını çeşitlendirmesi oldukça olasıdır.