ABD’nin henüz hukuki olarak tescil edilmemiş başkanı Joe Biden’dan küresel toplumun çoğunluğunun beklentisi büyük. Uluslararası ilişkilerde Trump döneminden kalan hasar tespitinin ardından Joe Biden’ı uzun bir sipariş listesi bekliyor. Avrupa, Transatlantik ilişkilerin yeniden tesisini, NATO üyeleri itilip kakılmayacakları biçimde ittifakın sağlıklı ilişkilere kavuşmasını, Kabil’deki mevcut yönetim ABD askerlerinin Afganistan’dan çekilmesi kararının geri alınmasını, Filistin yönetimi ise İsrail’in normalleşme diplomasi ile altının oyulmasına Washington’un dur demesini istiyor. Beklentilerin fazlalığı 7 Kasım’da medya tarafından başkanlığının ilan edilmesiyle Biden’ın kapısında uzun bir tebrik kuyruğunun oluşmasını beraberinde getirdi. Türkiye ve Meksika gibi seçim sonuçlarının hukuki olarak netleşmesi beklentisiyle tebrik yarışında sıraya girmeyenler arasında iki süper güç de vardı: Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti. Bunlardan biri Birinci Soğuk Savaş’ta ABD’nin mağlup ettiği rakibi, diğeri ise kimi uluslararası ilişkiler kuramcıları tarafından hayata geçtiği kabul edilen “Yeni Soğuk Savaş”ta ABD’nin yeni rakibi. Ancak Birinci Soğuk Savaş’ta ABD ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği arasındaki mücadele birebir gerçekleşmişti. Yeni Soğuk Savaş’taki rakip Çin Halk Cumhuriyeti ise Rusya ile her yıl gelişen enerji, ticaret ve savunma ilişkisiyle ABD’nin karşısında küresel anlamda daha geniş cepheye yayılma imkanı buluyor.
ABD Başkanı Nixon ilk Soğuk Savaş’ta, 1971 yılında Japonya’nın Nagoya kentinde düzenlenen 31. Uluslararası Masa Tenisi Şampiyonası’nda Çin Halk Cumhuriyeti’nin ABD takımına yaptığı daveti fırsat penceresi olarak kullanmıştı. Ping-pong diplomasisini 1972 yılında yaptığı Pekin ziyareti ile taçlandıran Nixon, sosyalist blokta liderlik mücadelesine girişen ve rekabetleri sınır çatışmalarına dönüşen Çin Halk Cumhuriyeti ve Sovyetler Birliği arasındaki bölünmeyi temin edebilmişti. ABD’nin iki nükleer güç arasında açtığı bu fay hattı 20 yıl boyunca başarıyla görevini yerine getirdi. Gorbaçov’un açıklık politikasının yarattığı değişim rüzgarının Pekin’deki Tiananmen Meydanı’na ulaşması, Pekin ile Moskova arasında düzelen ilişkilerin yeni bir soğukluk evresine girmesine yol açtı. Ancak Çin yönetiminin sosyalizmi piyasa şartlarına uydurma gayretini zamanında tespit eden ABD’nin 1989’da Tiananmen Meydanı’ndaki özgürlük taleplerini tanklarla bastırmasına göz yumması, taraflar arasında 2012 yılına kadar ticari ilişkileri daha da geliştirecek süreci başlattı. 2008 küresel ekonomik krizini takiben Çin Halk Cumhuriyeti’nin finans piyasalarında hakimiyeti ele alması ve “Kuşak ve Yol İnisiyatifi” vasıtasıyla Afrika ve Avrupa istikametinde ilerleyişi dengeleri değiştirdi.
ABD, Barack Obama’nın birinci başkanlığı döneminin sonlarında, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un ateşlediği kıvılcım doğrultusunda Çin’i, Güney Çin Denizi ve Hint Okyanusu’nda askeri manada çevreleyecek adımları atmaya başladı. Donald Trump’ın başkanlığı döneminde ise bu askeri kuşatma ticari kuşatmaya dönüştü, Çin’in önde gelen teknoloji şirketleri NATO üyesi ya da partneri ülkelerin coğrafyalarında takibe uğradı. Seçim yenilgisi bu yazının yazıldığı ana kadar kabul etmeyen ABD Başkanı Donald Trump’ın Çin aleyhindeki son hamlesi ise 12 Kasım günü, Çin Halk Ordusu ile bağlantılı Çin şirketlerine ABD vatandaşlarının yatırım yapmasını yasaklayan başkanlık kararını imzalamak oldu. ABD’nin Çin Halk Ordusu ile bağlantılı olduğunu iddia ettiği ve sattığı 5G teknolojisi üzerinden casusluk faaliyetleri yürütmekle itham ettiği Huawei’nin de müttefiki olan ülkelerdeki varlığını engellemek için elindeki tüm baskı araçlarını kullandığını hatırlamak gerekiyor.
Rusya’ya baktığımızda ise Birinci Soğuk Savaş’taki mağlubiyetinin ardından Vladimir Putin’in ipleri tamamen eline aldığı 31 Aralık 1999 tarihine kadar Kremlin ABD karşısında kesintisiz bir geri çekilme halindeydi. Batılı liderlerin NATO’nun doğuya doğru ilerlemeyeceğine dair Gorbaçov’a şifahi olarak verdikleri teminatın gerçeklerle bağdaşmadığı da yine 1999 yılında anlaşıldı. 1999 yılının Mart ayında Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Macaristan’ın NATO ittifakına katılması Kremlin’in Soğuk Savaş dönemi reflekslerini harekete geçirdi. 2004 yılında Baltık ve Balkan ülkelerinin de NATO trenine binmesi Rusya’nın önlem arayışlarını artırdı. Rusya’nın NATO’nun genişlemesini durdurmak için en somut hamlesi 2008 yılında Güney Osetya’daki çatışmaları gerekçe göstererek Gürcistan ile savaşması oldu. Tiflis yönetimi kısa sürede teslim bayrağını çekti. 2014 yılında Kırım’ın ilhakı ve ayrılıkçı Rusların Ukrayna’nın Donbas bölgesinde başlattıkları çatışmalar yeni Demir Perde’nin de sınırlarını belirledi. Taraflar günümüzde Karadeniz, Baltık Denizi ve Kuzey Denizi’nde hava ve deniz kuvvetleri ile aralıksız şekilde birbirlerinin güçlerini tartıyorlar. Putin yönetiminin Donald Trump’ın başkanlığı için ABD seçimlerine müdahale ettiği iddiasıyla beraber iki ülke ilişkilerindeki gidişatın değişeceğine dair beklentiler de karşılık bulmadı. ABD yönetimi son 4 yılda Rusya’yı hedef alan 46 yaptırım kararını yürürlüğe koydu. Orta menzilli nükleer kuvvetler anlaşması fesh edildi, füze savunma sistemi adı altında Rusya’nın stratejik tesislerini vurabilecek mesafede Avrupa’ya füze sistemleri yerleştirildi. Almanya’daki ABD askeri gücü, Polonya ve Baltık ülkelerine, Rusya sınırına yakın bölgelere sevk edildi. Trump, askeri önlemler ve yaptırımları Rusya ile işbirliği yapan müttefikleri üzerinde de uygulama tehdidinden kaçınmadı. Rusya’nın enerji ihracat projelerinin amiral gemisi sayılan Kuzey Akım-2 hattı nedeniyle hem Berlin hem de Moskova, Washington’un tehditleri ile karşı karşıya.
Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti son 10 yıldır ABD’nin kademeli şekilde seviyesi artan ticari ambargoları ve askeri kuşatması ile karşı karşıya. Bu şartlar altında Biden’ın seçim zaferinin her iki süper güç için iyimserlik oluşturmasını beklemek mümkün değil. Çin Halk Cumhuriyeti, Biden’ın daha öngörülebilir bir lider olması itibarıyla en azından diyalog kurulması mümkün bir isim olarak değerlendiriyor. Rusya ise 7 Kasım gününden bu yana mutlak bir yorumsuzluk içerisinde. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 12 Kasım’da biraraya geldiği Rus ve yabancı basın temsilcilerinin ABD’deki seçimler ilgili sorularını “ABD halkının geleceği ile ilgili verdiği kararlara saygı duyduğumuzu defalarca ifade ettik. Ama şunu da ifade etmek lazım ki, dünyanın pek çok ülkesi tarafından önem atfedilmekle beraber ABD’deki seçim sistemi dünyanın en geri kalmış sistemlerinden” biri sözleriyle yanıtladı. Lavrov ayrıca son derece diplomatik bir dille, ABD seçimleri hakkında yorum yapmıyor olmalarının her ülkenin kendi sorunlarına ve geleneklerine duydukları saygından kaynaklandığını ve ABD’nin de başka ülkelerin sorunları ve gelenekleriyle ilgili benzer şekilde davranması gerektiğine inandıklarını söyledi. Rusya’dan 1 gün sonra ise Çin Dışişleri Bakanlığı Biden’ı tebrik eden seçim mesajını yayınladı. Bu mesaj 70 yıldır Cumhuriyetçilerin hakimiyetindeki Arizona’dan Biden’ın zafer haberinin gelmesinin ardından dünyayla paylaşıldı. Biden’ın delege sayısını 306’ya yükseltmesi Washington’da artık sürprizlere yer kalmadığına Pekin’i ikna etmiş oldu.
Pekin ve Moskova’ya hakim olan bu aşırı ihtiyatlı havayı, yalnızca seçimin hukuki sonuçlarının netleşmemesi ile açıklamak herhalde mümkün olmaz. Yeni Soğuk Savaş’ın doğrudan ve dolaylı tarafı olan bu iki ülkede, Beyaz Saray’daki değişimin, Washington kaynaklı kabul ettikleri baskının gidişatında bir değişiklik yapmayacağı fikri hakim. Pekin’den bu konuya dair ilk işaret ise Kasım sonu ile Aralık ayı ortasında gelebilir. Bu tarihlerde Çin Devlet Başkanı Şi Cing Ping’in Güney Kore’ye resmi ziyarette bulunmak istediği yönündeki talep Seul yönetimine iletildi. Ziyaretin gerçekleşmesi halinde Şi’nin Seul’de vereceği mesajlar diyalog kapısının çalınmasındaki ilk girişim olarak değerlendirilebilir. Ne de olsa Kore Yarımadası 1950’den bu yana Washington ile Pekin arasındaki mücadelenin odak noktalarından birini teşkil ediyor. Trump yönetiminin, Tayvan’a sofistike silah sistemleri satış kararı da yine Biden döneminin Çin ile ilişkilerde her an krize dönüşebilecek bir başka dış politika mirası olacak.
Pekin ve Moskova’nın, ABD’deki seçimin sonucunda dair ilk bir haftada verdikleri ya da vermedikleri tepkiler, Trump döneminden de daha şiddetli bir baskıyı göğüslemek için hazırlık yaptıkları izlenimini veriyor. Her iki ülkenin, kesinleşmesi halinde yeni ABD Başkanı’ndan tek beklentileri diyalog kurulabilir olması ve müzakere masasına oturulması. Küresel ekonomik yavaşlama ve COVID19 salgınının dünyadaki refah pastasını küçültürken keskinleştirdiği çıkar çatışmaları, şu an için süper güçler arasında bir diyalog beklentisinden daha fazlasını sunmuyor. Gelecek 4 yılda Yeni Soğuk Savaş’ın tarafları arasında başlatılacak diyalog ile tesis edilecek güven artırıcı önlemler bir ihtimal Biden’ın ardından seçilecek ABD Başkanı’nın görev süresinde tansiyonu tam anlamıyla düşürebilir. Ancak Obama döneminden başlayarak Trump döneminde artan baskının sürmesi halinde Hint-Pasifik bölgesi ile Karadeniz çevresinde belki de Baltıklar’da daha sert askeri karşılaşmaların yaşanmasının kaçınılmazlığını kabul etmek gerekecek.
MEHMET A. KANCI - GAZETECİ