Türkiye 12 Haziran seçimlerine en çok 'Yeni Türkiye' vurgusu ile girdi. AK Parti'nin seçim sürecinde açıkladığı yatırım projelerinin dışında en önemli konu 'Yeni Anayasa' idi. Yeni anayasa, bir taraftan Kürt sorununun çözülmesinde diğer taraftan da toplumsal çatışmaların en aza indirilmesi konusunda en büyük şans.
AK Parti'nin 9 yıla yaklaşan iktidarını kabaca değerlendirdiğimizde iki dönem olarak okuyabiliriz. 2002'den başlayıp 2005 yılına kadar olan dönem bir demokratikleşme ve sivilleşme dönemi, sonraki dönem ise atalet dönemi. Ama her iki dönemde de olan ekonomik gelişme ve büyüme. İlk dönemde başta temel hak ve özgürlükleri genişleyen, AB sürecinde müzakereleri başlatan bir Türkiye perspektifi ortaya konuldu. Ancak bu tarihten sonra başlayan ikinci dönemde temel hak ve özgürlükler konusunda durağan bir AK Parti çıktı karşımıza. Örgütlenme, ifade ve vicdan özgürlüğü konusunda önceki döneme kıyasla daha ataletli bir parti. İki dönem arasında, hak ve özgürlükler konusundaki farklılığın nedenleri olabilir ancak nedenlerin hiç birisi mazeret olamaz.
2006'dan itibaren başlayan Cumhurbaşkanlığı seçim tartışmalarını 2007'nin başında Hrant Dink'in öldürülmesi izledi. Ardından 27 Nisan e-muhtırası, 367 krizi patlayınca 22 Temmuz seçimleri geldi. Seçimlerde %47 oy alan AK Parti, güven tazelemiş olarak yeniden iktidar oldu. AK Parti'den demokrasi adımları beklerken 2008'in başında kapatma davası geldi. Kapatma davasına en önemli gerekçe 'yeni anayasa' tartışmaları sırasında atılan 'başörtüsü adımı' oldu. Meclis'te 411 milletvekilinin oyu ile kabul edilen, başörtülü öğrencilerin üniversiteye girmelerini sağlayan düzenleme, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Dava sonuncunda AK Parti'yi kapatacak gerekli çoğunluk (7 oy) sağlanamadığı için (6 kapatma-5 kapatmama) kapatılmadı fakat 2006'dan 2008'in sonuna kadar Türkiye'nin demokratikleşmesi konusunda hiçbir somut adım da at(a)madı. Elbette hiçbir mazereti siyaseten kabul etmek mümkün değil. 2009'dan itibaren başlattığı bir dizi açılım Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından önemli olsa da, devamlarının gelmemesi bu açılımların en önemli sorunu oldu.
13 Haziran 2011'den itibaren yeni bir dönem başladı. Seçimler, yüksek katılım (%87) ve yüksek temsil (%95) açısından da bir avantaj. Bundan sonra uzlaşma çerçevesinde yeni Türkiye'ye giden yolda ilerlemek tek seçenek. Çünkü AK Parti seçimlerde %50 alarak aslında kendisini bağlamıştır. Toplum AK Parti'ye sorumluluk vermiştir ve AK Parti'nin bundan kaçma, mazeret üretme şansı yoktur. AK Parti yeni anayasa için, Kürt sorununun çözümü için, demokratikleşme için, uzlaşma için halka gitmiş ve halktan o yetkiyi almıştır. AK Parti için bunlardan kaçış yoktur.
AK Parti, seçimden önce verdiği sözleri başbakanın 'ustalık kabinesi' ile yerine getirecek. Seçimlerden önce yapısını değiştirdiği bakanlar kurulunu başbakan kendi inisiyatifiyle kurdu.
Bunu seçilen isimlerden okuyabiliyoruz. Kabinede üç farklı grup var.
Yeniler; yeni kabinede 6 isim ilk kez bakanlık yapıyor. Bunlar İdris Naim Şahin, Erdoğan Bayraktar, İsmet Yılmaz, Fatma Şahin, Bekir Bozdağ ve Suat Kılıç. Bu 6 isme bakıldığında 60. Hükümet döneminde Başbakan'la yakın çalışmış, hem partiyi hem de yapıyı iyi bilen insanlar olduklarını görüyoruz. Bekir Bozdağ ve Suat Kılıç Grup Başkan vekili, Fatma Şahin Kadın Kolları Başkanı, Erdoğan Bayraktar TOKİ Başkanı gibi.
Deneyimliler; 60. hükümette başarılı hizmette bulunan Bülent Arınç, Binali Yıldırım, Egemen Bağış, Faruk Çelik, Zafer Çağlayan, Hayati Yazıcı ve Ertuğrul Günay, Recep Akdağ 61. Hükümet'te de yerlerini korudular. Bu isimler hem konumları hem de sorumlu oldukları bakanlıklar açısından önemli görevlerde bulundular.
Ve son grup da teknik uzmanlardan oluşuyor. Özellikle ekonomiden sorumlu bakanların görevlerinde kalması, sağlık bakanının yerini koruması gibi.
Elbette yeni hükümette en önemli fonksiyonlardan birisi de başbakan yardımcılarıdır. 60. Hükümet'te İçişleri Bakanı olan ve demokratik açılımdan sorumlu Beşir Atalay bu kez başbakan yardımcısı olarak benzer bir görevi sürdürecek. Başta Kürt sorunu olmak üzere, temel sorunların çözülmesinde kritik görevde. Açılımların tek merkezden idaresi açısından bu düzenleme önemli. Partinin güçlü ismi Bülent Arınç'ın hükümet sözcüsü olması önemli. Bir diğer önemli isim ise kabinenin genç bakanlarından Ali Babacan. Türkiye'nin son yıllarda elde ettiği ekonomik iyileşmede önemli rolleri üstlenmiş olan Ali Babacan'ın yeni konumu AK Parti'nin bu alana verdiği önemin bir göstergesi.
Kabinenin bir diğer önemli özelliği teknik bilgi, beceri ve deneyim gerektiren bakanlıklara, konusunda uzman milletvekillerinin getirilmiş olması. Ulaştırma Bakanlığına Binali Yıldırım'ın, yeni dönemde daha çok sorumluluk düşecek AB ile ilişkilerle sorumlu AB Bakanlığı'na Egemen Bağış'ın, Dışişleri Bakanlığı'na Ahmet Davutoğlu'nun, Adalet Bakanlığı'na da Sadullah Ergin'in atanması gibi. Bu bakanlıklardan önemli biri daha var ki, başına yeni bir milletvekili getirildi. Yeni adıyla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na getirilen Erdoğan Bayraktar'ı TOKİ'deki performansı ile biliyoruz. TOKİ, mimari açıdan projeleri çok eleştirilse de özellikle orta sınıfın ev sahibi olmasında çok önemli bir işlev yüklendi. 9 yıllık süreçte 500 bin aile TOKİ'den ev sahibi oldu. AK Parti'nin seçim öncesi açıkladığı yatırım projelerini (İstanbul, İzmir, Ankara, Diyarbakır vs.) gerçekleştirmek için Erdoğan Bayraktar'ı bu göreve getirmesi isabetli bir seçimdir.
Elbette hükümetteki her ismi ayrı ayrı değerlendirmek mümkün lakin şu bir gerçek ki, 61. Hükümet sonuç odaklı ve iz bırakmayı he-defleyen bir hükümet. Seçilen isimler, görevleri ve yapısı açısından teknokrat yönü ağır basan bir 'ustalık kabinesi' adının hakkını veriyor.
Ustalık kabinesinin hedeflediği reformları Başbakan hükümet programı ile açıkladı. Mecliste kısa özeti okunan program 155 sayfa. Ve özet olarak demokratik ve özgürlükçü bir program izlenimi veriyor. Seçimlerde olduğu gibi 2023 vurgusunun sıkça öne çıktığı programda Türkiye'nin deli gömleği olan '1982 Anayasası'nın değiştirilmesi' sözü oldukça önemli. Ki bu söz seçim meydanlarında da verildi. Yine, Kürt sorununun asimilasyon olmadan çözülmesi ve tüm farklılıkların özgürce kendilerini ifade edebilmesi gibi özgürlük adımları ortaya çıkıyor. Ekonomide büyüme ve istikrarın sürdürülmesi, yatırımlarla işsizliğin azaltılması ve gelir dağılımdaki adaletsizliğin azaltılması programda yer alıyor.
Elbette bu 155 sayfalık rapora farklı noktalardan yaklaşılarak eksiklikler ve eleştiri noktaları bulmak mümkün. Ancak belki eleştiriyi şu küçük yerden yapmak mümkün olabilir; ekonomik büyüme ve gelişme sağlanırken, toplumsal özgürlükler, ifade, vicdan ve örgütlenme özgürlüğü ne kadar sağlanacak? Bu ikisi arasında nasıl bir ilişki olacak?
Çünkü 2002-2011 arasında ekonomik alanlarda liberalleşme ve özgürleşme adımları kesintisiz devam ederken; yukarıda ifade ettiğimiz gibi hak ve özgürlüklerin genişlemesi, örgütlenme ve ifade özgürlüğünde aynı şekilde bir performans göremedik. Bu dönemde, örneğin, yeni anayasa yapımında zorluk çıktığında, temel hak ve özgürlüklerin genişlemesi, ifade ve örgütlenme özgürlüğü ne olacaktır? 2010 yılında sendikal alanda gerçekleşen göreli iyileşme devam edecek midir? Sendikalılaşmanın önündeki yasal ve bürokratik engeller kaldırılacak mıdır? Bunlar temel sorunlardır.
AK Parti'nin 9 yıllık iktidarında ekonomik büyüme ve serbestlik dikkat çekici olsa da özellikle gelir dağılımında adalet, işsizlik gibi yapısal konularda programda yer alan projeler bir an önce hayata geçirilmelidir.
Bugün gelir dağılımındaki adaletsizliğe dikkat çekmek gerekiyor. Türkiye ekonomik olarak büyürken, büyümenin toplumsal kesimler arasında adaletli biçimde dağılması da çok çok önemlidir. Zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olduğu bir ekonomik büyüme, sonuç olarak toplum içten içe yiyen bir kurda benzer. Aynı şekilde ekonomik büyümeye paralel biçimde düşmeyen işsizlik konusunda hükümet programında yer alan ve İşsizliği kalıcı bir şekilde çözmeyi amaçlayan 'Ulusal İstihdam Stratejisi' ifade edildiği gibi 2012 sonundan önce hayata geçirilmelidir. Programda İşkur'un daha etkili kullanılması da önemlidir. Bu konuda özellikle ara eleman konusunda sanayi ile eğitim arasında mutlaka eşgüdüm sağlanarak ara eleman ihtiyacının orta vadede giderilmesi konusunda adımlar atılmalıdır.
Bu hükümet programında temel hak ve özgürlükler, sivilleşme ve demokratikleşmenin salt anayasa çerçevesinde kalması eksikliktir. Sonuçta anayasa yapımının, hiç sorun çıkmasa dahi, bir süreç olduğunu düşündüğünüzde; temel hak ve özgülükleri, demokratikleşmeyi yeni anayasaya bağlamak sağlıklı değildir. Anayasa yapılana kadar sivilleşme yolunda da adımlar atılmaya devam edilmelidir. Açılımlar, Siyasi Partiler Kanunu, Milletvekili Seçim Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, Sendikalar Yasası gibi temel hak ve özgürlükleri sınırlayan her türlü yasada iyileştirilmeler yapılmalıdır.
Eğer 61. Hükümet yalnızca ekonomik yatırım ve kalkınmayı sürdürürse, toplumsal barış ortamının tesis edilememesi bu ekonomik gelişmişliğin yarattığı faydanın marjinal kalmasına yol açar.
Bu yüzden AK Parti ve 61. Hükümet'e düşen, hükümet programında dile getirilen hak ve özgürlüklerin, vicdan ve ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü gibi temel hakların gerçekleşmesini salt anayasaya bağlamamaktır.