Yahudilerin peygamber değil kral olarak kabul ettikleriHz. Süleyman’ın (a.s.) MÖ. 10. yüzyılın ikinci çeyreğinde lider olduğu, gösterişli yeni evlerle süsleyip dayanıklı surlarla korumaya aldığı Kudüs’ü merkez edinerek İran-Mısır ve Yemen arasındaki geniş coğrafi sahaya hükmettiği, Siyon ve Sahre dağında kendi adıyla anılan birer saray ve mabet yaptırdığı ve namının da hükümdarlığından çok bu iki eserle yürüdüğü rivayet edilir.Onun hakkında Kur’an’dan “Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye
Onun hakkında Kur’an’dan “Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin.” mealindeki duasının kabul edildiğini ve “Böylece” Allah’tan bir vergi olarak, “hesaba vurmaksızın” sevk ve idarelerinin onun tasarrufuna sunulmuş olarak, emrettiği yöne yumuşaklıkla esecek şekilde rüzgarın buyruğuna verildiğini, kuş dilinin ona açık edildiğini; şeytanların; bina ustalarıyla, dalgıç olanın; (kötülük yapmamaları için) sağlam kementlerle birbirine bağlanmış” diğerlerinin onun hükmüne tabi kılındıklarını… öğreniriz.
Aynı zamanda bu nimetlerle imtihan da edilen Hz. Süleyman’ın “Şüphesiz, onun Bizim Katımız’da gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir yeri vardır.” (Sad Suresi, 40) İlahi hitabının muhatabı olarak, imtihanını da güzelce verdiği, yine Kur’an’dan öğrendiğimiz bir diğer husustur.
Bu sebeple Hz. Süleyman, nefsi yönünden gururu çok az da olsa tattığı an’larda hem bizzat Allah katından hem de emrine verilen mezkur güçlerin özlerindeki uyarıcılık özelliğinden dolayı sürçmelerden korunmuştur. Bunun bir örneğini Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât’ında şöyle verilmiştir:
“Bir rivayette, Hz. Süleyman’ın bir gün mülküne itibar vererek onu düşündüğü aktarılır. Bunun üzerine rüzgâr oturduğu yere doğru yönelmiş, Süleyman da ona şöyle demiş: ‘Doğrul.’ Rüzgâr ise: ‘Sen doğrul. Sen kalbin ile istiva üzere olursan ben seninle istiva üzere olurum. Sen eğilirsen, ben eğilmiş olurum.’ diye cevap vermiş.”
Kur’an’da “İsrailoğulları’na Kitap’ta yargıda bulunduk: ‘Siz kesinlikle iki kez yeryüzünde fesat çıkaracaksınız (letufsidunne) ve kibirlenip böbürleneceksiniz (veletea’lunne uluvven). Birincisinin zamanı gelince çok güçlü kullarımızı (lena uli be’sin şedidin) üzerinize gönderdik. Yurtlarının içlerine kadar girdiler, işgal ettiler. Böylece yapılan uyarı gerçekleşmiş oldu.” (İsra 17:4-5) mealindeki ayetlerle bize iletilen bu haberde fesat ve kibirlenme kelimeleriyle güçlü kullarımız terkibi öne çıkmaktadır.
Burada asıl ilginç olan ayetteki yeriyle Yahudilerden kaynaklanan bu güç zehirlenmesinin şu yaşadığımız zamanda da yine öncelikle Yahudilere nispet edilebilmesidir.
İngiltere tarafından 1917’den itibaren üs oluşturma maksadıyla Filistin’de toplanan Yahudilerin, kağıt üstündeki devlet vasfıyla işgallerini sürekli olarak artırmaları; şimdi ABD’nin koruması altında onun verdiği en gelişmiş en güçlü silahlarla, ceplerinde bir çakı dahi bulunmayan insanları en vahşi şekilde öldürmeleri, mallarına ve topraklarına silah zoruyla el koymaları, evlerinden sürgün etmeleri, süremediklerini ise hapishanelerde yaşamaya mahkum kılmaları… aşırı korkularının da beslediği bir güç zehirlenmesi olarak, gündelik bir tablo halinde yine onları işaret etmektedir.
Yahudilerin güçlülere dayalı olan bu güç zehirlenmesinin, bir başka güçlü tarafından yok edilmesi ise onların kavmî bir kaderidir.
İnsanlığın beklentisi, Allah’a duaları da bu hakikat yönündedir.