15 Temmuz gecesi nerede, neler gördüm, ne yaşadım…

04:0015/07/2018, الأحد
G: 15/07/2018, الأحد
Merve Şebnem Oruç

İki yıl oldu… Sıcak, sakin, sıradan bir yaz günü gibi başlayan 15 Temmuz 2016 gününün önce cehenneme, sonra zafere dönüşünün üstünden iki yıl geçti.Zaman zaman parça parça alıntıladığım o gecenin bendeki hikâyesini yazılarıma hiç taşımadım. Tüyleri diken diken eden yüzlerce insan hikâyesi dinledim; duyduğumda gözyaşlarımı tutamadığım binlerce detay vardı Muğla’dan Cizre’ye, Ankara’dan İstanbul’a her yerde. Bir bütün olarak 15 Temmuz ise, tarihten kopup modern çağa konmuş bir kahramanlık hikâyesiydi.

İki yıl oldu… Sıcak, sakin, sıradan bir yaz günü gibi başlayan 15 Temmuz 2016 gününün önce cehenneme, sonra zafere dönüşünün üstünden iki yıl geçti.



Zaman zaman parça parça alıntıladığım o gecenin bendeki hikâyesini yazılarıma hiç taşımadım. Tüyleri diken diken eden yüzlerce insan hikâyesi dinledim; duyduğumda gözyaşlarımı tutamadığım binlerce detay vardı Muğla’dan Cizre’ye, Ankara’dan İstanbul’a her yerde. Bir bütün olarak 15 Temmuz ise, tarihten kopup modern çağa konmuş bir kahramanlık hikâyesiydi. Anlatacak, konuşacak onca şey varken, kendi hikâyemin üzerine pek de düşünmedim bile. Başkaları konuştu, bazen hak etmediğim kadar iyi şeyler söylendi, bazen hakka girecek kadar kötü... Cevap vermedim.

Ne o gece olanlar ne kendi yaşadıklarım ve şahit olduklarım, ne de hissettiklerim bir köşe yazısına sığmaz ama bugün anlatmaya çalışacağım.

Akşam namazı sonrası İHH Başkanı Bülent Yıldırım, Avukat Cihat Gökdemir ve birkaç arkadaşımızla İstanbul Fatih’te Vatan Caddesi’nde yakın bir çay bahçesinde sohbet ediyorduk. Cihat abi, Beylerbeyi Sarayı’nın önünde bir grup askerin, oradaki polislerin silahlarını aldığı haberini görmüş, bize de göstermişti. Ardından Türk hava sahasının askeri trafiğe kapatıldığı yönünde bir iddia atıldı birkaç hesap tarafından. Sosyal medyada garip haberler birbirini takip edince, ne olup bittiğini öğrenebilmek için kaynaklarımızı, kontaklarımızı aramaya başladık. Kimse bir şey bilmiyordu, ya terör saldırısı deniyordu ya da... Kimse o ihtimali dile getirmek bile istemiyordu.

Başbakan Binali Yıldırım’ın açık televizyon ekranından gelen “bir kalkışma var” sözlerini, çay bahçesine kan ter içinde koşarak giren çocukların sesleri bastırdı: “Vatan’a tanklar geldi!” Twitter’a “Sizden korkan sizin gibi olsun alçak köpekler,” diye yazdığımı, Lüleburgaz’da yaşayan ailemi arayıp helalleştiğimi hatırlıyorum o an. 80 darbesinde henüz bebektim. Yakından bildiğimiz son kalkışma, televizyonlardan canlı izlediğimiz Mısır darbesiydi; nasıl sonuçlandığı hala hatırımızdaydı. Galiba o yüzden, darbenin olduğunu, onların kazandığını düşündüm o an; ölecektik o gece.

Bülent abi, yanımızdaki kadın ve çocukları eve gönderirken bana da ısrar etti: “Merve, çok tehlikeli; sen de bizim eve git.” Duymazdan gelerek caddeye yürüyor, yavaşlayan internete VPN’le bağlanmaya çalışıyordum. Kalkışma kadar ağırıma giden yabancı medyanın Türkiye’de olanlara askeri darbe demesiydi. Henüz hiçbir şey bilmiyordum ama emindim, bu FETÖ’cülerin işiydi. Yurt dışındaki bir arkadaşımı arayıp “İnternet gidiyor, biz yazamazsak siz yazın; bu askeri darbe değil, FETÖ’cü darbesi. Bu yalanı durdurun,” diyerek kapattığımda caddeye varmıştım.

Karşımda sıra halinde 6-7 tank vardı. O görüntü karşısında ellerimin, ayaklarımın, yüreğimin titrediğini hatırlıyorum. Saat gece yarısına yaklaşıyordu, caddede henüz 40-50 kişi vardı, tankların üstünden, yaklaşmaya yeltenenleri caydırmak için ateş ediliyordu. Bir fotoğraf çektim, bir adım attım; bir fotoğraf daha çektim, biraz daha yaklaştım. Çektiğim fotoğrafları Twitter’da paylaşmaya başladığımda ilk yazılanların küfür ve hakaretler eşliğinde “Neden yalan söylüyorsun? Mısır’dan bu fotoğraflar...” gibi şeyler olması yüreğimi burktu.

Olanların İstanbul’da yaşandığını göstermek için video kaydetmeye başladım. Belki Türkçe sesleri duyarlarsa gerçek olduğuna inanırlardı.

En öndeki tankın önüne gittiğimde korkum yok olmuştu; bizim sokaklarımıza, caddelerimize çökmüş karanlığın bizi öldürmekle tehdit etmesine duyduğum öfke içime sığmıyordu, dışarıda olan bitene sağır olup evlerinden “Bu bir tiyatro!” diye yazanların verdiği acı, kalan her duyguyu bastırmıştı.

Bir yandan çektiğim görüntüleri yayınlamak isteyen yabancı medya kuruluşlarına cevap vermeye ve yeni paylaşımlarla oradaki direnişi takipçilerime aktarmaya çalışırken, diğer yandan tankın üstünden kalabalığa ateş eden üniformalı askeri izliyordum. Ertesi gün öğrendim, meğer o adam bir asker bile değil, 17-25 Aralık sonrası görevden alınan eski FETÖ’cü polis Mithat Aynacı’ymış. Silahına davranmadığı zamanlarda telefonuna bakan en rütbeli görünümlü Aynacı ve diğerlerine karşı kalabalıkla beraber “Defolun,” diye haykırıyordum ama içimden umutsuzca “Gitmeyecekler, kesin takviye istiyor, daha da kalabalık gelecekler,” diye düşünüyordum.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın CNNTürk’e bağlanıp halkı meydanlara çağırdığını öğrenmemle arkamı dönüp kalabalığın giderek büyüdüğünü görmem bir oldu. O anda cesaretim arttı, umudum kabardı; “Belki de bu işi çevirebiliriz” diye düşündüm. Vatan’daki tüm tankların içindeki FETÖ’cüler emniyet mensuplarının da yardımıyla etkisiz hale getirilince hissettiğim sevinç kısa sürecekti; kalabalıktan Boğaz Köprüsü ve Saraçhane Meydanı’nda çok şehit olduğunu duydum. En hızlı ulaşabileceğimiz yer Saraçhane’ydi; saat 02.30 gibi ilk ulaşabildiğimiz arabayla oraya doğru sürdük. Fatih Camisine gelebildiğimizde tepemizde uçan jetler ve gerçek sandığımız ses bombaları en kötüsünün şimdi başladığını hissettiriyordu. Meydana yürürken sağa sola kaçışan insanların “Gitmeyin, orası kan gölü...” dediğini hatırlıyorum.

Meydana ulaştığımızda karanlığın içinden yükselen aralıksız silah seslerine, itfaiye sirenleri ve sala sesleri karışıyordu. Ve sağımızdan solumuzdan geçen insanların taşıdığı yaralılar... “Bu bir darbe değil, işgal...” diye düşündüm; sanki düşman askeri İstanbul’u işgal etmiş gibiydi. Son videomu paylaşırken son bir kez daha telefonum çaldı. Kim bilir hangi ülkeden hangi Türkiye sevdalısı, dua ettiğini söylemek için arıyordu bu kez... Açamadım, şarjım bitti. “Herhalde bu meydanda öleceğim,” diye mırıldandığımı ama siyah ve beyazın birbirinden tamamen ayrıldığı o gecede kalbimin hayatımda hiçbir zaman olmadığı kadar huzurlu ve rahat olduğunu hatırlıyorum.

Sabaha karşı önce gazetem Yeni Şafak’a, ardından da hala işgal altında olan TRT’nin Ulus’taki binasına gittim. Çay ve akşam sohbeti için çıktığım evime sabah 10.00’da dönmüştüm. Geride kalan son gücümle anahtarı çevirdim, içeri girdim ve eşiğe çöktüm. Neler olmuştu öyle... Nasıl bir geceydi öyle... Saatlerce ağladım, ağladım, ağladım.

#15 Temmuz
#FETÖ