Kültür ve medeniyet bakanlığı derken...

04:0014/11/2015, Saturday
G: 13/09/2019, Friday
Leyla İpekçi

'Evrensel / ilahi' değerlerle yoğrularak vücuda geldiği için her daim diri olan kadim geleneklerde icra edilen sanat eserlerini düşünün. İslam'ın iç yüzünde asırlar boyu her seveniyle biraz daha kemale ermiş binlerce tevhid eseri nefes alıp veriyor bu şekilde.Zamanın kriterlerine, akımlarına, anlayış, algı, eda, üslup veya ifade tarzlarına hitap ederken bugünün sesiyle onları 'öz değerlerimiz' diyerek canlandırmayı neden arzu ediyoruz? Sahih bir sanat ve güzellik / estetik anlayışının neresindeyiz?

'Evrensel / ilahi' değerlerle yoğrularak vücuda geldiği için her daim diri olan kadim geleneklerde icra edilen sanat eserlerini düşünün. İslam'ın iç yüzünde asırlar boyu her seveniyle biraz daha kemale ermiş binlerce tevhid eseri nefes alıp veriyor bu şekilde.

Zamanın kriterlerine, akımlarına, anlayış, algı, eda, üslup veya ifade tarzlarına hitap ederken bugünün sesiyle onları 'öz değerlerimiz' diyerek canlandırmayı neden arzu ediyoruz? Sahih bir sanat ve güzellik / estetik anlayışının neresindeyiz? Bu anlayışımıza uygun bir arz talep dengesini sivil toplumda veya resmi kurumlarda oluşturabiliyor muyuz?

Birikim, donanım, yetkin bir zevk derken... Kültür ve sanatın nefsimizi beslemesinden ziyade ruhumuza miraç ettirmesini bekliyorsak... Bir Yunus şiirinin evrensel manasını bugünün sesiyle yeniden işitecek bir gönül genişliğine ulaşma niyeti gerek öncelikle bizlere. Bunun için de acilen bu tip sahih niyetlerin kurumsallaşması gerek.

Kültür ve Turizm Bakanlığı bu çabanın neresinde durmalı ve devletin imkanlarını kullanarak nasıl bir seferberlik ateşi yakılabilir, bu soruları bir kez daha yeni bir dönemin başlangıcında sormalıyız. Yakın dönemde görev almış resmi danışman ve müsteşarlara dair yapılan bitip tükenmez eleştirilerden yapıcı çözüm önerilerine geçebilmemiz gerekiyor bir an önce.

Resmi sanat ve kültür kurumları bugün Türkiye'de veya bu geniş coğrafyada yaşayan halklara küresel ölçekte hangi evrensel / ilahi sanatların yankısını sunuyor? Türk TV dizileri bu yakın coğrafyada ilk akla gelenler kuşkusuz. Bu da ayrı bir tartışma. Başka? Sözgelimi bir hat veya tezhip sanatından, 'hu şiirlerinden' ya da sinemadan veya belgesellerden bugün ve burada ne bekliyor devletin kurumları? Biz ne bekliyoruz? Neyi buluyor ve bulmayı umuyoruz?

Bir önceki yazımda muhafazakar kesimdeki (Bkz: Kültürel birikimi çoğaltmadan kültürel iktidarı hedeflerseniz) “onlar yeterince sömürdü, artık sıra bizde” yaklaşımından dem vurmuştum. Gerek yönetici kadroda gerek sivil toplumda az ya da çok hakim olan bu yaklaşımla baktığınızda adalet duygusu zedeleniyor ve gerçek anlamda donanımlı olanları, işin ehlini, erbabını, işini hakkıyla ve gönülle icra edenlerini bulmanız zora giriyor. Dahası, kültür ve sanat eserlerini hakkıyla değerlendirecek bir birikime veya zevke de hiçbir zaman erişemiyorsunuz.

Şunu da söylemek zorundayım ki, birikimini Batılı değerler üzerinden kuran laik sol kesim din korkusu nedeniyle koskoca aşk ve irfan külliyatını büyük ölçüde es geçti. Fakat bir kültürü her şeyiyle zevk etmeyi öğrenmiş olduğu için bu özelliğini çoğulcu medeniyet kodlarını oluştururken bir avantaj olarak görmek gerekiyor. Üstten inmecilikten hep birlikte çok çektik. Hiçbir kesimin zevki hakir görülerek, hiçbir biçimde dışlanmamalı.

Sol laik kesimde bir süre evvel ivme kazanan bir çağdaş akım var. Batılı üslup ve ifadelerin temeline kendi kültürel kodlarını yerleştirerek daha iç içe bir terkip elde etmeye yönelik eserler uluslararası arenada da ilgiyle karşılanıyor. 'İçeriden' bakanlarsa doğal olarak bu harmanlamayı maneviyatı sanata malzeme etmek olarak görüyor ve bu yaklaşımın tevhid sanatına hakiki bir nefes sunamadığından dem vuruyorlar.

Nihayetinde sanatçılar icra ederek yaklaşıyor gerçeğe. 'Tamamlanmış' bir eser ve zevk de söz konusu değil. Bu açıdan elbette farklı yaklaşımları kuşatacak, hepsine olanak tanıyacak kurumsallaşmış bir yaklaşım çok daha dinamik bir arayışı temsil eder ve yetkin kriterleri oluşturmamıza yarar. Sahih niyetli olanlarla olmayanlar kendiliğinden ayrışacaktır. Elbette her esere eşit olanak tanınmasından bahsetmiyorum. Sanatta eşitlik olmaz. Bunun da kriterlerini hakkıyla belirlemek gerekiyor.

Geçen yazımı Erol Erdoğan'ın bir önerisiyle bitirmiştim: “Bakanlığın adı Kültür ve Medeniyet Bakanlığı olarak değişsin!” Bu gayet iddialı medeniyet lafının “dindar nesil yetiştireceğiz” söylemini laik çevrelerde olumsuz yönde pekiştirdiğini gayet iyi bildiğimden: Bu kavramın içini ancak çoğulcu ve kuşatıcı bir anlamla doldurulmak suretiyle esas işlevine kavuşturulacağına inanıyorum.

Medeniyet ve Kültür bakanlığı diyorsak sanatta ve toplumsal hayatta güzelin ölçülerini belirlerken sanatı kategorize etmekten kaçınmalı, edebin ve üslubun belirlediği ilhamı hangi kaynaklardan çektiğimize dair çok daha 'içeriden' bilgilendirici seminerler, kurslar, atölye çalışmaları, interaktif yöntemler kullanılmalı ve taliplere zevk ederek eğitim almasının olanakları sunulmalı. Yine her kesim için.

Bugüne dek genç Türkiye devletinin kültür ve sanatta tepeden inmeci ve tektip bir kültürü empoze edici yaklaşımı özgün sanat ve medeniyet tahayyülümüze büyük ölçüde ket vurdu. Mimari zevkimizden musikiye edebiyata dek; 'harikulelikler'in rüyasını görmeyi unutturdu bize.

Şimdiki geçici hükümetin Kültür Bakanı Yalçın Topçu'nun söylediği gibi “kültür bir milletin hayatını oluşturuyor: “Medeniyetimiz ve dünyayla ilgili olarak da kültür değerleri üzerine kafa yormamız ve hayatımıza geçirmemiz lazım” diyen Topçu şunun da altını çiziyor: “Kadim medeniyetler üzerinde oturan bir ülkeyiz ama kültür varlıklarımızın neden küresel marka olamadığını ele almalıyız.”

Haksız mı? Klasiklerimizi dünyaya daha yeni neşredebiliyoruz. O da küresel ölçekte değil henüz. Çocuk edebiyatında da durum farksız. Daha yeni yeni birkaç adım atılsa da gerçek anlamda çocukların kahramanı olacak yerli / evrensel bir model üretmiş değiliz ve tüm dünya çocuklarına hitap edecek düzeyin çok altındayız.

Cumhurbaşkanımızın deyişiyle Dede Efendiyi de, Mozart'ı da seven kuşaklar istiyoruz. Gelgelelim yeni kuşaklar gerek dünyadan gerek geleneğimizden o kadar uzaklar ki. Sözgelimi edebiyatın haslarını dahi okuma gereği duymadan romancı olma yolundalar. Sinema bölümlerinden mezun olanlar senarist veya yönetmen olduklarını düşünerek işe yönetmen olarak başlamaya kalkıyorlar vesaire. Kalifiye uzmanlar yetiştirecek -devlet destekli de olabilir- uluslararası enstitülerimiz pek yok. Ardı ardına açılan üniversitelerde işin ehli sadece teorisyen değil, pratikte de sözlerini hayata geçirebilmiş nitelikli ve donanımlı uzmanlara acilen ihtiyaç var.

Her devirde farklı bir esintisiyle, zamanın sesiyle, tınısıyla yeniden yorumlanan tevhid sanatına döneyim. Başladığım yere. Evet bugünün gündelik somut dünyasında, çağdaş kültür sanat anlayışında bize bu tarz bir maneviyat ne söylüyor? Bu yönde bir kurumsallaşma olmalı mı? Nasıl olmalı? Bu sorular eşiğinde Kültür ve Medeniyet Bakanlığı için daha pek çok öneri yapılabilir kuşkusuz. Sonraki yazımda devam edeyim inşallah.
#Erol Erdoğan
#tevhid
#Yalçın Topçu