Gerçek daima gördüğümüzden daha fazladır!

04:005/12/2024, Perşembe
G: 5/12/2024, Perşembe
Gökhan Özcan

Gerçeği baktıkları yerden gördüklerinden ibaret bir şey sanıyoruz genellikle. Daha kestirmeden söylersek, tabiatı icabı sınırlı görüş açımızın her şeyi görmeye yettiğine inanıyoruz çoğumuz. Oysa gerçeği bütünüyle görecek kabiliyetten yoksunuz. Başkalarının başka bakma açıları var ve ‘şeyler’ onların baktıkları açılardan bizim gördüğümüzden daha başka görünebiliyor. Bu farklılıklar, anlamı genişletiyor aslında. Buna açık olmak gerekiyor, bu gerekli. Bizim gördüğümüzden başka şeyler görenleri, başka

Gerçeği baktıkları yerden gördüklerinden ibaret bir şey sanıyoruz genellikle. Daha kestirmeden söylersek, tabiatı icabı sınırlı görüş açımızın her şeyi görmeye yettiğine inanıyoruz çoğumuz. Oysa gerçeği bütünüyle görecek kabiliyetten yoksunuz. Başkalarının başka bakma açıları var ve ‘şeyler’ onların baktıkları açılardan bizim gördüğümüzden daha başka görünebiliyor. Bu farklılıklar, anlamı genişletiyor aslında. Buna açık olmak gerekiyor, bu gerekli. Bizim gördüğümüzden başka şeyler görenleri, başka şeyler anlayanları kafadan mahkûm etmenin manası yok. Gerçeğin sadece kendi zihnimizde biriktiği zannı, bir tür körleşmeye yol açıyor ve bu devrin insanlarının kahir ekseriyeti bu dertten mustarip.

“Ah, bir öğrenebilseydi insan başkaları hakkında hüküm vermemeyi, keskin ve keyfi düşüncelere kapılmamayı, sırf ebediyen soru olarak kalsın diye kendine yöneltilmiş sorulara cevap vermeye yeltenmeseydi! Her düşüncenin hem yalan hem doğru olduğunu anlayabilseydi! Tek taraflılığıyla, insanın bütün hakikati kavramasının mümkün olamayışıyla yalan; insani esinlenişin bir tarafının ifadesi oluşuyla da doğru. İnsanlar bu ebediyen hareket halinde, sonsuzcasına iç içe geçmiş iyilik ve kötülük kaosu içinde diğerlerinden ayrı bölmeler yarattılar kendilerine, hayali çizgiler çektiler bu denizin üzerine ve şimdi denizin de böyle bölünmesini bekliyorlar” diyor ‘Üç Ölüm’ kitabında Lev Tolstoy.

Bir meseleyle ilgili bilginin tamamına ya da en azından büyük kısmına sahip olmayan herhangi bir kimsenin, bu asal eksikliğe rağmen hüküm vermeye hevesli olması hakkaniyetli olmakta ısrarı olmadığı anlamına gelir. Bu doğrultuda düşünürsek, hakkaniyet ısrarı olmayanın hakikate ulaşmakta başarı şansının çok olmayacağını rahatlıkla görebiliriz. Zamanımızın temel zafiyet noktalarından biri muhtemel ki budur: Herkes elindeki sübjektif malzemeyle kalın hüküm cümleleri kuruyor. Bütün yönlerden göremediği, göremeyeceği halde gerçeğin ne olduğunu bildiğine kanaat getirebiliyor ve bu varsayım üzerinden yargılamalar yürütebiliyor, ceza kesebiliyor, kestiği cezayı dilediğinin boynuna götürüp asabiliyor. Eksik bilgiyle, tabiatı icabı sübjektif malzemeyle ve insani bir kollama, bir hüsnü zan inceliği taşımadan meselenin gördüğü/görebildiği kadarından nihai sonuçlar çıkarabiliyor. Bunu yaparken de bir haksızlık yapıyor olabileceğini, kişi hukukunu zedeliyor olabileceğini aklına getirmiyor.

Aynı kitabında sözlerine şöyle devam ediyor Tolstoy: “Kim tespit edebilir benim için neyin özgürlük, neyin despotluk, neyin uygarlık, neyin barbarlık olduğunu? Ve birinin diğeriyle sınırı nerededir bunların? Ve kimin ruhunda, bu ele avuca sığmaz karmaşıklıktaki olguları ölçmek için şaşmaz bir terazi vardır? Hareketsiz geçmişteki bütün olguları kavrayacak ve onları aydınlatacak kadar büyük bir akıl kimde var? Ve kim iyilik ve kötülüğün yan yana olmadığı bir duruma şahit olmuştur? Ve bunlardan birini diğerinden çok görüyorsam eğer, bu durduğum yerin yanlışlığından değil midir? Ve kim, her şeyden bağımsız olarak bakabilmek için hayata, bir an için olsun zihninde ondan büsbütün kopacak durumda bulunabilir?”

“Belki de kendimizi haklılığımıza inandırabilmek için bu kadar haksıza ihtiyacımız var!” cümlesini not düştü defterine beyaz saçlı adam.

#gerçek
#bilgi
#Gökhan Özcan