Varlığın hakikati aşktır. Talipler aşkı kitaptan değil insandan öğrenir. Bir başka deyişle hakikat kitabı insandan okunur. Çünkü varlığın en kâmil hali insandır. İnsan derken, nefsinin mertebelerinde yükselerek velayet ehli olmuş mürşid-i kâmillerden bahsediyorum. Kuran'ı mushafından okuyarak hatmedenlerden ziyade, bizzat Kuran'la ikiz olanlardan... Onlar Hakkın gözü, dili, eli olmuşlardır.
Hakikat kesintisiz bir zikirse, ehli de daimi olarak mevcuttur. Bazen devir gereği arifler alenileşirler, bazen ise örtülere bürünürler. Allah'ın gizli hazinesi misali, gökkubbesinin altında, tenhalarda, içerilerde bilinmeyen nice evliyası vardır.
En güzel sûrette yaratıldığı buyrulan ve meleklerin secde ettiği Âdem; ki yeryüzü halifesidir, bize burada canlı bir mânâ açmaktadır, tarihi bir kıssadan ziyade.
Bu sebeple Kur'an'la ikiz olanlara 'aşk sözcüsü' muamelesi yapılamaz. Onlarla kurulan ilişki sûrete odaklı, nefsin rızasını hedefleyen kişisel veya bireysel bir ilişki değildir. Mürşid-i hakiki, talipleri kendine çekse de davet etmez. Şeriat için davet illa gerekse de hakikate davet yoktur. Yoksa 'ben mürşidim' diyerek insanları davet eden ve hakikate hizmet yerine kendi nefsine veya cemaatinin nefsine (menfaatine) hizmet ettiren pek çok kişi var etrafta, her zaman da oldu.
Hakikate talip olanlara Musa (as) gibi peygamber dahi olsa, bir Hızır gerekecektir. Gemiyi asasının sivri ucuyla delecek, nefsini boğacak, gizli hazineyi gösterip üzerini örtecek bir mürşid-i hakiki. Evet mürşidin eşliğinde olmazsa, insanın tek başına nefsini terbiye etmesi ve ruha dönüştürmesi mümkün değil. Bu seyr ü süluk bu manevi rehberlerle gerçekleşiyor ancak.
Tapduk Emre, Yunus'un duvarlarını Hızır'ın (as) Hz. Musa'nın gemisini deldiği gibi yıkmış ve Yunus'u yeniden inşa etmiştir. Suya batmayı göze alanlar için kıyısı yoktur artık okyanusun. O yüzden her gördüğünü Hızır bilmek, müthiş bir ipucu sunar arzularına tercüman arayanlar için.
Âşık; insan-ı kâmil olan mürşide intisap etmeden ve nefsini kemâle ulaştırmadan manen ölü kabul edilir. Mürşid-i hakiki'nin hayat bahşeden nefesiyle dirilir. Nefes mürşidin iki dudağı arasında gizli olan ilahi hayat bahşedici sözleri, duası, feyzi ve tabii ki velâyet sırrıdır.
Bu nefes rabıtayla alınır. Manevi silsilenin yaşayanları eliyle Resulullah hakikati üzerinden birbirine bağlanır, gönülden gönle akar, kesintisiz bir nefes / dem olur. Ne kadar idrak varsa, nefes o kadar güçlüdür. Bunun kaynağı ise aşktır. Aşığın ruhu, nefsi, namusu, canı... Maşukundur / mürşidindir artık. Aşık, sevdiğine şirk koşmaz! Nitekim Hz. Ali, Efendisinin döşeğine uzanmış ve öldürülmeyi göze almıştır hicret günü. Hazreti Peygamber de ona kızını vermiştir. Eti etimdir demiştir.
Hz. Peygamberin “beni gören O'nu gördü” buyurmasının anlamını açmaya çalışırken, Hz. Ali'nin “gördüğüm Allah'a inanırım” demesindeki sırrın ucu buradan yakalanabilir. Ne kadar görebiliyorsak, o kadar! Ayetten mülhem; Peygamberler, veliler ve salihler vasıtasıyla Kendine ulaşmak isteyenler için onları vesile kılmıştır Allah (cc). Ki bir adının da 'Veli' olduğundan hareketle, herkesin bu özelliği olduğunu ama ol maşuku görme maharetinin bizlerin idrakine bağlandığını fark etmek gerekiyor.
Yunus Emre'nin hakikat kitabını Tapduk Emre'den okuduğu gibi, Niyazi Mısri, Sinan Ümmi'den, Sinan Ümmi Eroğlu Nuri'den, o Vahap Ümmi'den, o ise Yiğitbaşı Marmaravi'den (ks) okumuştur. Bu şekilde evvelden ahire akar tüm aşıklar silsilesi ve her halkasıyla başı ile sonu birbirine bağlanır. Velhasıl mürşid-i hakiki, Resulullah veçhesinden her devirde yaşamaktadır. Modern zamanların Hak dostlarından Lütfi Filiz şöyle der; “Efendi bir tanedir ve hiç kaybolmaz. O kürsüde daima bir prof bulunur ama bir mürşid gittiğinde başka biri gelir ve dersi vermeye devam eder.” Niyazi Mısri'nin deyişiyle en güzel başlangıçlarla en hayırlı sonları birbirine bağlayan vücuddur.
Abdülkerim Cilî, Resulullah'ın her sûrette bir sûret bulma makamı olduğu için bu haliyle Onun, sûretlerin tümünde tecelli ettiğini belirtir. Onun mânâsının 'zamanın en kâmili' sûretinde görülmesinin anlamını hangi makamda idrak ediyorsa talip, süluk'unda geldiği mertebe odur.
Hz. Peygamber'in (sav) “Allah'ı seviyorsanız bana itaat edin,” buyurmasının ancak onu temsil etme makamına gelmiş kâmillerle mümkün olduğunu fark eder talip. Onların peygamber varisi ve vekilleri olduğunu... Göçmüş Hak erenlerin de elbet canlı söz olduğunu ama aşk için yüz yüze, baş başa, dil dile, diz dize olmak gerektiğini... Çünkü talibin kulaktan, gözden, dilden aşılandığını... Aşk gelmeden (ardından da irfan gelecektir) bu sırrın ucunun açılamayacağını... Mevlana'nın Şems mahlasıyla yazmasının sırrında aşığın isminin maşukun harfleriyle kesintisiz yazılmakta olduğunu...
Toparlayayım. İç yüzüne doğru indikçe her baktığın Hakk yüzü demek için... Tevhid hakikatini mürşidinde, eşyada ve kendinde ispat edebilmek için... Âşık ile maşukun aynı nurdan olduğunu anlamak için... Vahdet denizinin dibindeki inciyi bulan her kim; Yunus olup Tapduk'unu yutmuştur vesselam.