Ancak burada unutulmaması gereken nokta şudur ki; biz Müslümanlar oruç ibadetini sağlığa faydalı olduğu için tutmayız. Oruç tutmamızın tek gerekçesi, bu ibadetin Allah'ın emri olmasıdır. Bununla beraber tuttuğumuz oruçlardan bedenimizin istifade ediyor olması, orucun farz ve yükümlülük gerekçesi bir diğer deyişle "hafifletici sebebi" değildir. Bu yüzden insanın mevcudat içinde en üstün makama sahip olup bu yönüyle de yeryüzünde Cenab-ı Hakk'ın temsilcisi yani eşref-i mahlukat sıfatına nail olması, aklı fazla kutsamak tehlikesini de beraberinde getiriyor.
şöyle der, "Aklımı o kadar genişlettim ki neredeyse kopacaktı. O zaman anladım ki, akıl sınırlıdır. Bir tür cinnet geçirdim ve neredeyse aklımı kaybediyordum. Sonunda Allah Resulünün rahmetine sığındım. Her şey berraklaştı. Sırrı keşfettim ve kurtuldum."
Kur'an'da Akıl- İman İlişkis
i isimli makalesinde "Kur'an aklının", soyut bir akıl veya kendi zatıyla var olan bir cevher olmadığını söyler. Bu yüzden Kur'an, Yunan felsefesindeki anlamıyla aklın ontolojik yapısından farklı olarak onun epistemolojik yönüne önem verir. Bundan dolayı Kur'an'da aklın kendisi değil, onun yansıması olan eylem ve davranışlar bilgi konusudur. Böyle olunca da aklın ne olduğundan ziyade onun görev ve işlevinin neler olduğu konusu daha çok önem arz etmektedir. Kur'an'da “akletmek", salt zihinsel bir faaliyet olmayıp aksine onun, daha çok faal kalbin bir işlevi olduğu da görülecektir.
göre, iman ve inkârın merkezi olan kalbin en önemli işlevsel özelliklerinden biri şüphesiz akletmektir, düşünmektir. Dolayısıyla onun görevi derinlemesine düşünmek, olayların önünü ve arkasını görmek; onların sebep ve hikmetini anlamaktır. Çünkü gerçekte sahih ve sağlam bir imana ancak sağlam bir akletme sonucu ulaşılabilir. Bütün akıl yürütme biçimleri kalp ile ilişkilendirildiğine ve söz konusu bu faaliyetler, aynı zamanda aklın birer eylemi olduğuna göre, buradan da anlaşılmaktadır ki, imanın merkezi sayılan kalbin akıl ile önemli bir ilişkisi vardır.