Bir insanın yapmış olduğu hareketi başkalarının gözüne girmek için yapmasına riya ve gösteriş denmektedir. Bu şekildeki davranışlarda doğallık yoktur, ikiyüzlülük ve yapmacıklık vardır. Kişinin kendisiyle ve toplumla çelişik yaşaması, iki farklı şahsiyet sergilemesi söz konusudur. Böylesi davranışları benimseyenler kendileriyle, çevreleriyle, en önemlisi de Allah’la barışık değillerdir, devamlı bir ikilem içindedirler, huzursuzdurlar. Toplumun önündeyken farklıdırlar, yalnız kaldıklarında ise bambaşka bir şahsiyet olur çıkarlar.
Bireylerin farklı kimlikler sergilemelerinin kökenleri onların çocukluk dönemlerine kadar iner. Çocuklar, aile içinde karşılaştıkları baskı ve şiddet nedeniyle ebeveynlerinin yanında farklı, yalnız kaldıklarında da farklı davranışlar sergilerler. Ev ortamı onları adeta yalan söylemeye sürükler. Yaptıkları hataları inkâr ederler, suçları bir başkasına atmayı alışkanlık haline getirirler. Karşılaşacağı baskı nedeniyle en iyi yardımcı olarak yalanı kullanırlar. Ellerinden geldiğince uslu çocuk rolü oynamaya çalışırlar, anne babalarının yanında doğal davranmazlar, daha o yaşlarda “vaziyeti idare etmeyi” öğrenirler. Bazen de gereksiz veya aşırı ödüllendirmeler olumsuz etki yapar; çocuklar, anne babalarının gözüne girmek için bazı davranışları istemeyerek yaparlar, ilk fırsatta da tam tersi bir tavır içine girerler. Anne babalarının evlerinde sergiledikleri aile içi davranış tarzının bir başkası yanında tamamen değişmesi, arkasından kınadıkları ve son derece kötüledikleri kimselerle karşılaştıklarında yakınlık göstermeleri de onların şahsiyetlerinin şekillenmesinde olumsuz etkiler bırakır. Böylece çocuklar duruma göre tiyatro oynamayı hayatın tabii akışı gibi algılarlar. Gerek okul döneminde ve gerekse daha ileriki yaşlarda aynı tavrı besleyen etkenlerin neticesinde, böyleleri adeta iki kimlikli insanlar olurlar.
Bu atmosferde yetişen ve insanlarca beğenilmeyi her şeyin önüne koyan kimselerin yaptıkları ibadetlerde de aynı ikilem kendini gösterir. Başkalarının hakkında iyi düşünmesi için görülen alanlarda ibadet düşkünü olur çıkarlar, yapmadıkları ibadetleri başkalarını etkilemek için yaparlar. Bazen bu siyaset için yapılır, bazen de bir makama ulaşmak için. Bu tavır, bazen de masum bir yardım bağışında kendini gösterir. Fakir insanlara yapılacak yardımın herkes tarafından duyulması ve ne kadar iyiliksever bir insan olduğunun bilinmesi için ilan ve reklamın her türlüsü sonuna kadar kullanılır. İnsanlar da onların bu reklamına aldanarak ne kadar cömert ve iyilik sahibi bir kişi olduğunu düşünürler. Halbuki bilmezler ki, onların bu davranışlarının esas nedeni yapmak istedikleri bazı işleri gölgelemek veya bazı yerler nezdinde muteber bir insan olduğu imajını uyandırmak veyahutta ileriki yatırımları için çıkabilecek pürüzleri daha baştan silmektir. İsimleri karanlık işlere karışmış nice insanın hayır ortamlarında boy göstermesini başka neyle izah edebiliriz ki? Bu aynı zamanda, menfaat ve istikbal için her şeyin hizmet aracı olarak görülmesi ve arzulara alet edilmesidir. Dolayısıyla yer ve zamana göre farklı karakter sergilemek ve ortama bir bukalemun gibi hemen uyuvermek, bunu yapan gözünde açıkgözlülük ve işbilirliktir. Aslolan onun hedeflediği şeye doğru yürüyebilmesidir ve bu amaçla önündeki her engeli hangi yolla olursa olsun aşmak azmindedir.
Meseleye dinin nasıl baktığına göz atacak olursak; insanların gözünde hiç tasvip görmeyen çift şahsiyetli olmayı Allah’ın asla sevmeyeceği aşikardır. Çünkü kulların hoş görmediğini Allah’ın da hoş görmeyeceği bellidir. Bunu da en iyi ibadetler alanında görmekteyiz. Rabbimiz kendisine yapılan ibadetlerde gösterişe kaçılmasını asla tasvip etmez ve şöyle buyurur: “Vay o namaz kılanların haline ki, onlar kıldıkları namazdan habersizdirler. Onlar gösteriş yaparlar.” (Maun, 4-6) Allah Teâlâ, insanları beğendirmek ve onların gözüne girmek için ibadet eden insanlara “böyle ibadet edeceğine hiç yapma daha iyi. İbadetini benim için yapmaya çalış. Çünkü o ibadeti sana emreden ve mükafatını verecek olan benim. O halde sadece rızama nâil olmak için eda et.” der gibidir. Hz. Peygamber de bir gurup riyakâr hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Bazı şehitler, malını tasadduk edenler ile alimler mükafat olarak cenneti isteyecekleri zaman, Allah Teâlâ her birine ‘Yalan söylediniz; biriniz desinler diye cömertlik etti; diğeriniz desinler diye savaşta kahramanlık gösterdi; diğeriniz de falan kimse alimdir desinler diye okudu.’ buyuracak ve bunların hiçbiri mükafat alamayacaktır.” (Muslim, 1905) Bu hadiste bizler için çok ibretlik dersler vardır. Gösteriş olsun, namım yürüsün, insanlar beni övsün diyerek yapılan iş, niyetini bilmedikleri için halkın gözünde büyük bir amel olarak gözükse bile, Allah o kulun kalbini iyi bildiğinden, içindekiyle dışındakinin farklı olduğunu gördüğünden, ona hiçbir sevap vermez, belki de cezalandırır. Bir başka hadiste bu gerçek daha açık bir şekilde ifade edilmektedir:
Hz. Peygamber ashabına der ki: “Sizin için en korktuğum şey küçük şirktir.” Ashabı şaşırarak “Küçük şirk de nedir?” diye sorarlar. Hz. Peygamber onlara şöyle buyurur: “Küçük şirk riya yani gösteriştir. Allah Teâlâ kıyamet günü herkesi yaptığı ameline göre mükafatlandıracağı zaman şöyle buyuracaktır: Dünyada kime gösteriş yaptıysanız, şimdi gidin onların yanına. Bakalım onlarda size verilebilecek bir mükafat var mı?” (Musned, 23630) Bu hadiste Hz. Peygamber, gösteriş için, insanların gözüne girmek için birtakım iyilikler yapanların kıyamet günü sevap alamayacaklarını ve mükafat almak kandırdıkları kimselerin yanına gönderileceklerini haber vermektedir. Gönderildikleri kimselerin onlara bir yararı dokunmayacağı için hüsrana uğrayacaklar ve Allah rızasını gözetmeden sırf insanların gözüne girmek maksadıyla yaptıkları ameller boşa gidecektir. Hz. Ali’ye nispet edilen bir sözde böylesi insanları çok güzel tanıtmaktadır: “Gösteriş yapanın alameti şunlardır: Yalnız kaldığında amelinde tembelleşir, halk içindeyken heveslenir. Övüldüğü zaman amelini çoğaltır, yerildiğinde ise azaltır.” (Şerhu Nehci’l-Belâğa, 2/180.)
Bütün sorun insanın dünyaya bir imtihan için geldiğini zaman zaman unutmasıdır. Dünyayı ebedi ve devamlı yaşayacağı bir yer gibi görmesidir. Dünyanın geçici olduğu, insanın yaptıklarından hesaba çekileceği unutulduğunda veya önemsenmediğinde, muhatap kitlenin beğenisi ön plana çıkmakta, bu sefer Allah rızası değil de etraftakilerin hoşnutluğu gözetilmektedir. Bu ibadette bile kendisini göstermektedir. İnsan şeklen Allah’a ibadet etmekte ancak gönlünden bunu bir kula doğru yapmaktadır, arzusu onun gözüne girmektir. Dolayısıyla bir başka insana kulluk yapıyor gibidir.