Vaka-i Hayriye’nin derin sonuçları

Mete Yavuz
04:0021/12/2025, الأحد
G: 21/12/2025, الأحد
Yeni Şafak
Et Meydanı'nda Asakir-i Mansure-i Muhammediye'nin talimi.
Et Meydanı'nda Asakir-i Mansure-i Muhammediye'nin talimi.

Yeniçeri Ocağı’nın klasik dönemdeki disiplini 16. yüzyılın sonlarından itibaren çeşitli nedenlerle giderek bozulmaya başladı. Ocağın temel kurallarından biri olan bekârlık şartının gevşetilmesi ve yeniçerilerin evlenmeye başlaması, kışla hayatından kopuşu hızlandırmıştı. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması, “Vaka-i Hayriye” yani “Hayırlı Olay” olarak adlandırılması esasında imparatorluk genelinde köklü idarî ve toplumsal dönüşümlerin önünü açmasından kaynaklanmaktadır. Osmanlı modernleşmesine bütüncül bir perspektiften bakıldığında Vaka-i Hayriye’nin aslında çok daha derin bir kırılmaya yol açtığı ve asıl öneminin de burada yattığı görülmektedir.

Osmanlı Devleti’nin klasik döneminin düzenli askeri gücü olan Yeniçeri Ocağı’nın 1826’da kaldırılması tarihe “Vaka-i Hayriye” yani “Hayırlı Olay” olarak geçti. Osmanlı yöneticilerinin gözünde bu hadise kangren olmuş bir organın kesilmesine benzer şekilde, işlevini yitirmiş ve devleti giderek zayıflatan bir müessesenin kökten tasfiyesi anlamına geliyordu.

Ancak mesele yalnızca bu çerçevede ele alındığında eksik kalmakta ve Osmanlı modernleşmesine bütüncül bir perspektiften bakıldığında Vaka-i Hayriye’nin aslında çok daha derin bir kırılmaya yol açtığı ve asıl öneminin de burada yattığı görülmektedir. Bu yazıda, Yeniçeri Ocağı’nın ilgasını modernleşme tarihimiz açısından taşıdığı anlam üzerinden değerlendirmeye çalışacağız.

Yeniçeriliğin doğuşu

Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri ve siyasi tarihinde merkezi bir yere sahip olan Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşu, imparatorluğun genişlemesi ve merkezi otoritenin güçlendirilmesi ihtiyacıyla doğrudan bağlantılıdır. Ocağın kökleri, 14. yüzyılın ortalarına yani I. Murad dönemine (1362–1389) kadar uzanmaktadır. Evvela savaş esirlerinden asker devşirilmesini esas alan “pençik” sistemi uygulanırken esir alınan gençler kısa bir eğitimin ardından orduya dahil edilmekteydi. Zamanla fetihlerin artması ve daha düzenli asker kaynağına duyulan ihtiyaç sistemi dönüştürmüş, özellikler Balkan bölgelerinde mukim Hristiyan tebaanın çocuklarının belirli kurallar çerçevesinde toplanarak asker yapıldığı “devşirme” usulü yaygınlaşmıştı.

Bu sistem kapsamında toplanan çocuklar önce Türk ailelerin yanına verilerek Türkçeyi ve İslâmî adetleri öğreniyor, ardından “Acemi Ocağı”nda sıkı bir askeri eğitimden geçirilerek Yeniçeri Ocağı’na kabul ediliyordu. Ocağın ruhunu ise Hacı Bektaş-ı Veli geleneğine olan intisap oluştururken yeniçeriler Bektaşilik tarikatı ile güçlü bir bağ kuruyordu.

Ocağın düzeni nasıl bozuldu?

Yeniçeri Ocağı’nın klasik dönemdeki disiplini 16. yüzyılın sonlarından itibaren çeşitli nedenlerle giderek bozulmaya başladı. Ocağın temel kurallarından biri olan bekârlık şartının gevşetilmesi ve yeniçerilerin evlenmeye başlaması, kışla hayatından kopuşu hızlandırmıştı. Buna ek olarak, devletin içine düştüğü iktisadi buhranlar ve enflasyon sebebiyle ulufelerin alım gücünün zayıflaması, askerleri geçimlerini sağlamak için ticaret ve esnaflığa yöneltti.

Bu gelişmeler askerlik mesleğinin niteliğini zayıflatırken, talimlerin aksamasına ve savaş gücünün gerilemesine sebebiyet vermişti. Daha da önemlisi “kuloğlu” olarak anılan yeniçeri çocuklarının ve dışarıdan “ecnebi” diye nitelendirilen Türk-Müslüman unsurların rüşvet ve iltimas yoluyla ocağa kaydedilmesi, devşirme sisteminin fiilen terk edilmesine ve kadroların şişmesine neden oldu. 17. ve 18. yüzyıllara gelindiğinde ise Yeniçeri Ocağı, devletin merkezi otoritesi için ciddi bir tehdit haline gelmiş, padişahları tahttan indiren, sadrazamları idam ettiren bir siyasi güç odağına dönüşmüştü. Genç Osman’ın katli ve Sultan III. Selim’in Nizam-ı Cedid reformlarına karşı gösterilen kanlı direniş, bu yozlaşmanın en çarpıcı örnekleri olarak tarihe geçti.

“Müslüman olub silah ve tüfengi olan gelsün”

İyiden iyiye ayyuka çıkan ve her devleti dönüştürme ve güçlendirme girişiminin önünde bir “engel” olarak dikilen “Yeniçerilik” sorununu kökten çözmek isteyen II. Mahmud, tahta çıktıktan sonra sabırlı ve planlı bir yol takip etti. III. Selim ile Alemdar Mustafa Paşa dönemlerinde yaşananlardan ders çıkaran padişah, Yeniçeri Ocağı’nı doğrudan karşısına almak yerine öncelikle kendi kadrolarını yavaş yavaş kilit mevkilere yerleştirmeyi tercih etti. Ağa Hüseyin Paşa ve Mehmed Celaleddin Ağa gibi güvenilir isimler ocağın başına getirilirken Saray ve Yeniçerilerin yanında devletin bir diğer güç odağı olan İlmiye sınıfı ile kurulan ittifak sayesinde yapılacak müdahalenin şer‘î meşruiyeti de güvence altına alındı.

Hazırlıklar tamamlandıktan sonra 25 Mayıs 1826’da “Eşkinci Ocağı” adıyla talimli bir birliğin kurulmasına karar verildi ve bu adım yeniçerilere kabul ettirildi. Ancak bu girişimin ocağı tasfiyeye yönelik bir hamle olduğunu sezen yeniçeriler 15 Haziran 1826 gecesi “kazan kaldırdı” yani ayaklandı. Kazanlarını Ayasofya Camii ve Sultanahmet Camii arasındaki Et Meydanı’na çıkaran isyancılar, Ağa Kapısı’na ve sadrazamın konağına saldırdılar.

II. Mahmud bilinçli olarak tetiklediği isyanın başlaması üzerine hızla harekete geçti ve Sancak-ı Şerif’i Sultanahmet Camii’ne çıkartarak halkı ve topçu, humbaracı ve donanma erlerinden müteşekkil diğer askeri sınıfları isyancılara karşı “Müslüman olub silah ve tüfengi olan gelsün” sözleriyle birlik olmaya çağırdı. Ulemanın verdiği “bu güruh-ı mekruhun demleri hederdir” fetvasıyla da isyancıların katline cevaz verildi.

Topçu Yüzbaşısı Karacehennem Uzun İbrahim Ağa komutasındaki birlikler Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlalarını yoğun bir top ateşine maruz bıraktı. Kapılar parçalandı, içerideki asiler yangın ve bombardımanla etkisiz hale getirildi. Çatışmalar sırasında kaçmaya çalışan yeniçeriler yakalanarak idam edildi. Nihayet 16 Haziran 1826’da okunan fermanla Yeniçeri Ocağı resmen lağvedildi ve yerine “Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye” adıyla yeni bir ordunun kurulduğu ilan edildi.

İlganın sonrası

Olayın hemen ardından İstanbul’da kapsamlı bir tasfiye süreci başlatılmış, isyana karışanlar ile ocağın önde gelen isimleri idam edilmiş ya da sürgüne gönderilmiştir. Yeniçerilerle olan tarihsel bağları ve isyandaki rolleri gerekçe gösterilerek Bektaşi tarikatı yasaklanmış, tekkeleri kapatılıp yıktırılmış ve mal varlıklarına el konulmuştur.

Bununla birlikte, ocağa ait ünvanlar, nişanlar ve kullanılan tabirler tamamen yasaklanmış, mezar taşlarındaki yeniçeri işaretleri dahi tahrip edilmiştir. Bu tasfiye süreci yalnızca İstanbul’la sınırlı kalmayarak kısa sürede taşraya da yansımıştır. Sancaklara gönderilen emirlerle kaçan yeniçerilerin yakalanması, yeniçerilik ünvanı ve nişanlarının yasaklanması, ocağa ait malların ise müsadere edilmesi istenmiştir. Anadolu ve Rumeli’deki yerel yöneticiler, kendi bölgelerindeki yeniçerileri idam ya da sürgün yoluyla ortadan kaldırmış; Tokat ve Amasya gibi şehirlerde idam sehpaları kurulmuş, yeniçerilere ait kahvehaneler yıkılmıştır.

Yeniçeriliğin ilgasından sonra Sultan II. Mahmud.

Neden hayırlı olay?

Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması, “Vaka-i Hayriye” yani “Hayırlı Olay” olarak adlandırılması esasında imparatorluk genelinde köklü idarî ve toplumsal dönüşümlerin önünü açmasından kaynaklanmaktadır. Ocağı’nın kaldırılmasıyla II. Mahmud’un merkezi otoriteyi güçlendirmesi ve devleti hızla dönüştürmesinin önündeki en büyük engel ortadan kalkmıştı. Zira bu gelişme, padişahın otoritesini sınırlayan geleneksel güç odaklarının yani yeniçerilerin yanı sıra ayanların ve kısmen ulemanın tasfiye edilmesini mümkün kılmış, Batı tarzı bürokratik ve askeri reformlar birbiri ardına gelmiştir.

1826 sonrasında tımar sistemi, Enderun ve Divan-ı Hümâyun kaldırılarak, bugünkü bakanlıkların ilk örnekleri sayılabilecek nazırlıklar ile çeşitli meclisler kurulmuştur. Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye’nin teşkiliyle modern askerî birliklerin ilk adımı atılmıştır. 1831’de ilk genel nüfus sayımı yapılmış, aynı yıl ilk resmi Türkçe gazete olan Takvim-i Vekayi yayımlanarak modern basının temelleri atılmıştır. Kısa bir süre sonra ise ilk modern tıp okulu olan Mekteb-i Tıbbiye ile subay yetiştirmek üzere kurulan Mekteb-i Harbiye eğitim faaliyetlerine başlamıştır.

Buna rağmen bu sert adım, kısa vadede ciddi bir askeri boşluk da doğurmuştur. Donanmanın Navarin’de yakılması ve tecrübeli bir asker sınıfının bir anda ortadan kalkması, 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı’nda alınan ağır yenilginin ve Rum İsyanı’nın başarıya ulaşmasının başlıca sebepleri arasında gösterilmiştir. Öte yandan yeniçerilerin halkla iç içe geçmiş yapısının ve esnaf loncalarıyla kurdukları güçlü bağların koparılması, devlet ile toplum arasındaki geleneksel ilişkiyi derinden sarsarken toplumsal muhalefetin dinamiklerini köklü biçimde dönüştürmüştür. Geleneksel güç dengeleri sarsılırken Yeniçerilerin ilgasından doğan boşluk ilk başta Saray sonrasında Babıali lehine dolmuş, bir başka güç odağı olan ulemanın etkin rolü zamanla zayıflamıştır.

Tüm bu sonuçlara rağmen Yeniçeri Ocağı’nın ilgası, yukarıda da işaret edildiği üzere, devlet yapısında bürokratikleşme ve merkezileşme ekseninde köklü dönüşümlerin başladığı anı temsil etmesi bakımından Osmanlı modernleşme tarihinde Tanzimat’ın ilanından önce, onu netice veren ve ondan daha önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirilmelidir.




#Tarih Penceresinden
#Tarih
#Aktüel
#Osmanlı