Derin Tarih'te bu ay 'Alevilik ve Bektaşilik'

yenisafak.com.tr / kültür sanat
00:006/02/2014, Perşembe
G: 5/02/2014, Çarşamba
Yeni Şafak
Derin Tarih'te bu ay 'Alevilik ve Bektaşilik'
Derin Tarih'te bu ay 'Alevilik ve Bektaşilik'

Derin Tarih dergisinin şubat ayı sayısı yine tarihte gizli kalmış pek çok bilgiyi günyüzüne çıkarıyor, önemli isimlerin kaleme aldığı makaleler sayesinde Alevilik ve Bektaşilik ile Sultan II. Abdülhamid dönemini farklı bakış açılarıyla ele alınıyor.

Derginin kapak konusu Alevilik ve Bektaşilik, özel dosyası ise ölümünün 96'ncı yıldönümü sebebiyle Sultan II. Abdülhamid hakkında.

Alevilik ve Bektaşilik ile ilgili dergideki tüm yazılar bu konudaki tarihi süreci gözler önüne seriyor. Gerçek Hz. Ali'nin kim olduğundan Cemel ve Sıffin savaşlarının yol açtığı 1400 yıldır devam eden fitneye, Osmanlı'nın ilk padişahlarının Alevi olması iddiasından Hacı Bektaş-ı Veli'nin hayatıyla ilgili çelişkili bilgilere, hangi yasal düzenlemelerle cemevlerinin statüsünün değişeceğine pek çok ilginç konu işlenmiş. Ayrıca Prof. Dr. Hüseyin Hatemi'nin cemeviyle ilgili yazısı ve araştırmacı-yazar Reha Çamuroğlu'nun "Aleviler ile Sünniler arasında köprü kurmaya çalıştım, olmadı" sözlerinin yer aldığı söyleşisi de okunmaya değer.

Konu işlenirken Hz.Muhammed'in ölümünden sonraki hilafet sistemi, Hz. Ali'nin halife olmasından sonra karşılaştığı sorunlar, sonrasında Cemel (656) ve Sıffin (657) Savaşlarının nedenleri ve sonuçlarıyla birlikte ele alınıyor. Mehmet Çelik'in kaleme aldığı yazıda o savaşların ayrıntıları, aradan geçen binlerce yıla karşın bugüne yansımaları ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor.

Yasa değişirse sorun çözülür

Müfid Yüksel'in "Alevi Bektaşi kimliği" başlıklı yazısında Bektaşiliğin oluşumu, tarih içindeki seyri ve gelişimiyle ilgili tarihi bilgilere yer veriliyor. Bektaşiliğin İslam içinde bir 'tasavvuf-tarikat' örgütlenmesi olduğunu belirten Yüksel, Alevi ve Bektaşilerin geçmişte hiçbir dönem Müslüman ahali içinde etnik kimliğe ya da mezhebe ait tasnif yapılmadığını hatırlatıyor. Son yıllarda özel statü verilmesi istemiyle gündeme gelen cemevleriyle ilgili Yüksel'in ilginç önerisi şöyle:

"Yasal engel kalktığı takdirde Hacı Bektaş Dergâhı yeniden Alevi-Bektaşi topluluğunun merkezi haline gelecek, aynı zamanda cemevleri dergâh-zâviye statüsüne getirilerek toplumsal gerilim ve dışlanmalara neden olmayacaktır. (...) Kanun tümüyle kaldırılabildiği ya da içeriğinde köklü bir değişiklik yapılabildiği takdirde Alevi-Bektaşi kimliği kendini yasal zeminde ifade etme imkânına sahip olacaktır. Yasal düzenlemelerin ardından Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde teşkil edilecek bir üst kurul serbest hale gelecek olan dergâh, tekke ve zaviyeleri denetleyecek; mevcut tarikatların holding ya da siyasal kurumlara dönüştüğü yolundaki şikâyetlerin de önü alınmış olacaktır. Aynı zamanda oluşturulacak üst kurulda Alevi-Bektaşi toplulukları, dede ocakları da ağırlıkları oranında temsil edilip bütçeden payını alacak; Hacı Bektaş Dergâhı müze olmaktan çıkarılıp Alevi-Bektaşi kimliğinin merkezi statüsünde Alevi-Bektaşilere iade edilecektir."

Dergah statüsünde açılabilir

677 sayılı Tekke ve Zaviyeler Yasası kaldırılamasa bile konuyla ilgili 'B planı' da öneren Yüksel, yazısında "Alevi-Bektaşi kurumlarına mahsus değişiklikler yapılabilir. Nitekim 1 Mart 1950'de İsmet İnönü ve CHP, aynı kanun kapsamında kapalı bulunan türbeleri açmak için şu fıkrayı ilave ederler: 'Türbelerden Türk büyüklerine ait olanlarla büyük sanat değerleri bulunanlar Kültür Bakanlığı'nca umûma açılabilir. Bunlara bakım için gerekli memur ve hizmetliler tayin edilir.' Bu ek fıkra ile padişahlarınkiler dahil tüm türbeler açılır, hatta Kültür Bakanlığı bünyesinde hizmetliler tayin edilir. Halen bu şekilde süregelmektedir. Bu misale dayanılarak 677 sayılı kanuna Alevi-Bektaşi kurumlarına ilişkin şöyle bir fıkra eklenebilir: 'Alevi-Bektaşi inanç kurum ve merkezleri, 'Dergâh' şeklinde ve statüsünde açılır. 'Dergâh' şeklinde ve statüsünde açılacak Alevi-Bektaşi inanç kurum ve merkezleri Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde teşkil edilecek bir üst kurulca temsil edilir ve denetlenir.'

İbadethane kabul edilirse din sayılır

Prof. Dr. Hüseyin Hatemi ise farklı bir görüş savunuyor, dergideki makalesinde Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ve devletin cemevlerini ibadethane olarak kabule zorlanmasının doğru olmadığını söylüyor. Hatemi bir de ilginç öneride bulunuyor: "Bu konuda devletin yapabileceği, ancak Sünni diyanete özerklik verip din vergisini de diğer vergilerden ayırarak ihtiyari ödenen bu vergiyi Sünni diyanete teslim etmek, Alevilerin de kendi sivil toplum kuruluşlarının dinî amaçlı olanlarından yaptıkları düzenli bağışları vergiden düşmelerine imkân tanımaktan ibarettir. Böyle yapılmayıp da cemevleri, cami karşısında inşasına girişilerek hoşgörü simgesi olacağı hülyasıyla ayrı bir dinin ibadethanesi gibi kabul edilirse bir 25 yıl sonra artık yeni nesillerin Aleviliği, Şii veya Sünni mezhepleriyle ilgisi olmayan apayrı bir din sayacakları şüphesizdir. İktidar sahipleri bu sonucu beğeniyorlar, tasvip ediyorlarsa yapsınlar, beğenmiyorlarsa Fakıyrin sözünü dinlesinler vesselam!"

Sultan Abdulhamid'in hazinesinin akıbeti

Derginin Sultan II. Abdülhamid özel dosyasında çarpıcı başlıklar yer alıyor. Sultan'ın servetinin akitebetinden ona karşı düzenlenecek ilk darbe girişimine, Sultan'ın açtırdığı özel İslam mekteplerine pek çok ilginç konu işlendi. Bir diğer konu ise Sultan II. Abdülhamid'in 'evi' olan Yıldız Sarayı'nda Cumhuriyet döneminde bir kumarhane açılması...

Bekir Tank'ın kaleme aldığı "Abdülhamid'in serveti kimlere gitti?" başlıklı yazıda Sultan'ın varlığı bilinen ama nerede olduğunu, kim veya kimler tarafından ele geçirildiği henüz ortaya çıkmayan hazinesiyle ilgili Avusturya Devlet Arşivi'ndeki iki belge paylaşıldı. İstanbul'dan Selanik'e sürülen Sultan Abdülhamid'in hazinesinin de peşinden Selanik'e götürüldüğünün hatırlatıldığı yazıda sonrasında milyonlarla ifade edilen hazinenin akibeti soruluyor. Bu sorudan yola çıkıldığında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun Selanik Konsolosluğu tarafından gönderilen 5 ve 14 Temmuz 1909 tarihli belgeler öne çıkıyor. Avusturya Devlet Arşivi'nde bulunan bu iki belgede Abdülhamid'in Alatini Köşkü'ndeki hayatıyla ilgili ipuçları veriyor. Örneğin Sultan'ın kimseyle görüştürülmediği, mektuplarının yasaklandığı, bahçeye dahi çıkmasına izin verilmediği gibi... Ayrıca Alman Bankası'nda bulunan parasının İstanbul treniyle Selanik'e getirildiği ve Osmanlı Bankası'nın buradaki şubesine aktarıldığı bilgisine yer veriliyor. Osmanlı Bankası'nın sermayesinin kökenlerinin de belirtildiği yazıda, bu bankanın arşivlerinin de açılmasının konuyla ilgili pek çok bilgiyi ortaya çıkarabileceği kaydediliyor.

Derin Tarih'ten yakın tarihin gerçek tanığı olan yeni bir kitap hediyesi daha!

Sultan Vahdettin'in yarım kalan hatıraları gün yüzüne çıkıyor. Son Osmanlı padişahı üzerine atılan iftiraları kendi ağzından sansürsüz olarak ilk kez yanıtlıyor! 'Vahdettin İftiralara Cevap Veriyor' kitabı Şubat sayısında tüm Derin Tarih okurlarına hediye!