Bir süredir sağlık sorunları sebebiyle tedavi gören edebiyatçı Recep Seyhan’ı edebiyat dünyasından dostları ve yazar talebeleri anlattı. Seyhan’a acil şifa diliyoruz.
Geçtiğimiz haftalarda öykümüzün velut kalemi, hocaların hocası Recep Seyhan’ın ağır bir rahatsızlık sebebiyle hastanede olduğunu öğrendik. Edebiyat dünyasının mensuplarını oldukça endişelendiren ve hüzne boğan bu hadise hocamızın nezdimizdeki muhkem yerini, yeniden hatırlattı. “Elbette nihai hükmü zaman verecektir. Ama metinlerine hızlıca göz gezdirmek bile onun, insanın ezeli ve ebedi meselesinden uzaklaşmadan, hatta bu meseleyi tam merkeze koyarak sanatını icra eden bir yazar olduğunu gösterecektir. Bu veçhesiyle her zaman olumlu mânâsıyla yerli ama aynı zamanda modern bir yazardır Recep Seyhan.” Bu günlerde sevenleri tarafından sürekli bir ziyaret akınına öğrendiğimiz hocamızı; yakınlarına, yazar dostlarına ve talebelerine sorduk. Amasya’nın Taşova ilçesinde, ailesinin gözetiminde tedavi görmekte olan hocamıza Allah’tan acil şifalar diliyoruz.
Henüz anlatılmayan hikâyelerin anlatıcısı
Modern edebiyatımızın önemli sorunlarından biri de “temsil” sorunudur. Bu sorunu kısaca, “Ülkemizde henüz hikayesi anlatılmayanlar vardır” cümlesiyle özetleyebiliriz. Yani modern edebiyatımızda genellikle belirli şehir ya da mekanlarda yaşayan insanların dramları anlatılmaktadır. Modern edebiyatımızda maalesef başta İstanbul olmak üzere sayılı birkaç büyük şehirde yaşayan özellikle “kentli” insanların dramları anlatılmaktadır. Köy romanları ya da köy hikayeleri ise daha çok ideolojik bağlamda ele alınan örneklerdir. Recep Seyhan usta bir hikaye-öykü yazarı olarak adeta bu hükmümüzü yalanlayan bir tavır içine girmiş bir ediptir. Çünkü Recep Seyhan bir anlamda ülkemizde henüz hikayesi anlatılmayan insanların sesidir. Onun bütün hikayelerinde ülkemizin “sesi ilk defa duyulan” insanlarını görürsünüz. Recep Seyhan bilhassa doğup büyüdüğü toprakların sesi olmuştur. Merhume annesi başta olmak üzere ona sürekli olarak kültür empoze eden “bizim insanlarımız”, Recep Seyhan’ın baş tacı ettiği kişilerdir. Özellikle “kadınge” kelimesiyle kodlanan bilge kadın Recep Seyhan hikayelerinin baş karakteridir. Kısaca Recep Seyhan’ın hikaye karakterleri buram buram yerlilik kokar; okuyanda da bir türkü tadı bırakır. Mesela Recep Seyhan özellikle “Güneşin Doğduğu Yerde” adlı hikayesinde, terörle adeta yaşanmaz hale gelen ülkemizin güney doğusunun sesini duyurur. Son öykü kitabı “Zongo’nun Değirmeni”nde ise, Yunus Emre’nin “yetmiş iki buçuk millet” olarak nitelendirdiği “milletimizin” hikayesi gözler önüne serilir.
Büyük yazarlar, edebi metin yazmalarının yanında, yazarlık felsefesi de yaparlar. Şairler için “poetika yazarlığı” olarak görülen yazarlık felsefesi Recep Seyhan için de geçerlidir. Yani Recep Seyhan usta bir hikaye-öykü felsefesi yazarıdır. Bu manada onun “Bana Hikaye Anlatma” adlı kitabını anmadan geçmemek gerekir.
Genç bir öykücünün imtihanı
Recep Seyhan ile tanışmamız, Türk Edebiyatı dergisinde çalıştığım günlere dayanıyor. Derginin mutfağında yetişen taze bir öykücüyken her hafta sonu Türk Edebiyatı Vakfı’na gelip giden yazarlarla tanışır, konuşur ve tecrübelerini dinlerdim. Recep Hoca da o zamanlar her hafta sonu mutlaka uğrardı dergiye. Bu denk gelişlerin birinde, ilk kitabım çıktığı zamanlarda, Recep Hoca’nın da yeni öykü kitapları hakkında yazı yazdığını bildiğim için vakfa geldiğinde kitabımı ona hediye ettim. Belki kitabım hakkında bir yazı yazar düşüncem yok değildi. Gel zaman git zaman ne Recep Hoca’dan bir ses çıktı ne bir yerlerde kitap hakkında bir yazı. Henüz ilk kitabı yayınlanmış bir yazarın beklentisini bilirsiniz. Ve heyecanını. Birkaç hafta sonunun ardından dayanamayıp hocaya, “Kitabıma bakabildiniz mi?” diye sordum. Vaktinin yoğunluğundan bahsedip bakacağını ve bana yazacağını söyledi. Sözünü tuttu da. Fakat bu, kitabım hakkında bir kitap ekine veya bir dergiye yazılmış bir yazı değildi. Kitabım hakkında bana atılmış bir eleştiri mailiydi. Ona göre birçok hikâyede asıl odak noktasını kaçırmıştım, anlatımı hızlıca geçmiş bir öykücünün yapmaması gereken bir dizi hata yapmıştım. Üzülmüştüm. Çünkü daha ilk seferinde mükemmel yazıyordum! Kitabım hakkında yazı beklerken böyle bir mail almak beni sarsmıştı. Kızmıştım. Zamanla daha iyi öyküler yazdıkça o hikâyeler hakkında Recep Hoca’nın dediği cümleler bende yerli yerine oturdu. İyi bir öykünün nasıl yakalanacağını biliyormuşum ama onu nasıl kullanacağımı gözden kaçırıyor, adeta öykü fikrini israf ediyormuşum. Tıpkı gol pozisyonuna kolay girip sürekli gol kaçıran yahut sürekli ofsayta düşen bir golcü gibi. Birçok kez Recep Hoca haklıymış dediğim oldu.
Yüksek lisans tezimde yazdım
İnsanların üzerimdeki etkisini ayrıntılı anlatabilen biri değilim. Fakat şu bir gerçek ki Seyhan, benim için bambaşka bir tarafta yer alıyor. Kime sorsanız yaşamlarına etki eden birkaç isimden bahseder. Bazen yaşamını altüst eden bazen de yaşamına güzellikler katan insanlardır bunlar. Aynı şekilde benim için de bu durum geçerlidir. Yaşamımı olumlu etkileyen Recep Seyhan; benim yayıncılığa yönelmemde, dergi çıkarırken ki yaşamış olduğum süreçlerin üstesinden gelmemde, yaşama bakışımın şekillenmesinde önemli bir katkı sunmuştur. Nitekim kendisi hakkında yazmış olduğum yüksek lisans tezi sürecinde de benden yardımını esirgemeyen biridir Seyhan. Türk edebiyatında hikâyelerini insan merkezli ele alan, olayların, mekânların ve durumların insan üzerindeki etkilerini ortaya çıkaran Seyhan, özellikle hikâye yaratma konusunda mâhir bir yazardır. Hatta dikkatli okunursa aslında Seyhan, hikâyelerinde seçmiş olduğu kahramanların davranışlarıyla kendi hikâye anlayışını ortaya çıkarır. Şadi Kocabaş’ın şu ifadeleri, Seyhan’ın kalemi hakkında bir nebze de olsa fikir sahibi olmamızı sağlar: “Bizim insanımızı ve evrensel düzeyde insanı; zaafları, özlemleri, tutkuları, inançları, sabırları ve kederleriyle anlatırken”, “puslu bir camın arkasından bakan hayatların yüz hatlarını okumayı dener.”
Öykülerin özüne kendi ruhundan üflemeyi başarmış müstesna bir yazar
Recep Seyhan ile yaklaşık on yıl önce ikinci öykü kitabı “Güneşin Doğduğu Yerde”yi okuduktan hemen sonra tanıştık. Dolayısıyla bir bilge insan ile tanışmama vesile olduğu için Recep Seyhan’ın zamanla yayımlanan daha pek çok kitabını okumuş olsam da “Güneşin Doğduğu Yerde”yi hep ayrı bir yerde tutarım. 2013 yılı ESKADER Hikaye ödülünü de alan, yürek atışı gibi canlı, yaşanmışlığın sıcaklığını taşıyan öykülerden oluşan bu kitabı bir solukta bitirdiğimde, koca bir hayatın, geçmişin ve şimdinin, nasıl oluyor da bu incecik kitabın içine sığabildiğine şaşırmıştım. Ama kendisiyle tanışınca ve çok geçmeden aramızda bir baba-kız, bir hoca-öğrenci muhabbeti başlayınca anladım ki Recep Seyhan, aslında bu öykülerinin ve yıllar içinde yayımlanmaya devam eden diğer kitaplarındaki öykülerin özüne kendi ruhundan üflemeyi başarabilmiş ve de öykülerindeki her kahramanın – kadın olsun, ekek olsun ve hatta Habir gibi bir köpek veya Gülburun gibi bir at olsun- özüne zaten kendi insan mayasını çalabilmiş müstesna yazarlardan biriydi. Okuruna hikmet burcundan seslenen bir yazardır o. Dilinde halk hikâyecilerinin renkli söyleyişi, masalsı imgeleri vardır. Çocukluğunda çok masal dinlemiş ve zamanı geldiğinde bunları imgelere dönüştürmeyi başarmış bir yazarın anlatım zenginliği göze çarpar onun eserlerinde. Her cümlesi ile hayatı kurcalayan, kucaklayıp sarmalayan bir yazarın bilge sesini işitirsiniz onun satır aralarında. Yapay söz oyunlarına hiç tenezzül etmeyen, yaşanmamış, hissedilmemiş hiçbir ayrıntıya yüz vermeyen bu hikmetli hikâyelerde beni en çok cezbeden; çoğumuzun ıskaladığı, görmezden geldiği veya kendimize inşa ettiğimiz kalın duvarların ardından göremediğimiz incelikleri, hiç de gözümüzün içine sokmadan, didaktiğe kaçmadan, zaman zaman ironinin hassas terazisini de kullanarak bize nazikçe işaret etmesidir.
Öğrencileri yazar katına yükseltirdi
Recep Seyhan İHL yıllarında edebiyat hocam oldu. Amasya’nın Taşova ilçesi gibi küçücük bir kasabada, İstanbul kültür çevrelerinin birikimini yansıtan, daha da önemlisi edebiyatın önemli bir türü olan öykü sahasında metinler üreten bir yazardı. Bizler lise yıllarında edebiyat hocası bir yazar olan öğrenciler olarak ne kadar bilebildik kıymetini bilemiyorum ama o bize değer verdi, bizi okumaya ve hatta yazmaya teşvik etti. Her birimizin kompozisyon yazılı kâğıtlarından güzel birer cümle seçer ve üşenmeden bunların toplamı olan bir metin oluştururdu; o metni biz öğrenciler yazmış olurduk. Beğendiği kompozisyon metinlerini ilçemizde çıkan mahalli gazeteye verir ve yayımlatırdı. Böylece biz öğrenciler birden yazar katına yükselirdik. Fakat Hoca’nın yine dersimize giren Yakup Çelik ve İbrahim Uğurlu ile birlikte seçtiği beş-altı arkadaşımızı dâhil ettiği bir ‘ekibi’ de vardı. Bizi yetiştirmek için özel bir çaba sarf etmişti. Her zaman duacısıyım.
Post-modern hikâyeciliğin sıkı bir örneği
Günlerden bir gün, yüz yüze geldik Recep Seyhan’la. Benim ilk kitabımın TYB-İstanbul’da düzenlenen imza gününde… Bakışları, beden dili, sözleri bana ilgi çekici gelmişti. Çok okuyan, çok düşünen ve içinde çokça metin tasarlayan biri izlenimi bırakmıştı üzerimde. Daha sonra, merak edip Azazil’in Kapısında adlı kitabını da okudum. Kendimi tutamayıp, bir de o kitapla ilgili inceleme yazısı kalem aldım. Sanırım Dergâh’ta yayımlandı, hatta Yakın Okuma adlı kitabımda da yer verdim. Post-modern hikâyeciliğin sıkı bir örneğiydi. Sonrasında arada bir karşılaştık bir yerlerde. Duyuyordum, birçok öğrencisi varmış, yazdıklarını ona gösterip fikrini alıyorlarmış. O da üşenmeden hepsine zaman ayırıyormuş. Öğrencileri bu hikâyeleri kitap yaptılar ve Recep Seyhan üstadlarını hiç inkâr da etmediler.
Hayatımın yapı taşlarından…
Hocamla tanıştığım zaman çekinerek ilk kitabımı vermiştim. Hocam, beni onurlandırdı ve her hikâyeme yapıcı eleştiriler getirerek, çalışma azmimi artırdı. Öğrencisi olduğum için her zaman gurur duydum. O hiçbir şeyi göz ardı etmez. Öğrencisi kabul ettiği kişiyi önemser, ilgilenir ve sonuna kadar yanında olur. Kelime dağarcığının zenginliği; dile hâkim olması, eşyaya önem vermesi ve öykülerinde sıkça kullanması yazarlık vasfının çıtasını yükselten etkenler. Ne kadar derin bir insan olduğunu; mükemmeliyetçi vasfıyla ve titizlikle hazırladığı her çalışmasında belli olur. Onun bir konuyu coşkuyla anlatırken birden hüzünlenmesi, gözlerinde biriken yaşları özgürce bırakması çok samimi ve riyasızdır. Yüreğiyle konuşan, sohbetine doyum olmayan, hem sureti hem de sireti aynı olan tatlı sert hocamı iyi ki tanıdım sizi. Hayatımın yapı taşlarından birisidir.
5 yıllık çalışmasının ürünü olan ‘Osmanlı Kültürü Etüdleri’
Recep Seyhan, özgün ve bağımsız bir duruşu olan bir yazar olmayı önemseyen bir kalem sahibi. Yayıncısı olarak ‘Güneşin Doğduğu Yerde’ kitabını Mart 2013’te yayımlamak nasip oldu. Güzel dostluğumuz oldu en başından beri. Uzun yıllar diğer kitaplarını yayımlamak nasip olmadı ama 2021 başlarında 5 yıllık çalışmasının ürünü olan ‘Osmanlı Kültürü Etüdleri’ kitabını yayımladık. Gerçekten çok emek vermişti. O yaptığı işe titizlikle yaklaşırdı. Bu kitap büyük emek ürünü olduğu gibi hacmi ve içeriği itibari ile sürekli gözden geçirmeyi hak ediyordu. Kitap yayımlandıktan sonra da kitapla bağını sürdürdü; kitabın ikinci baskısı için notlarını sürekli güncelleyerek gönderdi. Yakın bir zamanda, “Artık kitabın tekamülü bitti” diyerek son güncellemeyi göndermişti.
O sanatının bilincinde olan bir hikâyecidir
Recep Seyhan, kırk seneyi aşkın bir zamandır hikâye sanatı ile meşgul oluyor. Bazen yolunun şiire düştüğünü de biliyorum. O, sanatının bilincinde olan bir hikâyecidir. Şunu kastediyorum; sanatının ne idüğü ve ne ettiği üzerinde düşünen, yazdığı metinlerin doğru etkiyi yapması, doğru mesajı iletmesi için ciddi çaba sarf eden, bunun için farklı disiplinlere dikkatle eğilen, bir yandan da okuyucunun ve çağın nabzını yoklayan, bunu ihmal etmeyen bir yazardır. Elbette nihai hükmü zaman verecektir. Ama metinlerine hızlıca göz gezdirmek bile, onun, insanın ezeli ve ebedi meselesinden uzaklaşmadan, hatta bu meseleyi tam merkeze koyarak sanatını icra eden bir yazar olduğunu gösterecektir. Bu veçhesiyle her zaman olumlu manasıyla yerli ama aynı zamanda modern bir yazardır.