“Sinemanın Kalbi Bodrum’da Atıyor” mottosuyla düzenlenen 12. BOTH-“Bodrum Türk Filmleri Haftası ve CineBodrum Sinema Sektör Zirvesi” başladı. Kültür Bakanlığı’nın da destek verdiği festival diğerlerinden çok ayrılıyor. Festival sadece Türk filmlerine yer verirken öte yandan Yunan Adası olan Kos’taki yerli ve yabancı vatandaşlara da taşınıyor. Festival Başkanı Cenk Sezgin, Türk sinemasının geleceğini güvenceye almanın öneminin altını çiziyor.
Bodrum Sinema ve Kültür Derneği (BSKD) ve 12. BOTH Yönetim Kurulu Başkanı “Cenk Sezgin” ile Türk dizileri kadar dünyada yer bulmayan Türk filmlerinin sektördeki yerini ve Bodrum Türk Filmleri Haftası’nı konuştuk. Özellikle digital platformların etkisinin altını çizen Sezgin, Türk fimlerinin satış pazarlamasının çok eksiki olduğunu böylelikle kimi zaman kültürel mirasın yayılmasını tehdit ettiğini öne çıkardı. n 12 yıldır yapığınız bu festival çok kıymetli. Sadece Türk filmi olmasının özelliği nedir sizin için? Burada şu var, Türk sinemasında hakikaten kültürümüzden gelen çok zengin bir hazine var. Hiç durmadan deşip deşip çıkardığımız bir maden gibi, altın madeni gibi düşünün. Bu dünyanın çok az ülkesine nasip olmuş durumda.
Türk sineması tehdit altında
Biz gerçekten hikayemizle, tarihten gelen hikayemizle, insan yapımızla, duygusallığımızla ama bir anda celallenivermemizle, ülkemizin geleceği söz konusu olduğunda kılıçlara kuşanıp dünyaya savaş açmamızla, dünyaya kapa tutmamızla çok özel bir milletiz. Bu zenginliğimiz Türk sineması için çok büyük bir kaynak demiştim biraz evvel ama bu aynı zamanda uluslararası, dünya çapındaki büyük sinema devleri için bir tehdit oluşturuyor. Yani dizilerde şu anda nasıl Türk dizilerini alıp yabancı dizileri devşirmeye çalışılıyorsa platformlar Türk dizileri yapımlarını ve oyuncularını kendilerine uzun yıllar bağlayarak başka yere çalışması konumunda önlerini kesmeye çalıştığı gibi, Türk sinemasında buna benzer bir takım tehditler altında olduğunu hep hissettik ve hissetmeye devam ediyoruz.
Belki Adile Naşit olmazdı
Digital platformları nasıl değerlendiriyorsunuz Türk filmleri açısından? Siz düşünebiliyor musunuz, 50 yıl evvel eğer bir dijital platform Türk sinemasında bugünkü kadar dominant olsaydı ne Adile Naşit olurdu belki ne Kemal Sunal olurdu. Çünkü bunlar dünya kültürleri değil, bize özgü kültürler ve bunlar olmadan Türk sineması bugün nerede olurdu, kim bilir. Biz bugünden 20-30-50 yıl sonrasına baktığımızda aynı tehdidi gördüğümüz için, aynı riskleri, bugünden daha önlem almamız lazım. Türk sinemasının devamlılığı konusunda sinema salonlarının ayakta kalabilmesi, sayısının artmaya devam etmesi, insanların daha çok sinemaya gidebilmesi konusunda vatandaşımızın, Türk milletimizin eğitilmesi, gözünün ve kulağının eğitilmesi bir sinemanın, sinemaya gitmenin, cep telefonunda filme tanıklık etmek olmadığının anlaşılması lazım. 12 yıl evvel, bu kadar felsefi anlamda değil ama çok daha küçük bir örnekten yola çıkarak bu festivalin, bu etkinliğin gerçekleşmesi gerektiğine karar verdik. n Bu festivalin kıvılcımı neydi? İki tane konu var özellikle söyleyebileceğim. İkisini birleştirdiğimizde biz bu kararı verdik. İyi ki de vermişiz. Bunlardan birincisi Dondurmam Kaymak filmidir. Dondurmam Kaymak filminde Yüksel Aksu, Filmi çekti, büyük emeklerle çekti, Muğlalı insanlarla beraber, Muğlalı vatandaşlarımızla beraber. Ama arkasından filmi pazarlama noktasına geldiğinde fark etti ki, dağıtım şirketleri bu film yerel ağız, Türkiye›de bunun müşterisi olmaz deyip, sadece bölgesel bir pazar olabilir deyip, filmi dağıtmak istemediler. Bu Yüksel Aksu›nun hiç öngörmediği bir durumdu.. Orada benim Mustafa Yüksel Aksu›yla tesadüfen bir tanışmanın sonucunda bu konudaki çaresizliğini gördüğümde kendimce kafamda bir plan yaptım, zannediyorum 77-80 kopya civarında gösterime girdi. Bizden çok daha fazla insan aldı ama o film öyle büyür ki, hele bir de Oscar hikayesi ile birlikte, arkasından inanılmaz bir derecede filmin önü açıldı burada şunu fark ediyoruz filmin pazarlaması önemli, pazarlama stratejisi olmadan çok güzel filmler çekiyoruz ama bu konuda pazarlama konusunda sınıfta kaldığımızda film hak ettiğine ulaşamıyor, tüm emekler boşa gidiyor. Türk ürünlerinin tanıtılmasına destek verilmesi gerektiğini ampulünü yaktı.
Ayla’nın hikâyesine başpiskoposla birlikte ağladık
Kos Adası’nda festivalin diğer ayağı nasıl oluştu? Türk sinemasının dışarıya doğru elimizin ulaşabildiği en yakın nokta olan Kos’ta gösterimlerimizi yapıyoruz. Kos, bizim geçmişten gelen hukukun, arkadaşlıklarımın olduğu bir yer. Bizim festivali yaparken kafayı kaldırdık. Karşımız Kos bizler de “Orada bir etkinlik planlayalım” dedik. O dostlukların sayesinde belediyenin desteğiyle ilk gösterimizi yaptık. Daha doğrusu ilk gösterim aslında gösterim değildi. Buradan bütün sinemacılar bir turistik gezi gibi Kos’a gittik, gezdik, geri döndük. 77 kişiydik o gün hiç unutmuyorum. n Kaç yıldır Türk filmleri Kos’ta gösteriliyor. 2016’ydı zannediyorum. Demek ki bir 7-8 yıldır yapıyoruz bu Kos programını. Orada bir küçük bir sunum yaptık bir mini ödül töreni verdik. Orada bizim Müslüman soydaşlarımız da var. Yunan arkadaşlarımızın da Türk sinemasına sanatçılarına ilgisini görünce o kalabalığın içinde bizleri gördüklerindeki coşkuyu biz etkinliğimizin bir ayağını Kos’a uzatmaya karar verdik. Bu bizi çok mutlu etti çünkü orada çok iyi ağırlandık. n Kos’ta yaşadığınız en büyük anınız neydi? Şöyle Ayla filminde mesela ben en ön sırada protokolle beraber oturuyordum. Sol tarafımda Kos Belediye Başkanı sağ tarafımda Kos Başpiskoposu oturuyordu. Ve üçümüz de filmde genç kızımıza ve askerimize hep beraber ağladık. Mendil dağıttık birbirimize. Çok güzel bir anıydı… Yani filmin gücü bu, sinemanın gücü bu aslında.