Bir insanın hayatı gelen tek bir telefon ile değişebilir mi? Herhangi bir Uygur Türkü için, eğer bu telefon Çin’den geliyor ise en iyisi o telefonu hiç açmamak diyebiliriz.
Tarih ile henüz ilk tanışmamızda Uygurların, Orta Asya’da devlet kuran bir Türk boyu olduğunu öğrenir ve Uygur gerçeğinden haberdar oluruz. Uygur Türklerinin kendi alfabelerini icat etmiş ve matbaayı kullanmış olmaları da bizler için ayrı bir gurur kaynağı olmuştur. Bunların ötesinde, Türk tarihi ve edebiyatı uzmanları ve sınırlı bir çevre dışında, toplumumuzun çoğunluğu Uygurlar hakkında fazla bir bilgi sahibi değildir. Hatta Uygurların yaşadığı yurtları muğlak bir ifade olan “Orta Asya” tabiriyle ifade edilir. Kadim Türk vatanı olan “Doğu Türkistan” denildiğinde, ideolojik bir söylem gözüyle bakılır ve ne yazık ki önemsizleştirilir. Oysaki ne kadar görmezden gelinse veya unutulmuşluğa terk edilse de, tarihte ve günümüzde, bin yıldan fazla bir zamandır, Uygur ve Doğu Türkistan gerçeği varlığını korumuştur. Uygurlar, öz vatanları Doğu Türkistan’da, Türkçenin Uygur lehçesi olan dilleriyle, manevi değerleri ve aile bağlarıyla, yaşam tarzlarıyla, devletler ve siyasi oluşumlar inşa etmişlerdir.
1949 Yılında Çin, Doğu Türkistan’ı resmen işgali ile Şincan (Xinjiang, “Yeni Sınır”) Özerk Bölgesi olarak yapılandırdı. 1989 Tiananmen Meydanı protestoları ile öğrencilerin baskıcı ve yozlaşmış hükümete karşı olan başkaldırısını çok sert bir biçimde bastıran komünist parti, gelecekte bu tarz olayların yaşanmaması için özellikle Uygur Türklerine gerçek manada distopik bir yaşam tarzını dayattı. Her türlü gözetleme, asimilasyon ve soykırıma maruz kalan Uygurlar kadim vatanlarında azınlık durumuna düşürüldüler. Söz konusu bu zulmün modern dünyada yeri olmadığı aşikar iken Çin’in ekonomik gücü ile yaptığı şantajların sonucunda dünya bu zulme sessiz kaldı. Her insanın sahip olması gereken insan hakları Uygurlar için geçerli değildi adeta. Dünyanın tutumunu bir kenara bırakırsak,Türkiye’nin ve Türk halkının bu zülme sessiz kalmasının izahı yoktur.
Bu davayı içselleştirmek için, kokunç işkence metodlarını uygulayan Çin’in önce inkar ettiği, saklayamaz hâle geldiğinde ise “yeniden eğitim okulları” yalanıyla üzerini örtmeye çalıştığı Çin Toplama kamplarının iç yüzünü, ilk ağızdan bizzat oradan kurtulmuş Gülbahar Haitiwaij’den dinlemek çok etkili olacaktır. Öyleki 24 saat hareketli kameralarla izlenen ve gün ışığının görülmediği demir perdelerle örtülü koğuşlar, dudakların ufak kımıldaması karşısında “dua ediyorsun” diyerek verilen hücre cezaları, yatağa zincirle bağlanarak geçirilen günler, sabahın erken saatlerinde başlayıp geç saatlere kadar devam eden eğitimler, yorulmanın yasak olduğu askeri ve psikolojik beyin yıkama eğitimleri, zorla yapılan kısırlaştırıcı ve “anıları silici” iğneler, bitmeyen sorgulamalar, her gün bir kişinin adının anons edilip asla geri dönmeyişlerinin yaşattığı sonu gelmez gerginlikler, heran idam edilmeye götürülme korkusu ile geçmek bilmeyen günler…
Gülbahar Heyithacı’nın anılarını okuyunca, bu kamplarda Çin’in kendi adıyla literatürde özel bir yer edinmiş işkence metotlarını, Doğu Türkistan’ı Türksüz hâle getirmek için yaptıklarını ve kampların gerçek yüzünü öğrenecek; çaresizliğin verdiği bir isyan duygusu ve içten içe kabaran bir öfkeyi hissedeceksiniz. Uygurların kendi vatanlarında binlerce yıl yaşadıkları topraklarında nasıl bir kıskaç içinde yok edilmekte olduklarını, Çin’in, “bölücülük”, “dini radikalizmle mücadele” iddialarının nasıl bir yalan ve göz boyamadan ibaret olduğunu, ekonomik gücünü ve beşinci kol faaliyetlerini kullanarak bunlarla dünyayı nasıl aldattığını yüreğiniz daralarak birinci ağızdan idrak edeceksiniz.
Gülbahar Hativaci, yaşadığı onca acı ve maruz kaldığı insanlık dışı işkencelere uzun süre suskun kalmayı seçmiştir. Çünkü Çin Hükümeti, sürekli onu, Doğu Türkistan’da kalan annesi ve kardeşlerini de toplama kamplarına kapatmakla tehdit etmiştir. Bu nedenle Çin’in artan yalanları ve göz boyamaları karşısında bedeli ne olursa olsun bu gerçeği dünya kamuoyuna açıklamaya karar vermesi uzun içsel gerginlikler yaşamasına yol açmış, sonunda Uygur halkının geleceğini düşünerek harekete geçmeye karar vermiştir.
Fransa’da mülteci olarak ikamet etme hakkına sahip Gülbahar Haitiwaji (Heyithacı) sadece basit bir emeklilik işlemi için Doğu Türkistan’a gitmişti. Birçok risk ve tehdide rağmen Uygur soykırımını dünyaya haykırabilmek için yaşadıklarını, gördüklerini kitap hâlinde yayınlattı. Elinizdeki eser bir Uygur kadının Çin’in toplama kamplarında yaşadığı zulüm anılarıdır. Ve bugün Çin, Şincan’da toplama kampı kurma işini durdurmak bir yana Uygurları kamplara taşımaya devam ederken, kadınlarını kısırlaştırırken ne BM ne de herhangi bir uluslararası heyet günümüzde bu soykırımın boyutunu tespit etmeyi başaramadı. Bu kitap söz konusu kamplardan kurtulup yaşananlara tanıklık eden ilk kişi olan Gülbahar Haitiwaji’nin bir sesi olması bakımından çok önemlidir.