Yüzyıllarca Osmanlı Hanedanına ev sahipliği yapmış Topkapı Sarayı tarihinin en büyük restorasyonuyla yenileniyor. 80 bin metrekare olan müze alanı çalışmalar sonunda 400 bin metrekareye ulaşacak.
Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü’nce yürütülen 71 uygulama işi bulunduğunu söyleyen Olcay Aydemir, bunlardan 17’sinin Topkapı Sarayı’nda olduğunu dile getirdi. Gerçekleşen kapsamlı onarımla 80 bin metrekarelik müze alanının restorasyonla 400 bin metrekareye çıkacağına dikkat çeken Aydemir, “Bu çalışmalar bilimsel özellik taşıyor ve büyük bir ekiple gerçekleşiyor. Müze alanının 400 bin metrekareye çıkacak olması çok önemli. Biz bu yeni dönemde restorasyonlar esnasında da ziyaretçilerimizle, şehirle hatta dünyayla ilişki kurarak daha da büyümek istiyoruz. Bu şu demek; daha paylaşımcı, mekanla ilişki kuran bir yaklaşım içinde olmak, böylece değer bilmeyi artırmak ve yaptıklarımızı, yayınlarımızla, sempozyumlarla, bilim dünyasıyla paylaşmak” dedi.
Topkapı Sarayı’nın aslında bir tasarım merkezi olduğunu söyleyen Aydemir, “Burada dokunduğumuz her yerde yüzyıllık katmanları, izleri görüyoruz. Bu, restorasyon sürecini de doğrudan etkileyen bir faktör. Burada geçmişten gelen bu izleri müdürlük olarak koruyarak sürdürüyoruz. Saray yapılarında çok ciddi bir bilgi birikimi var. Bu bilgileri okumak, paylaşmak duygusal anlamda da bir mimar için çok onur verici bir duygu. Saray yapıları, uygarlığın en önemli katmanlarının izlerini, eserlerini taşıyor. Düşünün çinileriyle, yazılarıyla, kullanılan renkli taş ve mermerleriyle o kadar zengin bir yapı ki, sadece bir tarihi barındırmakla kalmıyor, bugünün biz mimar ve restoratörlerine de ışık tutuyor, ilham veriyor. Saray bu anlamda da bir yapının ötesinde bizim için de çok ciddi bilgileri barındırıyor” diye konuştu.
Aydemir, restorasyon sürecinde zaman sınırlaması yapılmaması gerektiğini ve bir süre vermenin kolay olmadığını ifade etti. Ziyarete açık mekanda restorasyon çalışması yapmanın zor bir süreç olduğunu dile getiren Aydemir, “Biz burada ciddi planlamalar ve stratejilerle bu işi yürütüyoruz. Ziyaretçilere engel olmamaya çalışarak, bazı işleri sadece sarayın kapalı olduğu zamanlarda yapıyoruz. Biz bir süreci yönetmeye ve bunu da bilimsel bir şekilde yapmaya çalışıyoruz. Süreyi esas uzatan şey, bilimsel bir restorasyonda gördüğünüz izlerin belgelenmesi, sergilenmesi ve bunların ziyaretçi ile buluşmasının tasarlanmasıdır. Sarayın yapımında hiçbir şey nasıl tesadüfî değilse, bizim restorasyondaki planlamamız, koruma, sergileme ve bunu gösterme planlamamız da tesadüfî değil. Bu çalışmaları bilimsel toplantılar, onaylar ve kararlarla yapıyoruz. Bu nedenle işin iyi ve bilimsel olmasına konsantre olmamız, zamanına konsantre olmamızdan daha büyük önem taşıyor” dedi.
Ana saray yapılarında tematik, yeni tahsis edilen mekanlarda ise daha çok kronolojik-tematik sergilemeler planladıklarını söyleyen Erdoğdu, "Hazine koğuşu, geçmişte de Yazma Eserler Kütüphanesi’nin sergi salonu olarak kullanılmıştı. Yine aynı şekilde hem mekanı anlatan, mimariyi gösteren hem de yazma eserler koleksiyonunu tanıtan bir düzenlemeyle ziyarete açılmış olacak. Sadece mekânlar değil, avlu ve bahçelerin de aslına uygun peyzajları yapılarak açık sergileme alanları oluşturulacak" dedi.
22 yıldır Topkapı Sarayı’nda Kontrol Amiri olarak görev yapan Nevhiz Koyukan da , hem tezyinat hem de yapım tekniği ve malzeme kullanımı açısından umulmadık detaylarla karşılaştıklarını söyledi. Dört yüzyılın mimari katmanlarının Topkapı Sarayı'nda gizlendiğini belirten Koyukan, "Yemiş Odası olarak bilinen III. Ahmed Hasodası'nda farklı dönemden izlere rastladık. Oda 16 metrekarelik küçük bir mekan olmasına rağmen 4.5 yıldır detaylı ve özenli çalışmalarla onarımına devam etmekteyiz. Her bir ahşap tezyinatlı panonun arkasından 16. , 17. ve 18. yüzyıla ait mimari detaylar ortaya çıkarttık. Gerekli konservasyon çalışmaları yapılarak koruma altına alınan bu detaylar, sarayın önceki yüzyıllardaki kullanımına ait izler olup belge niteliği taşımaktadırlar. Sultan İbrahim Odası’nda da 17. yüzyıla tarihlenen zengin malakari detayları sıva altından gün ışığına çıkardık" ifadelerini kullandı.
Tavan sıvalarının altından çıkan taşıyıcı sistemde, dövme demir elemanlar arasında yer alan T şeklindeki yaprak tuğlaların ilk defa tespit edildiğini ve bu sistemin o döneme ait bir volta döşeme sistemi olduğunu belirten Koyukan, III. Selim Dua Odası'nda karşılaştıkları 18. yüzyıla ait 'sgrafitto tekniği'nde altın varak uygulamasını, yine şimdiye kadar Topkapı Sarayı'nda yalnızca bu mekânda tespit ettiklerini açıkladı. Altın Yol ve Hamamlarda çatılarından toplanan suyun kanal ve sarnıçlara iletildiği künkler (su yolları) tespit ettiklerini ve bunları cam muhafazalar arkasında koruyarak ziyaretçiye gösterdiklerini söyleyen Koyukan, “Bu çalışmalar biz mimarlar için ve Topkapı Sarayı'nın tarihi gelişiminin izlenmesi açısından yeni kazanımlardır” dedi.