Televizyon dizilerinin, tarih kitaplarının, çevrimiçi atölyelerin ve rehberlik faaliyetlerinin önemli farkındalıklar kazandırdığını görmezden gelemeyiz. Kimileri bu farkındalıklar vesilesiyle artık yaşadıkları şehirlerdeki tarihi eserlere daha hassas yaklaşıyorlar. Kimileri dedim, çünkü bazıları var ki onlar için ne yaşadıkları şehrin bir kıymeti var ne de o şehrin sunduğu hazinelerin.
Bugün belki dünya hayatının zorlukları, yaşam gailesi ve maişet meseleleri sebebiyle kültür-sanat etkinliklerine yeterince ilgi gösterilmediğinden bahsedilebilir. Bunu anlayışla karşılamak mümkün. Ancak entelektüel bir derinlik kazanmak, kendi ruh iklimini donatmak için pek çok fedakârlığı göze alan tabiatlar da var. Bütçe ve zaman ayırıyorlar, merak ettikleri konular için mesai harcıyorlar, tüm bunlar için de aşk, şevk ve gayret gösteriyorlar. İşin güzel taraflarından biri de artık bu işler belirli bir yaşın üstüne çıkmış kimselerle de yürümüyor sadece. İstanbul’un, Bursa’nın, Konya’nın, Edirne’nin pitoresk köşelerine giden, sahada ciddi zaman geçiren, yaz-kış, yağmur-çamur dinlemeden taşları okuyan, onların anlattıkları hikâyelere kulak veren, duyduklarını anlatan ve yazan kalemlerin sayısı son yıllarda giderek artıyor. Bu kalemlerden biri de Ömer Kaptan. Kendisini rehberlik faaliyetleriyle tanıyoruz. Adım attığı her coğrafyada Türk-İslâm eserlerinin ruhunu kavramaya, misafirleriyle birlikte geçmişi geleceğe bağlamaya devam ediyor. Timaş Yayınları tarafından neşredilen Kitabelerin Gizli Dünyası, bu çabalarının bir neticesi.
Ömer Kaptan’ın lise yılları, Ulu Camii’nin hat yazılarını hayranlıkla seyretmekle geçmiş. Bursa’nın her köşesinde karşılaştığı çeşmeler, türbeler ve diğer tarihi yapılar, onda kitabe okuma merakı uyandırmış. Böylece turist rehberliğini de bir imkâna çevirip gezilerde karşısına çıkan kitabeleri çözümlemeye başlamış. Anlattıkça daha çok çalışmış, bazı yanlışlarla karşılaşmış, doğruları daha anlaşılır kılmış, birinci elden bilgi veren bu kaynakların insanları farklı yüzyıllar arasında seyahate çıkardığını idrak etmiş. Kitabelerin Gizli Dünyası öncelikle kitabelerin ne olduğunu, Arap yazısının gelişimini, Osmanlılarla birlikte bu yazının geçirdiği dönüşümü, tarih düşürme tekniğini anlatarak okura bir nevi hazırlık yaptırıyor. Kitabelerimizdeki İran mitolojisi, bu alanda çok fazla volta atmamış meraklı okurları epey şaşırtacaktır. Görülen o ki Şâhnâme’deki pek çok kahraman, kitabelerimizde yoğun biçimde işleniyor. Bir Sasanî kralının ismiyle Osmanlı padişahının ismi, bir kitabede bir araya gelebiliyor. Mesela, büyük bir yönetici olarak kabul edilen I. Hüsrev’in adı, Bursa’da Emir Sultan Hazretlerinin türbe penceresinin üstünde şöyle geçiyor: “Şâhenşeh-i deryâ nevâl sultân-ı Memdûhu’l-hisâl / Abdü’l azîz-i zü’l-kemâl âlemlere dâd eyledi / ol Hüsrev ü hâkân-ı dîn ol kâm-kâr-ü kâm-bîn / ol mükrim-i ehl-i yakîn tekrîm-i dâmâd eyledi.” (Övgüye değer sultan, bağışı ve ihsanı denizler kadar çok olan kemal sahibi Sultan Abdülaziz Han, âlemlere adaletle hükmetti. Dinin hakanı olan büyük yönetici [Hüsrev], Allah dostlarına ikramda bulunan o bahtiyar padişah, hanedanın damadı Emir Sultan’a da saygı gösterdi.)
Osman Hamdi Bey’in tablolarındaki kitabelerin incelendiği bölüm sanat tarihine meraklı tüm okurlar için keyif verici nitelikte. Kaplumbağa Terbiyecisi resminde zeminden başlayan bir pencere görürüz. Uzun, kırmızı giysi giymiş olan sakallı bir adam, yerdeki yaprakları yiyen kaplumbağalara bakmaktadır. Resimde görülen bu pencere, gerçekte var olan bir mekândır ve Bursa’da, Yeşil Camii’dedir. Ömer Kaptan, Yeşil Camii girişinin hemen üst katında bulunan hünkâr mahfelinin, Kaplumbağa Terbiyecisi resmine ilham verdiğini söylüyor ve fotoğraflarla delillerini sunuyor. Hemen o pencerenin üstündeki yazıya gözlerimizi çeviriyor: “Şifau’l-kulûb likau’l-Mahbûb.” (Sevgiliyle buluşmak kalplerin şifasıdır.)
Kitabelerimizde, İslâm tarihinde ve gönüllerde yeri başka olan mekânlarla da karşılaşıyoruz, Beyt-i Ma’mûr ve Mescid-i Aksa gibi. Ancak ulu şahsiyetlerin isimlerinin geçtiği kitabeler, bilhassa İstanbul’da oldukça fazla bulunuyor. Sebe Melikesi Belkıs, Ümmü Safiye, Hz. Fâtıma Zehra, Râbiatü’l-Adeviyye, Harun Reşid’in hanımı Zübeyde Hanım ve Fahr-i Âlem Efendimiz Hz. Muhammed, Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Yusuf, Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz. İsa, Hz. Hızır ve İskender, Hulefâ-yi Râşidîn, Hz. Hasan ve Hüseyin Efendilerimiz. Ayrıca Sokrates, Platon, Aristoteles, Sa’d bin Ebî Vakkas, Sâ’deddin Taftazânî gibi bilgeler, âlimler, kumandanlar. Hemen bir misal verelim. Hekimoğlu Ali Paşa’nın babası olan Nuh Efendi, 18. yüzyılda sarayda hekimbaşılık yapmış bir bilge cerrah. Kocamustafapaşa’da yaptırdığı medresenin girişinde şu ifadelerle anılmış: “Hekim-i şehriyâri Nuh Efendi hâzık-ı kâmil / ki odur dârü’ş-şifâ-yı hikmete Sokrat-ı bi-hemtâ / bekâ-yı bî-sebâtın anlayıp dünya-yı fâninin / murâd etdi ki tertib eyleye zâd-ı reh-i ukbâ.” (Padişahın hekimi olan Nuh Efendi ki işinin ehli bir zattır, bilgeliğin şifa yurduna eşsiz bir Sokrat olarak gelmiştir. Dünyanın faniliğini ve sebatsız bir beka yurdu olmadığını anlatınca ahiret yolculuğunun azığının hazırlayıp öte dünyaya göçtü.)
Tarihî metinler arasında karşımıza çıkan Zıllullah (Tanrının yeryüzündeki gölgesi) ifadesi, İstanbul kitabelerinde de kendine yer buluyor kimi zaman. Bu ifadenin farklı biçimleriyle karşılaştığımız kitabelerden biri Sultan III. Ahmed Çeşmesi’nde yer alıyor: “Oldur imâmü’l-müslimîn, zıll-i Hudâvend-i mu’în / bâ nass-ı Kur’ân-ı mübîn emrine vâcib iktidâ.” (Müslümanların önderi, sahip çıkan ve yardımını esirgemeyen Allah’ın yeryüzündeki gölgesi odur. Kur’an-ı Kerim’in ayetine göre onun emrine uymak vaciptir.)
Kitabın devamında Ayasofyalarımızdaki nazîreleri, Kudüs’te bulunan şaşırtıcı Türkçe kitabeleri, Kur’an’dan yapılan iktibasları, Elhamrâ’dan kitabe örneklerini görseller eşliğinde seyrediyoruz ve büyük keyif alıyoruz. Kitabelerin Renkli Dünyası, tarihin bu çok kıymetli hikâye anlatıcılarına bir kere daha kulak vermek için belgesel tadında akan bir emek…