Uruguaylı yazar Eduardo Galeano, pazar günlerini şu sert anlatımla anar: “İşçiler ve hizmetçiler şehrin ağzından içeri giriyor ve onun tarafından yenilip yutuluyorlar: Hafta boyunca Buenos Aires onları çiğniyor ve pazar günleri parça parça tükürüyor.”
Galeano, bir sistem eleştirisi sunar bunlardan bahsederken. Bize düşen ise pazarların neden diğer günlerden farklı olduğuna dair bir kanıtın daha ortaya çıkması… Her gün gittiğimiz yollardan gitmediğimiz, farklı bir saatte uyandığımız, araba değil de belki de kuş sesleri duyduğumuz bir gün bu…
Bu hafta bu günü masaya yatıracağımız isim gazeteci-yazar Hakkı Yanık. Yanık’a ilk sorumuz, “klasik bir Pazar gününüzü tarif eder misiniz?” oluyor. Cevabı şu şekilde: “Pazar günlerini çok severim çünkü gün mümkün olduğunca geç başlar. Daha önceden belirlenmiş bir program yoksa ve biraz da 'evcil' olduğum için günün büyük kısmını evde geçiririm. Sohbet, okuma, müzik, uyku…”
Kimileri için keyifli olsa da kimileri için biraz sıkıcı bir gündür pazar. Bu nedenle Yanık’a bu sıkıcılıktan kurtulmanın çaresini de soruyoruz. “İyi bir kahvaltı” diyor önce, sonra da şöyle devam ediyor: “Mümkünse büyük aileyle olanından. Aile fertlerine vakit ayırma (Benim pek beceremediğim bir şey!) ve elbette sürpriz ziyaretler, gezi ve okumalar.”
Gelelim kültür-sanata… Sizce pazar günü izlenecek en iyi film hangisidir? diye soruyoruz. Yanık bu soruya cevap verirken, “Amerikan filmi olmasın yeter” diyor. Ardından da ekliyor: “Son olarak yemekli bir film izlemiştim. İyi çocuk (Hindistanlı) büyük bir şef oluyor, sevdiğine kavuşuyor. Yerli filmlerle İran filmlerini tavsiye ederim.”
Sırada kitaplar var. Yanık’a pazar günleri okuduğu kitaplar olup, olmadığını soruyoruz. O “dönerli” okumayı sevdiğini söylüyor. “Yazın Ayfer Tunç’un Kuru Kız’ıyla Güray Süngü’nün Az Kalan Gölge’sini beraber okumuştum. Şu sıra Ömer Erdem, Metin Celal ve Hüsamettin Arslan okuyorum.” diyor. Yanık, okuma sistemini şöyle açıklıyor: “Elimin altında mutlaka birkaç kitap olmalı. Pazar günleri okumalarım için ölçü ‘canımın istediği kitap’tır. Dergileri her zaman okurum.”
“Özellikle Pazar günleri görmek istediğiniz arkadaşlarınız var mı?” sorumuza ise “Var. Bazılarını görme şansım yok, özlemekle yetiniyorum. Mehmet Şeker olsun isterim. İbrahim Yolalan yahut İsmail Karakurt” diye cevap veriyor. Pazarlar, “boş” zamanları içinde barındırdığı için aslında farklı rotalara da kapı açar. Bu nedenle Yanık’a da pazar günleri için favori bir mekânı olup, olmadığını soruyoruz. “İLESAM’dan sonra gittiğim özel bir mekân yok. Bazen kitapçılar ve ‘kitap cafe’ler, olmazsa ev. “Neden” derseniz, biraz a-sosyalim maalesef!” diyor.
Riskli sorularımızdan birine geldik… En kötü ve en güzel geçen pazarınızı hatırlıyor musunuz? Yanık’ın cevabı şöyle: “50 yılı devirdim. Kötü ve iyi günlerim çok oldu” dedikten sonra samimi bir yanıt veriyor: “Geçtiğimiz hafta sonu güzeldi meselâ. Ailemle beraberdim. ‘Kovit’li günleri 'kötü' sayabilirim.”
Herhâlde bir gazeteciye “pazar” günleri çalışıp, çalışmadığını sormak biraz komik. Çünkü mesleğin ruhu, tatili imkânsız kılıyor. Ama soruşturmanın ritmi bozulmasın diye sıradaki sorumuzu Yanık’a da soruyoruz: Pazarları çalışır mısınız? Yanık’tan beklediğimiz yanıt geliyor: “Gazetecilik, haftanın her günü, günün her saati çalışmayı gerektirir. Okumam, yazmam ya da çizmem gerekiyorsa gün seçmem. Ev işi yapmak için de.” Nihayet sonda, en keyifli sorudayız! “Pazar günü bir insan olsaydı, nasıl birisi olurdu?” Yanık şöyle diyor: “Bir roman kahramanı olurdu: Oblomov!”