“Lâleli’den tramvaya atlayıp Sirkeci’de inenlerle, Lâleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaya binenler artık dünyamızda yoklar. Ama şiirleri hâlâ tartışılmakta ve güncelliğini korumaktadır. Bu şairler Ece Ayhan’ın deyişiyle 1950’lerden sonra taşradan gelmiş ve çok genç, parasız yatılılardan başkası değildir. Dolayısıyla İkinci Yeni şiiri, leyli meccani yani parasız yatılıların şiiridir desek yeridir. “
İlk baskısı 2018’de yapılan, Osman Özbahçe’nin “İkinci Yeninin Doğuşu” adlı kitabı altı yıl sonra ikinci baskısıyla okurla buluştu (Ebabil Yayınları, Mart 2024). Kitabın içeriğine geçmeden önce, İkinci Yeni’nin doğduğu 1950’li yıllara dair Mehmet H. Doğan’ın şu tespitini aktarmak istiyorum:
“1950’lerde sözde demokrasinin, daha o zamandan başlayan çarpık kapitalistleşme, sanayileşme çabalarının bir sonucu kentleşme, köylerden kentlere göç, gecekondulaşma ise, bir başka sonucu da başta şiir ve müzik olmak üzere sanat izleyicilerinde yaygınlaşan genel beğeni düşüklüğüdür. Gerçi Yahya Kemal’in şiirleri bir günlük gazetede büyük bir gururla yayınlanmaktadır, Garip şiiri karşısındaki o alaycı tavır terkedilmiştir, ama Orhan Veli’nin zevkini bulmak üzere yola çıktığı çalışan sınıfın gözü -üstelik bu kez müreffeh sınıf saydığı yeni burjuva sınıfıyla birlikte- üçüncü-dördüncü sınıf, ucuzcu aşk şairlerinin şiirlerindedir. Zeki Müren o yıllarda parlamış sanat yıldızıdır. Yeşilçam o yıllarda Yeşilçam olmaya başlamıştır.” (Hece, Türk Şiiri Özel Sayısı, s.120, Mayıs-Haziran-Temmuz 2001)
Osman Özbahçe, söz konusu kitabının başında 1850’li yıllardan 2000’lere dönem dönem Türk şiirinin genel bir çerçevesini çizerek değerlendirmeler yapar. Bu bölümde önemli tespitlerde bulunur:
“Toplumsal yapı değiştikçe şiirde değişir. Türk toplum ve devlet yapısı Tanzimat’ın ilanından Birinci Dünya Savaşı’na değin (1839-1914) yeniden inşa anlamında önemli değişiklikler yaşamıştır. Bu değişiklikler toplumsal talep doğrultusunda bir ihtiyaçtan kaynaklanmamış, dayatmacı bir mantıkla yürürlüğe konmuştur. Fermanla yürürlüğe konulan değişiklikler zamanla sosyal yapıyı etkileyen sonuçlar üretmiştir.” (S. 11) Devamla: “Şairler 1950’li yıllara değin toplumun okumuş tabakasını oluşturan aydın sınıfın temsilcileridir. Cumhuriyet’e değin değişim sürecinin düşünsel içeriğini oluşturmakta yetinmemiş, değişimi topluma yaymada devlet mekanizmasında etkin görevler de almışlardır.” (S. 12) Ardından “Şiir Siyasete Yenildi” başlığı altında, siyasetin tüm alanları etkisi altına almasıyla şiirin gerilediğini belirten Özbahçe: “Çünkü şiir, insanı siyasete, iktidara taşımıyordu. Vakit kaybıydı. Bütün hayatı kaplayan siyaset şiiri geçersizleştirdi. Şiirin geçersizleşmesi ne demek? Kimse dönüp şiire bakmıyor demek” sonucuna varır.
İKİNCİ YENİ VE KARAKOÇ FARKI
Gelenekten kopuşu İkinci Yeni’ye bağlayan yazar: “Bu şiir modern yaşantı içeriğiyle yeni bir hayat teklifi ve insan modelidir” der. (S. 15) İkinci Yeni şiirinin bütünüyle modern bir şiir olduğunu vurgularken Sezai Karakoç’u dışta tutar: “İkinci Yeni bütünüyle moderndir; fakat sadece Sezai Karakoç, getirdiği medeniyet fikriyle aynı zamanda anti-moderndir” der. (S. 22)
Modern şiiri alfabe değişikliğinin sonucu olarak gören Osman Özbahçe: “İkinci Yeni, yeni alfabenin, yeni okulun inşa ettiği yeni zihnin şiiridir” vurgusunu yapar. (S. 32)
Alfabe değişikliğiyle sadece şiir değişmedi kuşkusuz. İnsan değişti. Kendi medeniyetinden, kendi kültüründen, inanç ve değerlerinden kopartılan, boşlukta, kimliksiz bir insan türü çıktı ortaya. Bu insan önce geçmişine yabancılaştı, sonra da kendine. Dolaysıyla Özbahçe haklı olarak şu tespiti yapar: “Günümüz şiiri insana yabancılaşıyor. Bu modern zamanlarda yaşanan insanın kendine yabancılaşmasından farklı bir sorun değil.” (S. 18)
Aslında Cumhuriyet dönemi şiiri, genelde edebiyatı, bazı istisnalar dışında tam bir kriz şiiri ve edebiyatıdır. Bu kriz büyük bir kırılmanın, derin bir sarsıntının ve altüst oluşun sonucudur. Örneğin, Çin’de kültür devrimi yapan Mao bile Çin alfabesini değiştirmeye kalkışmamıştır. Bu kriz bugün de sürüp gitmektedir. Siyasetin başında kim olursa olsun toplumdaki kriz hâli hiç değişmiyor. Çünkü kriz insanı yetiştirmeye devam ediliyor. Kısacası ister İkinci Yeni ister bin İkinci Yeni olsun, bu kopuş ve bu kriz durumuna son verilmediği, toplum gerçek, asli yörüngesine oturtulmadığı sürece hiçbir anlamı olmayacaktır şiirin de öykünün de romanın da.
“Gerçek Türk şiirinin gelecekte yine kendisini bulmasının en önemli kaynağı da Necip Fazıl şiiridir” diyen Sezai Karakoç’a kulak verelim.
Osman Özbahçe, kitabında, İkinci Yeni’ye yönelik hem İkinci Yeni dışındakilerin eleştirilerini hem de İkinci Yeni’nin içindekilerin eleştirilerini bir araya getirerek döneme ışık tutar. İkinci Yeni’ye ilişkin neler söylenmemiş ki… Başta adı tartışma konusu olmuştur. Söz gelimi, kendisini İkinci Yeni’nin dışında görmesine karşın Sezai Karakoç, İkinci Yeni hakkında en doğru değerlendirmeleri yaban bir sanatçıdır:
“Adı yanlış konmuş olan İkinci Yeni şiiri, gerçeğiyle tanınmadığı gibi, benim şiirimle bu şiir arasındaki ortak nokta ve şiirimin bu şiirden farkı pek anlaşılmadı. Bugün bile anlaşılmış değil” diyen Sezai Karakoç, İkinci Yeni şiirini laik, materyalist ve yaşam şiiri olarak görür ve şunları dile getirir:
“Cemal, (Süreya) biçimden hareket etme yanlışını yaptı. Muzaffer de (Erdost) bilir bilmez, bu şiire İkinci Yeni adını koyup savunmasına girişti. Oysa, benim görüşüme göre, biçimden önce özde bir değişim vardı. Muzaffer, anlamadan bu şiiri (anlamsız), (rastlantısal) gibi adlandırmalarla nitelendirdi. Oysa, sonraları Attilâ İlhan’ın benim şiirimden örnek vererek dediği gibi, bu şiir ne anlamsız ne de rastlantısaldı. Özüyle, biçimiyle değişik bu şiir için ben yeni-gerçekçi şiir (neo-realist şiir) diyordum. (…) “Bu akım, insanın insanlar arasındaki yeriyle birlik, kainattaki yerini arayan şairlerin geçidi. Arayan; fakat bulmaya niyeti olmayanlar.” (S. 89)
‘BİZİM KUŞAĞIN DERDİ İYİ ŞİİR YAZMAK DEĞİLDİ’
İkinci Yeni’nin içinde yer alan Edip Cansever:
“İkinci Yeni’ye bir akım niteliği kazandırmak, ikinci bir yanılgıya düşmek olur. O değişik şairlerin, değişik kişilikler koyduğu bir yenileşme alanıdır olsa olsa…” derken, Turgut Uyar İkinci Yeni şiirinin bir başka yönüne parmak basar:
“Bizim kuşağın derdi iyi şiir yazmak olmadı, yaşamın karmaşasını şiire de taşımaktı derdi. Yetkin bir şiir amaçlamadı demek, şiire önem vermedi anlamında değil. Biz “mısra döktürme” ye özenmedik. Bir durumu en iyi anlatmak, kimi zaman şiirden vazgeçmek pahasına en iyi anlatmak nasıl mümkünse onu denedik kendi adıma konuşuyorum burada.”
Ece Ayhan “ İkinci Yeni geçmişten kopuştur” yargısına varır.
“Dili bozuk”, “akıldan ve anlamdan kaçan” , “ ilkeleri olmayan”, “anlamsız şiir”, “kaçak şiir”, “laik şiir”, “materyalist şiir” gibi pek çok olumsuzluğun yöneltildiği İkinci Yeni şiiri, Yeşilçam filmleri gibi hem eleştirilir hem de beğenmekten geri durulmaz.
İlhan Berk şiirde anlamsızlığı savunurken, Cemal Süreya “dili bozmak” yakıştırmasına takılır ve şunları der: “Bu dönemde şiir daha çok bir dil işi olarak ele alındığından, dil konusu, büyük önemelerle yüklüdür. Bu arada ya da bunun uğruna konuşma dilinin olanaklarından uzak bir bölgeye düştüğümüz söylenebilir. Genç şairler, Eliot’ un çektiği tehlike çizgisini görmeden, aştılar o çizgiyi. Şiir ayrı bir dildir ama kuş dili de değildir.”
Lâleli’den tramvaya atlayıp Sirkeci’de inenlerle, Lâleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaya binenler artık dünyamızda yoklar. Ama şiirleri hâlâ tartışılmakta ve güncelliğini korumaktadır. Bu şairler Ece Ayhan’ın deyişiyle 1950’lerden sonra taşradan gelmiş ve çok genç, parasız yatılılardan başkası değildir. Dolayısıyla İkinci Yeni şiiri, leyli meccani yani parasız yatılıların şiiridir desek yeridir.